Dünya halkları arasında “barış, dostluk, kardeşlik, sevgi, saygı” gibi değerleri sürdürmek iddiasıyla gerçekleştirilen Paris 2024 Yaz Olimpiyat Oyunları’nın ardından uluslararası alanda gündem kaldığı yerden devam ediyor. Paris Olimpiyatlarına Ukrayna’yı işgali nedeniyle Rusya çağrılmazken, Filistin ulusuna soykırım saldırılarını sürdüren İsrail’in çağrılmış olması, burjuva demokrasisinin iki yüzlü ve riyakâr tavrına işaret ediyordu.
Olimpiyatlar sırasında İsrail Siyonizmi’nin Filistin halkına yönelik katliam saldırılarında çoğu çocuk ve kadın olmak üzere resmi açıklamalara göre bile 40 binin üzerinde insan katledilmiş, yüz binlerce insan yerinden edilmiş durumdayken, batı emperyalizminin tam desteğini alan İsrail Siyonizmi, saldırılarını sürdürmekte, “direniş ekseni” ile Ortadoğu bölgesinde fiili olarak süren düşük yoğunluklu çatışmayı açıktan bir savaşa dönüştürmek için bütün kozlarını kullanmaktadır.
ABD ve AB emperyalistlerinin Ortadoğu’da şimdilik açıktan bir savaş istememelerinin nedeni Avrupa’nın ortasında Rusya’yla sürdürülen savaştır. Rusya’nın Ukrayna işgaliyle başlayan ve gerçekte ABD-AB emperyalistleriyle, Rusya (ve Çin) emperyalistlerinin savaşı olan ve bu anlamıyla emperyalist kamplar arasında rekabetin silahlı bir çatışmaya evrildiği Ukrayna savaşı gelinen aşamada, “uzatmalı bir yıpratma savaşı”na dönüşmüştür.
Batı emperyalizminin Ukrayna kukla yönetimine hava gücü desteği sunmasının ardından Ukrayna’nın Rusya’nın içlerine yönelik başlattığı “Kursk saldırısı” bir zafer olarak ilan edilmiş olmakla birlikte bu saldırının gerçek bir zafer ya da propagandaya dayalı sahte bir zafer olup olmadığını zaman gösterecektir.
Her şart altında Ukrayna’daki savaş, ABD’de sonbaharda yapılacak seçime endekslenmiş durumdadır. ABD başkanlık seçimi Ukrayna’da süregiden savaşın seyrini doğrudan etkileyecektir.
Geride bıraktığımız haftalarda uluslararası alanda yaşanan bu gündemlerin yanında aynı zamanda Kenya halkının hükümete isyanının ardından Bangladeş’te halkının isyanına tanık olduk. Bangladeş’te öğrencilerin kota uygulamasına itirazıyla başlayan kitle hareketi Hasina-Awami rejiminin faşist saldırganlığı sonucunda yüzlerce ölü ve binlerce yaralıyla bir halk isyanına dönüştü. Bangladeş halkının yoksulluğa, yolsuzluğa, baskılara karşı isyanı, başbakanlık konutunun ve parlamentonun basılmasıyla sonuçlandı.
Bangladeş Başbakanı Şeyh Hasina Hindistan’a kaçmak zorunda kaldı. Halk isyanının daha da büyümemesi için ordu yönetime el koydu ve geçici bir hükümet kurulduğu açıklandı.
Korona pandemisinin kapitalist sistemin ekonomik krizini daha da derinleştirdiği koşullarda önce Kenya ardından da Bangladeş halkının isyanı, 2022 yılının başında Kazakistan’da, 2022 Mart sonunda Güney Asya ülkesi Sri Lanka’da yaşanan halk isyanlarının benzeri ve devamı olarak ortaya çıktı.
Bu isyanlar, halk kitlelerinin ekonomik koşullara, zamlara, yolsuzluklara, kayırmacılığa karşı kendiliğinden isyanları olarak gelişti. Farklı nedenlerle ortaya çıkan ve gelişen bu isyanların ortak noktası, komünist bir önderlikten yoksun oluşu ve bir devrimle sonuçlanmamalarıdır. Önceki halk isyanları gibi Bangladeş halkının isyanının da gösterdiği gibi, ezilen bağımlı halklar arasında öfke birikmekte ve bu öfke bir kıvılcımla yangına dönüşmektedir.
