GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Gezi İsyanı 11 Yaşında! YENİ GEZİLERE HAZIRLANALIM!

Bu nedenle CHP, öğretmenlerin, emeklilerin, çay üreticilerinin taleplerini dillendirmek adına mitingler düzenlemekte ve kitlelerin tepkisinin düzen dışına çıkmaması için çaba göstermektedir.

Emperyalist kapitalist sistemin içinde bulunduğu durum, yeni bir paylaşım savaşı tartışmalarının artarak sürmesine neden oluyor. ABD ve Çin emperyalistleri arasında Tayvan merkezli askeri bir çatışma olasılığı artarken, emperyalist arası çelişkinin doğrudan ürünü olan Rusya’nın Ukrayna işgalinde savaş uzadıkça yeni arayışlar gündeme geliyor. Savaşa doğrudan NATO’nun dahil olması tartışılıyor.

Rusya’nın Ukrayna işgal savaşında, NATO aracılığıyla dolaylı taraf olan ABD ve AB emperyalistleri gelinen aşamada açıktan taraf olmayı tartışıyorlar.

Ukrayna’nın Rusya’ya saldırması için ABD silahlarından sonra Alman silahlarının da kullanılacağı açıklanıyor. Rusya-Ukrayna savaşının başından itibaren bu devletlerin silahlarının kullanıldığı ve silah stoklarının eritildiği bilinmesine rağmen, açıktan bu kararların alınmaya başlanması emperyalistler arası çelişkinin vekalet savaşından doğrudan savaşa evrilmesi tehlikesine işaret ediyor. Dahası Almanya açısından Sosyal Demokrat Parti’nin ve Yeşiller’in hükümetinde bu kararın açıklanması bir kez daha Alman “sosyal demokrasi”sinin -tıpkı II. Enternasyonal döneminde olduğu gibi- işçi sınıfının ve halkların karşısında yer almaya devam ettiğini kanıtlanıyor.

ABD başta olmak üzere batı emperyalizminin Ortadoğu coğrafyasında doğrudan ileri karakolu olarak kurulan Siyonist İsrail rejimi ise Filistinlilere yönelik soykırım saldırılarını sürdürüyor. Filistin ulusal direnişinin 7 Ekim 2023 saldırılarını bahane eden Siyonist İsrail, yıllardır sürdürdüğü Filistin’i işgal ve ilhak etme politikasını, soykırımla sonuçlandırmak istiyor.

Emperyalist batı sermayesinin Ortadoğu’daki temsilci ve bekçisi olan Siyonist aygıt, kendini var edebilmek için başta Filistin halkı olmak üzere bölge halklarına yönelik katliama ve soykırım makinası olarak işliyor. 7 Ekim sonrasında İsrail siyonizminin saldırıları sonucunda yaklaşık 40 bin Filistinlinin katledildiği açıklanıyor.

Emperyalist kapitalist sistem içinde yer alan burjuva devletlerin büyük çoğunluğu İsrail siyonizmini açıktan desteklerken, İsrail siyonizminin süregelen katliamları karşısında oluşan tepkileri ötelemek için göstermelik de olsa Filistin devletini tanıdıklarını açıklamaktadırlar.

Dünya halkları ise burjuva devletlerinin aksine mazlum Filistin halkının yanındadır. Özellikle emperyalist kapitalist merkezlerde, üniversite öğrencilerinin işgal eylemleri ve Siyonist İsrail’le her türlü ilişkinin kesilmesi talepleri yeni bir isyan dalgasını mayalamaktadır.

Siyonist İsrail’in katliamları ve emperyalistlerin bu katliamlara her türlü desteği vermesi karşısında dünya haklarında oluşan tepki ve mazlum Filistin halkıyla dayanışma eylemleri, emperyalist kapitalist devletlerin Filistin direnişini destekleyen eylemleri engelleme ve Filistin direnişiyle ilgili simgeleri yasaklamalarına neden olmuştur.

Burjuva demokrasilerinin sınırlarını hatırlatan bu yasaklamalar yeterli olmadığı koşullarda emperyalist ve siyonist medyanın yalana dayalı propaganda yayınlarına ağırlık verilmiştir. Özellikle ön plana çıkartılan “Yahudi düşmanlığı” ve “Hamas destekçiliği” olmaktadır.

Bu noktada şu önemlidir: İsrail-Filistin meselesinde sorun “Hamas destekçiliği”, “Yahudi karşıtlığı” ve antisemitizm vb. değildir. Emperyalist, siyonist ve gerici medya bu kara propagandayı bilinçli olarak yapmaktadır. Amaç Filistin direnişinin “şeytan”laştırılmasıdır.

