Cumhurbaşkanlığı seçimlerini R.T.Erdoğan’ın kazandığının açıklanmasının ardından, Türk hakim sınıfların “olağan” gündemlerine döndüler.
Her ne kadar burjuva muhalefette, “ne olacak bu CHP”nin hali” değerlendirilmeleriyle birlikte “değişim” tartışmalarının ve asıl olarak önümüzdeki bahar yapılacak olan yerel seçimlere yönelik tartışmaların yapıldığı gözlense de, TBMM’nin açılmasının hemen ardından asli misyonuna uygun olarak halka karşı yeni yasaların kanunlaştırıldığına tanık olduk.
Meclis, varlık nedeni olan ve demokrasi maskesi adı altında Türk hakim sınıflarının sınıfsal çıkarlarını gerçekleştirme misyonuna uygun olarak yeni vergileri içeren kanunları onayladı. “Torba kanun” adı verilen yöntemle 6 Şubat ve sonrası gerçekleşen depremleri gerekçe göstererek, doğrudan ve dolaylı vergilerin artırılmasına karar verdi. Aynı “torba”da yeni infaz düzenlemesi adı altında, cinayet, tecavüz gibi adli suçlara yönelik “örtülü af” getirildi. Hemen ardından da meclis 1 Ekim’e kadar tatile girdi.
Seçim sonrası peşpeşe açıklanan zamlar ve vergilerde artış, ekonomik krizin halka fatura edilmesinin ön adımları olarak görülmelidir. Coğrafyamızda hakim sınıflar tarihsel olarak bu geleneğe sahiptir. Tarlanın kenarında biten otlardan dahi vergi alan Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bir süreklilik söz konusudur ve bunun sadece AKP’yle sınırlı olmadığı bilinmelidir. Hangi hakim sınıf kliği olursa olsun temel öncelik kendi sınıf çıkarlarının korunması, reayadan halka uzanan çizgide doğrudan ve dolaylı vergilerin artırılarak soygunun ve talanın sürdürülmesidir.
Doğrudan ve dolaylı vergilerde yapılan artışın, Türkiye ekonomisinin başına “kurtarıcı” olarak atanan ve gerçekte emperyalist sermayenin kayyumu olan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in hazırladığı ve ekonomik krizin yükünün halka fatura edilmesi anlamına gelen politik yönelimin başlangıcını ifade ettiği açıktır.
Burjuvazi, “rasyonel politika”lara dönmüş durumdadır. Bu gerçekte, zamlar ve vergilerin artırılması, yüksek enflasyon karşısında ücretlerin düşmesi, daha fazla yoksunluk ve yoksulluk olacağı açıktır. Ve “Saray”ın şimdilik yerel seçimler nedeniyle temkinli davrandığı, bir yandan göstermelik olarak, asgari ücrete ve emekli maaşlarına zam yaparak oluşabilecek tepkilere karşı ön almaya çalıştığı ortadadır.
Seçim sonrası yaşanan zamlar ve vergi artışı nedeniyle ana muhalefet partisinin lideri K.Kılıçdaroğlu’nun bahsini ettiği “Halil İbrahim Sofrası”nın gerçekte Türk hakim sınıflarının sofrası olduğu da bir kez daha görülmüş oldu. Burada dikkat çeken nokta, Kılıçdaroğlu’nun yaşanan zamları “ekonomik soykırım” olarak tanımlamasıydı. Zamları “ekonomik soykırım” olarak tanımlayan Kılıçdaroğlu’nun aynı konuşması içinde halkı seçimlerde kendisini seçmedikleri için suçlaması ise tam da hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar dalaşını neden kazanamadığını da özetler nitelikteydi.