Korona pandemisi nedeniyle kapitalizmin daha da derinleşen krizi sadece emperyalist kapitalist merkezlerde işçi sınıfı ve halkın yaşam koşullarını kötüleştirmekle kalmamıştır. Aynı zamanda kapitalizmin ekonomik krizi özellikle sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin halklarının yaşam koşullarını daha da ağırlaştırmıştır.
Bu durum emperyalist merkezlerde işçi sınıfı ve halkların, grev ve gösterilerle kendilerine dayatılan çalışma ve yaşam koşullarına karşı itirazlarını doğurmuş, yarı-sömürge yarı-feodal ülkelerde ise halk isyanlarını tetiklemiştir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün “Maymun Çiçeği” adında yeni bir pandemi uyarısının yaptığı günümüz koşullarında, kapitalizmin krizinin daha da derinleşeceği ve bununda işçi sınıfının mücadelesini yoğunlaştıracağı, ezilen bağımlı ülke halklarının yeni isyanlarını ortaya çıkaracağını öngörmek gerekir. Emperyalist kapitalizm bu gerçeğin farkında olduğu içindir ki, kapitalist merkezlerde faşist örgütlerin önünü açmakta, sığınmacı ve göçmen karşıtlığını körüklemektedir.
Son olarak İngiltere’de göçmenlere yönelik günlerce süren saldırılar bu kapsamda değerlendirilmelidir.
İsrail Siyonizmi’nin Ortadoğu coğrafyasında emperyalizmin bir aparatı olarak kurulması ve son süreçte Filistin ulusuna yönelik soykırım saldırılarına koşulsuz destek verilmesi de ezilen halklara yönelik net bir mesaj içermektedir. Emperyalistler, ezilen bağımlı halklara “isyan ederseniz katledilirsiniz” demektedir.
“Normalleşen” ve halk düşmanlığında ısrar eden burjuva siyaset!
Kurulduğu günden itibaren emperyalizmin yarı-sömürgesi olan TC devleti ise hemen her konuda olduğu gibi Filistin ulusal direnişi karşısında ikiyüzlü bir politik tutum içindedir.
Bir yandan Filistin’e destek açıklamaları yapılırken diğer yandan ise İsrail’le ticaret sürdürülmektedir. İsrail’le yapılan ticaretin kitleler nezdinde teşhir olması, AKP-MHP hükümetinin göstermelik olarak “ticareti durdurma” açıklaması yapmasına neden olmakla birlikte “Filistin’e dua, İsrail’e gemi” politikası bu kez “Filistin’le ticaret” adı altına İsrail’le ticaretin sürdürülmesiyle devam ettirilmektedir.
AKP-MHP iktidarının Filistin direnişine yaklaşımı öylesine ikiyüzlüdür ki kısa bir süre önce doğrudan Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan tarafından azarlanan ve özür dilemesi istenen Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın parlamentoda konuşması ayakta alkışlanmaktadır. M.Abbas’ın Filistin direnişindeki rolü bir yana, iktidarın bu tavrı Filistin direnişini kendi çıkarları için araçsallaştırma amacını açık etmektedir. M.Abbas’ın mecliste konuşturulmasının tamamen içeriye ve dışarıya dönük mesaj olduğu tartışmasızdır. “Türk usulü başkanlık rejimi”nde meclis tamamen göstermelik bir kurum olarak işlev görmektedir.
Nitekim M.Abbas’ın konuşmasından bir gün sonra milletvekilliği gasp edilen ve halen esir tutulan Can Atalay’la ilgili meclis görüşmesinde konuşma yapan TİP milletvekiline saldırı Türkiye’de burjuva siyasetin faşist niteliğine dair son güncel örnek olmakla birlikte ilk değildir.
Meclisin ilk açılışından günümüze kadar geçen süre içinde silahla milletvekili öldürülmesinden, linç girişimlerine kadar onlarca örnek vardır. Bu faşist saldırının özgünlüğü ise yerel seçimler sonrasında iktidarıyla muhalefetiyle hakim sınıf siyasetinin propaganda ettiği siyasette “yumuşama” ve “normalleşme” söylemlerinin ardından yaşanmasıdır.