Bu nedenle Filistin ulusal mücadelesinin haklı ve meşru olduğunu savunlar, Filistin halkı ile dayanışma içerisinde olan, Filistin için eylem ve yürüyüş düzenleyen anti-faşist ve devrimci örgütlenmeler “Yahudi düşmanı” ve anti-semitist olmak ile yaftalanarak hedef gösterilmektedir. Örneğin Almanya Frankfurt’ta ATİF derneğine yönelik saldırıda bulunulmakta ve siyonizm propagandası yapılmaktadır.

İsrail-Filistin sorununda mesele, Yahudiler ile Müslümanlar arasında değildir. Sorunu kaynağı emperyalizm ve siyonizmdir. İşgal, ilhak, katliam ve soykırıma karşı tavır almaktır. Haksız savaşlara karşı haklı savaşı desteklemek, emperyalizme ve ezen ulus şovenizmine (ve siyonizme) karşı ezilen ulusun mücadelesinin yanında yer almaktır.

Filistin ulusal mücadelesinin andaki konumunda ön planda olan (ve FHKC-FDHKC gibi devrimci örgütlerinde yer aldığı) Hamas’ın gerici ideolojisi ve İran başta olmak başka gerici güçlerle ilişkisi elbette önemlidir. Ancak bu sorun da talidir. Esas olan Filistin halkının emperyalizme, siyonizme karşı mücadelesinin yanında olmaktır.

Faşizmin ikiyüzlülüğü ve islamcılığın riyakarlığı

Filistin ulusal direnişini İslamcıların Yahudilerle mücadelesi olarak propaganda eden ve savunanlar gerçekte mazlum Filistin halkının yanında değil, siyonist İsrail’in yanında saf tutmaktadırlar. Bunun en somut örneğini İslamcı söylemli AKP faşist iktidarı oluşturmaktadır.

İslamcı söylemle Filistin halkının yanında olduğunu propaganda eden AKP iktidarı, siyonist İsrail’le her türlü ilişkisini sürdürmektedir. Kamuoyunda oluşan tepkiler nedeniyle, İsrail’le ticarete son verdiklerini açıklayanlar, gerçekte ticareti sürdürmektedirler.

Her şey bir yana sabah akşam soykırım saldırılarında İsrail’i kınayan ve kendine İslamcı diyenler, İsrail’in soykırım saldırılarında Azerbaycan petrolünü kullanmasına karşı çıkmamaktadırlar. Bileneceği üzere Azerbaycan petrolü SOCAR şirketi aracılığıyla Bakü-Ceyhan Boru Hattı kullanılarak İsrail’e satılmaktadır. TC devleti bu satıştan pay almaktadır. İsrail siyonizmiyle Azerbaycan gericiliğinin işbirliği yeni değildir.

Dahası kısa bir süre önce Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Ermenilerine yönelik saldırılarında ve Artshak işgalinde İsrail siyonizmi ve TC faşizminin doğrudan desteği olmuştur.

TC devleti bir yandan “Filistin’e dua ederken İsrail’e gemi göndermeyi” sürdürmektedir. TC devletinin iktidarıyla muhalefetiyle bütün kliklerinin İsrail siyonizmi karşıtlığı sahte, Filistin halkı dostluğu yalandır. İkiyüzlü ve riyakardır.

ABD’nin eski Birleşmiş Milletler Büyükelçisi ve Güney Carolina Valisi Nikki Haley’in İsrail siyonizminin Filistin halkına yönelik saldırılarında kullandığı top mermilerinin üzerine “onları bitirin” yazmasına tepki gösteren İslamcısından Kemalistine ve kendisine muhalif diyenine kadar herkesin; TC faşizminin Afrin işgali sırasında CHP Aydın Belediye Başkanı’nın Kürtleri katleden bombaları üzerine adını yazmasına tepki göstermemesinden ve dahası bu katliam övgüsünü gururla paylaşmasından da anlaşılacağı üzere, siyonizm ve faşizm, ezilen halklar ve mücadeleleri söz konusu olduğunda, soykırım ve katliam güzellemelerinde ortaklaşmaktadırlar.

Filistinlilerin halkının üzerine yağan bombalara imza atılmasına tepki gösterenler, Afrin bombalarının üzerine atılan imzayı alkışlamaktadırlar. İsrail siyonizmi ve TC faşizmi arasında, söz konusu emperyalist çıkarların bekçiliği ve ezilen haklar ve mücadeleleri olduğunda aynılık açığa çıkmaktadır. İsrail siyonizmi ve TC faşizmi sadece kendi halkları açısından değil bölge halkları açısından da birer katliam ve terör rejimleridir.

İsrail siyonizminin Filistin halkına yönelik katliamlarını sabah akşam kınayanlar, benzer saldırıları Kuzeydoğu Suriye’de Kürt halkı başta olmak üzere bölge halklarına yönelik gerçekleştirilmesini desteklemektedirler. TC devletinin gün aşırı gerçekleştirdiği ve sistematikleştirdiği saldırılarda halkın günlük yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayan alt yapı tesisleri bombalanmakta, ekinleri dahi ateşe verilmektedir. Dahası Kuzey Suriye’ye yönelik fiili olarak işgal ettikleri bölgelerin yanında yeni işgal açıklamalarında bulunmaktadırlar.