Kılıçdaroğlu halkı, kendi temsilcisi olduğu kliği seçmemesi nedeniyle suçlarken, her fırsatta halkı sokağa çıkmama yönünde uyardığı, halkın kendi çıkarları için mücadele etme tavrını “provokasyon” olarak tanımladığı unutulmamalıdır. Halkın kendi sorunları ve çıkarları için mücadele etmesini her fırsatta engelleyen, dahası iktidar gücü ellerinde olduğunda halka karşı faşist terör uygulamaktan çekinmeyenlerin, halkı suçlaması ancak ve ancak faşist bir aklın ürünü olabilir.
Dahası Kılıçdaroğlu ve temsilcisi olduğu hakim sınıf kliği, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, halka tepeden bakan, halkı “güdülecek bir sürü” olarak gören komprador burjuva ve büyük toprak ağalarının ve bu sınıfların ideolojisi olan Kemalizm’in savunucusudurlar. Bu hakim sınıf kliğinin cumhuriyetlerinin kuruluşundan itibaren, “ilericilik”, “laiklik”, “çağdaşlık” adı altında Türk, Kürt uluslardan, çeşitli milliyet ve inançlardan Türkiye halkına yönelik uyguladıkları katliamlar, baskılar, zulüm politikaları bilinmektedir.
AKP’nin ve temsilcisi olduğu hakim sınıf kliklerinin seçim başarılarında halkın bu hafızasının etkisi vardır. Her ne kadar coğrafyamızda burjuva seçimlerinin -son seçimlerde de görüldüğü üzere- halk kitlelerini aldatmaya, yalana, montaja ve manipülasyona dayanan niteliği etkili olsa da, Kemalizm’in ve onun temsilcisi olan partilerin geniş halk kitleleri üzerindeki bu olumsuz etkisini, önemini ifade etmek gerekir.
“Azgın kapitalizm” ve AKP’nin sınıfsal niteliği!
AKP’nin, Kemalizm’in temsilcisi olan partiler karşısında yıllardır seçim kazanmasının en önemli nedenlerinden biri de budur. Hatırlanırsa AKP hükümete geldiği ilk seçimler öncesinde yasaklar, yolsuzluk ve yoksulluğa (3Y) son verme ve Kemalizm’in halk üzerinde uyguladığı kimi faşist uygulamaları (başörtüsü yasağı) kaldırma vaadinde bulunmuştu. AKP’nin ve özellikle R.T.Erdoğan’ın kitlelerin belli bir kesiminin desteğini almasının arkasında, “üstünlerin hukuku” yerine, “hukukun üstünlüğü”nü sağlama vaadi, halkın yıllardır, hakim sınıf kliklerinin kendisine reva gördüğü ekonomik ve sosyal koşullara itirazı da içeriyordu.
Dahası AKP, emperyalizmin 1980’li yıllarla birlikte girdiği uluslararası işbölümünü yeniden düzenlemesi ve bunun Türkiye gibi yarı-sömürge, yarı-feodal ülke ekonomilerine biçtiği misyona uygun düzenlemeler üzerine iktidar oldu. Emperyalist sermayenin Türkiye gibi ekonomilere yönelik uluslararası işbölümü temelinde yeniden düzenleme politikası, 24 Ocak Kararları, 1980 askeri darbesi ve Turgut Özal politikalarıyla uygulamaya çalışılmışsa da, halk kitlelerinin mücadelesi ve direnişi nedeniyle bu düzenleme ve yeniden yapılanma esas olarak “emperyalist sermayenin kayyumu” olan Kemal Derviş eliyle “15 günde 15 yasa” olarak tanımlanan politikalarla hayata geçirilmiştir.
AKP, Türkiye ekonomisinin emperyalist sermayenin çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlenmesinin ürünü olarak uygulanan ekonomi politikaların ortaya çıkardığı siyasal iklimde “eskinin muhalifi” bir parti olarak iktidara getirilmiş, Türkiye toplumunun ekonomik ve sosyal dönüşümünün sonuçlarıyla birlikte iktidarını, “iktidardayken muhalefet” ederek sürdürmüştür.