AKP-MHP iktidarı, ekonomik krizinin bütün yükünü işçi ve emekçilere yükler ve halk her gün bir önceki günden daha da yoksullaşırken, ana muhalefet partisi siyasette “normalleşme” adı altında kitlelerin iktidara yönelik öfke ve tepkilerini, “kontrollü sokak muhalefeti”yle düzen içinde tutmaya çalışmaktadır. CHP kitlelerin düzene olan tepkisini göstermelik mitinglerle savuşturmakta öte yandan AKP-MHP iktidarıyla “normalleşme” çağrıları yapmaktadır.
CHP her fırsatta TC’nin “kurucu partisi” olduğu bilinciyle hareket etmekte ve düzenin bekası adına iktidarla aynı safta yer aldığını kanıtlamaktadır.
Nitekim Türkiye’nin dört bir yanında yaşanan orman yangınları bir kez daha devlet denen örgütlenmenin işlevine dair gerçekleri faş etmiş durumdadır. Türkiye koşullarında depremler, sel baskınları, orman yangınları gibi doğal afetlerin doğal olmaktan çıkıp tam anlamıyla felakete dönüştürüldüğüne tanık olmaktayız. Deprem gibi bir doğa olayına karşı öncesinde gerekli hazırlık yapmayan devlet deprem sonrasında da enkaz altındakini kurtarmak yerine kurtarma çalışmalarını engelleyerek can kayıplarını artırmaktadır.
Deprem sonrasında ise depremi bir fırsata dönüştürerek “rezerv alan” gibi yasalarla rant ve yağmanın önü açılmaktadır. 6 Şubat depremleri sonrasında Antakya’da yaşanan mülkiyet hakkı gaspı pratikleri bunu kanıtlamaktadır.
Orman yangınlarında da benzer bir durum vardır. T.Kürdistanı’nda onarılmayan elektrik hatlarından çıkan yangınları önlemek yerine yangının suçunu Kürt köylüsüne atan iktidar, yangınları söndürmek için kılını kıpırdatmayarak onlarca kişinin ölmesi ve yaralanmasına neden olmanın yanında binlerce canlı hayvanın telef olmasına ve zarar görmesine yol açmıştır.
Ege ve Akdeniz’de çıkan orman yangınları sahillerin imara açılmasını hedeflerken, İzmir ve Manisa yangınlarında da görüleceği üzere orman yangınlarına müdahale etmek ve söndürmek için gerekli ve yeterli bir hazırlığın olmaması beraberinde yangınların büyüyerek daha fazla hasar vermesine neden olmaktadır. Orman yangınlarının söndürülmemesi ve büyümesiyle tam bir felaket dönüşmesinin arkasında, “itibardan tasarruf olmaz” yaklaşımının yanında esas olarak “bir top mermisi kaç para biliyor musunuz” anlayışı bulunmaktadır.
“İtibar” adı altında Cumhurbaşkanlığına milyonlarca bütçe ayrılmakta ve örneğin yangın söndürme uçağı yerine, gereğinden fazla Cumhurbaşkanlığı uçağı alınmaktadır. Halkın vergilerini, doğal afetlere hazırlanmak yerine, savunma adı altında haksız savaş ve işgallere ayırmak vardır. İtibara ve haksız savaşa harcanan para pekala başta deprem, orman yangınları, sel baskınları gibi doğal afetlere hazırlık için harcanabilirdi. Bunun yapılmadığı koşullarda orada net bir ideolojik tercih vardır.
Halkın değil bir avuç azınlığın çıkarlarını önceleme ve halk düşmanlığında ısrar etme vardır.
İktidarıyla muhalefetiyle hakim sınıf siyasetinin temel hareket noktası halkın çıkarlarını değil bir avuç azınlığın çıkarlarını öncelemedir. Böyle olduğu içindir ki ana muhalefet partisi CHP, kitlelerin iktidara yönelik tepkilerini siyasette yumuşama ve normalleşme söylemleri adı altında düzen içinde tutmaya çalışmaktadır. Hakim sınıf partileri halkın belli bir tepki içinde olduğunu, kendi içinde bir öfke biriktirdiğinin farkındadırlar.
Bu öfkenin tıpkı Bangladeş’te olduğu gibi yeni bir Gezi İsyanı’na yol açmaması için çaba harcamaktadırlar. İktidar, halk kitleleri üzerinde her alanda faşist terörünü ve baskısını artırır, sokak hayvanlarına yönelik katliam yasaları çıkarıp, düğünlerde Kürtçe şarkı çalmak ve halay çekmek dahi yasaklanırken, burjuva muhalefet ise kitlelerin iktidara yönelik tepkilerini düzen içinde tutmanın çabası içindedir.