Denilebilir ki AKP’nin ve R.T.Erdoğan’ın en önemli başarısı budur. Örneğin Erdoğan ve AKP iktidar partisi olarak, ekonomik krizi, halkın giderek yoksullaşmasını ve alım gücünün düşmesini “dış güçlerin işi” olarak ya da Kürt ulusal özgürlük mücadelesi başta olmak üzere halk kitlelerinin mücadelelerini ırkçı ve şoven politikasıyla “terör” ve “beka sorunu” olarak propaganda etmiş ve kendi kitle desteğini korumayı başarabilmiştir.
Halk kitleleri daha çok yoksullaşır ve alım gücü düşerken, burjuva muhalefet halkın tepkisini düzen içinde tutmak için “aman sokağa çıkmayın”, “sandıkla gidecekler” propagandasına ağırlık vermiş, faşist iktidarı gerçek anlamda sarsacak ve güçten düşürecek, halk kitlelerinin sokağa dönük eylemlerini, iktidarla birlikte kriminalize etmiştir. Seçim sonrasında ise iktidar mücadelesinde istediği sonucu alamayınca bu kez halkı suçlamaya başlamıştır.
Çokça ifade edildiği üzere AKP’nin seçimi önde bitirdiğinin açıklanmasının nedeni burjuva muhalefetin “majestelerinin muhalefeti” olmasıdır. Bunun için sayfalar dolusu değerlendirme yapmak bile gereksizdir. İktidar karşısında burjuva muhalefetin en kritik anlarda verdiği destek bilinmektedir. “Yenikapı ruhu”ndan HDP eşbaşkanları ve milletvekillerinin “anayasaya aykırı ama” denilerek dokunulmazlıklarının kaldırılmasına verilen destek ortadır. Dolayısıyla iktidarı ve muhalefetiyle hakim sınıf kliklerini temsil eden partilerin özünde bir farkı bulunmamaktadır.
AKP’den CHP’ye uzanan çizgide bütün hakim sınıf partileri, hakim sınıfların üzerinde anlaştıkları cumhuriyet rejiminde mutabıktırlar. Bu rejimin İslamcı’ya da “laik” (ki bu gerçek anlamda bir laiklik değildir) Kemalist olması nüanstır. Temel olan emperyalist sermayeyle işbirliği, başta Kürt ulusu olmak üzere, her milliyetten ve başta Alevi inancı olmak üzere her inançtan halka düşmanlıktır. Dönem dönem bu politikaların hedefleri değişse, azalıp artsa da temel olan budur.
Hal böyleyken AKP’nin Kemalizm’in özü olan emperyalist sermayeyle işbirliği ve ilerici, demokratik devrimci ve komünist harekete düşmanlık olarak tanımlayabileceğimiz sınıfsal temsiliyetle esasta bir derdi olmadığı, dahası TC rejiminin Kemalizm adına halka yönelik on yıllardır uygulandığı politikalara karşı “yerli ve milli” duruşu temsil ettiği propagandasıyla kitle desteğini koruduğu bir gerçektir.
AKP’nin “anti-emperyalizmi” dövizdir!
Bu açıdan bakıldığında iktidarı ve muhalefetiyle Türk hakim sınıflarının çoğunluğunu neden R.T.Erdoğan’dan ve iktidarından memnun olduğu daha iyi anlaşılır. AKP iktidarları döneminde komprador burjuvazinin temsilcisi olan Koçların, Sabancıların vb. kârlarına kâr kattıkları ve daha da zenginleştikleri ortadadır.
AKP bunun yanında temsil ettiği hakim sınıfların devlet ihalelerinden, teşviklerden yararlanarak palazlanmasını sağlamıştır. Bu anlamıyla AKP ve R.T.Erdoğan rejimi hakim sınıf kliklerinin önemli bir kısmının desteğini almayı sürdürme başarısını göstermektedir. AKP’nin ve R.T.Erdoğan’ın son seçimlerde oy oranında düşüş olmasına rağmen, seçim sistemi, -ittifaklar- nedeniyle iktidarını sürdürebilmesinin arkasında bu etken de önemlidir.
Yine emperyalist sermayenin R.T.Erdoğan iktidarına verdiği destek de, kendi çıkarları söz konusu olduğunda anlaşılırdır. Emperyalist sermayenin Türk hakim sınıflarıyla işbirliği içinde artı değer sömürüsünden aldığı aslan payının yanında yer üstü ve yeraltı kaynaklarına dayalı talanına, şimdi de örneğin, Avrupa’ya mülteci akınını önlemek için baraj olmak görevi eklenmiştir.
Yıllardır emperyalist sermayenin bölgedeki jandarmalığını yapanlar bu kez de göçmeneler için Avrupa emperyalistlerinden aldıkları para karşılığında zabıtalık yapmaktadırlar. TC rejimi yıllardır NATO üyeliği aracılığıyla bölgemizde her türlü gericiliğin kollayıcısı ve her türlü saldırganlığın üssü olurken gelinen aşamada NATO’nun yeni misyonuna uygun olarak konumlandırılmaktadır.
R.T.Erdoğan’ın en iyi yaptığı şeyin ticaret olduğu ve “Çünkü ben adeta ülkemi pazarlamakla mükellefim” dediği bilinmektedir. (16.10.2005). Erdoğan bütün iktidarı boyunca bu sözlerine uygun davranmış, ülkesini adeta emperyalist sermayeye pazarlamıştır. Erdoğan’ın dışa yönelik diplomasi de gösterdiği zikzaklı tavrın arkasında bu pazarlık siyaseti vardır.
Son olarak İsveç’in NATO üyeliği meselesinde yaşananlarda bu minvalde değerlendirilmelidir. AKP’nin ve temsil ettiği sınıfların tek değeri paradır. Onlar için parayı veren düdüğü çalmaktadır. Nitekim İsveç’in NATO üyeliği karşısında pazarlık yapıldığı, TC’nin İsveç’in NATO üyeliğini onaylaması karşılığında ABD’den “11-13 milyar dolar büyüklüğünde IMF kredisi sözü verildiği” iddiaları ileriye sürülmüştür. (Seymour Hersh, 15 Temmuz)
“Tavla Mutfağı”nı çoğaltmak!
İktidarın “rasyonel politikalara” dönüş olarak tanımladığı, dışarıda ise para için “at pazarlığı” yaptığı koşullarda, halka yönelik saldırılarının her anlamda arttırılacağı açıktır.
Halihazırda ilerici, devrimci güçlere yönelik saldırı politikası, “kemer sıkma” adı altında halka yönelik saldırıların artırılacağı koşullarda daha da artacaktır.
Kitleler Niğdeli kiraz üreticisi köylülerin ürünlerin ellerinde kalmasına tepki göstermesi ya da inşaat işçilerinin haklarını talep eden direniş eylemlerinde olduğu gibi, bölük pörçük de olsa direnme örnekleri göstermektedirler. Sınıf bilinçli proletarya bu koşullar altında çabuk sonuç alıcı, kolay başarıyı hedefleyen eylemlerden ve çalışma tarzından uzak; uzun vadeli ve kitlelerin kendi örgütlenmelerini örgütlemesi hedefiyle çalışmalarını sürdürmelidir.
Bizlerin gücü kitlelerin örgütlülüğünden gelir. Kitlelerin gücü “en güçlü atom bombası”ndan bile daha güçlüdür. Ancak bu gücü açığa çıkarmanın yolu, kitlelerle birlikte hareket etmek ve kitlelerin içinde onların çıkarlarını savunan örgütler kurmaktan geçer. Sınıf bilinçli proletaryanın yarım asrı aşan mücadelesinde ilk legal kitle yayınının adının “Halkın Gücü” olması tesadüf değildir. Bu bir gerçeğe işaret etmesi kadar şu andaki görevimize de işaret eder.