Dipte kitle hareketi mayalanıyor
Son süreçte başta işçi sınıfı ve üretici köylülük olmak üzere geniş halk kitlelerinin özellikle iktidar partisine yönelik bir tepkisi vardır.
Yerel seçimlerden de anlaşılacağı üzere AKP iktidarının kitle desteğinde gerileme vardır. Bu çözülme süreci devam etmektedir. Anadolu’nun dört bir yanındaki üretici köylülerin ürettikleri ürünlerin ellerinde kalmasına ve hayat pahalılığına yönelik eylemleri yaşanmaktadır.
Malatya’dan Balıkesir’e, Maraş’tan Aksaray’a köylüler yol kesme eylemleri yaparak iktidarı protesto etmektedir. Küçük üreticinin üretiminin elinde kalması ve ürettiğini satamaması dahası elindekini de kaybetme tehlikesine karşı bu eylemleri önemlidir.
Bir o kadar da önemli olan ise bu eylemlere “destek” olma adına katılan CHP’nin tavrıdır. Balıkesir’deki köylülerin eylemine katılan CHP Balıkesir Milletvekili Serkan Sarı; “Daha fazla taşkınlık yapmayın, yolu daha fazla kapalı tutarak rahatsızlık vermeyin” diyerek köylüleri suçlamaktadır. (13.08.24) Köylülere destek verme adı altında köylülerin eylemlerini “taşkınlık ve rahatsızlık vermek” olarak tanımlayan “muhalif” milletvekilinin sözleri, burjuva ana muhalefet partisinin kitle eylemleri ve hareketi karşısındaki tavrını da özetliyor.
Köylüler ürünlerinin para etmediğini söylüyor ve iktidara çalınan emeğinin karşılığını soruyor, “muhalif” CHP’li vekil “daha fazla taşkınlık yapmayın” diyor. Bu somut örnek bile AKP’nin en büyük destekçisinin CHP olduğunu kanıtlamaktadır. Halk kitlelerinin açılığının ve yoksulluğunun sorumlusu AKP-MHP iktidarıyken, isyan edilmemesinin, boyun eğilmesinin ve açlığın süreklileşmesinin sorumlusu da CHP olarak ortaya çıkmaktadır.
Sadece köylüler değil işçi sınıfı da belli bir hareketlilik içindedir. Kamudan özel sektöre bütün alanlarda işçi sınıfı içten içe bir tepki içindedir. CHP’li belediyelerde işte atılan belediye işçilerinin direnişlerinden, Tek Gıda-İş’e üye oldukları için Kod 46 ile işten atılan Polonez işçilerinin direnişine, Antakya’da metal işçilerinin grevinden, Elbistan’da Çelikler Holding taşeronunun işçilerin ara zam talebi üzerine 300 işçiyi işten çıkarmasına karşı mücadelesine, Esenyurt CarrefourSA depoda DGD-Sen üyesi işçilerin sendikada örgütledikleri ve ara zam istedikleri için işten atılmasıyla başlayan iş bırakma eyleminden, Bakırköy-Kirazlı Metro projesinde Bayburt Group taşeronu Modül Teknik çalışanlarının eylemlerine kadar işçi sınıfı eylemlik içindedir.
Öte yandan maden, enerji şirketlerine karşı halk direnişleri kararlı bir şekilde ve yaygınlaşarak sürmektedir. Sokak hayvanlarının katledilmesi yasasına karşı direnişte devam etmektedir. Kürt ulusunun kayyum saldırısına karşı eylemleri de sürmektedir.
Tablo, işçi sınıfının, köylülüğün ve toplamda emekçi halkın kendine dayatılana karşı itiraz ve tepki içerisinde olduğunu göstermektedir. Dahası muhalefet adına var olan düzen partilerinin asıl amacının, halkın öfkesini düzen içinde tutmaya çalıştıkları hemen her pratikte açığa çıkmaktadır. İşçi sınıfı ve halkın dipte mayalanan öfkesi içinde yer almak, taleplerini sahiplenmek devrimci bir kitle hareketine yaratmak her zamankinden daha önemli bir devrimci görev olarak kendini dayatmaktadır.