R.T.Erdoğan, Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin 11 Haziran’da yapılacağını açıkladığı yerel seçimler karşısında tehditler savurmaktadır.

TC faşizminin bu saldırganlığı sadece Kürt düşmanlığıyla ilgili değildir. Kuşkusuz TC faşizmi açısından Irak ve Suriye Kürdistanı’ndaki Kürt ulusunun kazanımları kendi bekası açısından bir tehdit unsuru olarak görülmektedir. Ancak faşist saldırganlık aynı zamanda ekonomik krizle bağlantılıdır. Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durum başta silah sanayi olmak üzere, bu sektöre bağlı olan KOBİ’lerin ayakta tutulması için faşist saldırganlığı ve işgali koşullamaktadır.

Öte yandan işgal edilecek bölgelerin yağmalanması, zenginliklerine çökülmesi hedeflenmektedir.

 

“Yumuşama” ve kontrollü sokak muhalefeti!

AKP-MHP iktidarının içerde ve dışarda daha da saldırganlaşacağının işaretleri fazlasıyla vardır. Erdoğan’a “seferberlik yetkisi” verilmesinden, “yeni anayasa” tartışmalarına ve “sokak hayvanlarını katletme yasası”ndan, “etki ajanlığı” yasasına kadar bir dizi yeni saldırı yasaları hazırlık içindedir.

Kamuoyunda tepki çeken lüks ve şatafat karşısında “tasarruf genelgesi” yayınlayıp göstermelik adımlar atarken, halkı soymaya devam etmekte; doğrudan ve dolaylı vergi soygununun yanında trafik kurallarına uymayanlara ceza yağdırmaktadır!

AKP-MHP iktidarının yeni bir saldırı hazırlığı içinde olduğu, AKP Genel Başkanvekili Efkan Ala, hızlı bir reform süreci yapacaklarını belirterek “Türkiye’nin önünü açacak düzenlemelere ihtiyaç var ve onları yapıp değiştireceğiz. AK Parti, Ankara kriterlerini baz alarak ikinci bir reform dalgasına hazırlanıyor” açıklamasından da anlaşılabilir. (29.05.2024) Çünkü faşizm ne zaman reformdan bahsetse, arkasından halka saldırı devreye sokulmaktadır.

AKP-MHP iktidarı ekonomik krizle ve enflasyonla mücadele adı altında halkı soymaya devam edeceklerdir. Nitekim Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, İstanbul’da Maliye Hesap Uzmanları Vakfı (HUV) tarafından düzenlenen “Enflasyonla Mücadele ve Merkez Bankacılığı” programında yaptığı konuşmada, Orta Vadeli Program”ı kararlılıkla uygulayacaklarını ve bunun içinde açık açık “iç talebi baskılayacakları”ndan bahsetmektedir.

Bunun anlamı ekonomik krizle mücadele adı altında “ücretli emeğin ve küçük üreticilerin gelirlerini küçültmek ve bu yolla satın alma güçlerini zayıflatılması” hedeflenmektedir.

Kısaca enflasyonla ve ekonomik krizle mücadele adı altında, ekonomik krizin bütün yükü işçi ve emekçilere yıkılmaktadır. Bu durumunu önümüzdeki süreçte işçi ve emekçilerin alım gücünü daha da düşüreceği, yoksulluğu ve işsizliği artıracağı kesindir. Kesin olan bir diğer şey ise işçi ve emekçilerin bu duruma tepkileridir. Bu nedenle “yangın söndürücü” olarak CHP devrededir.

31 Mart yerel seçimleri sonrasında bizzat Erdoğan’ın ağzından ifade edilen “siyasette yumuşama” söylemi hakim sınıf klikleri arasında dalaşta uzlaşmaları halka yönelik saldırıda ortaklaşmaları demektir. Nitekim 31 Mart yerel seçimlerinden birinci parti olarak çıkan ana muhalefet partisi CHP, “rejimi kuran parti” olarak sorumluluğun farkındadır ve kendisine biçilen rolü başarıyla oynamaktadır.

Başta alım gücünün düşmesi ve yoksullaşma olmak üzere kitlelerde AKP-MHP iktidarına yönelik ortaya çıkan tepki kendisini yerel seçimlerde somut olarak göstermiş durumdadır. Kitlelerde oluşan tepkinin düzen karşıtı bir kanala evrilmemesi için CHP “kurucu parti” olarak devrededir ve “erken seçim” dahi istememektedir. CHP’nin hakin sınıf klikleri arasındaki dalaşta uzlaşma halka karşı saldırıda ortaklaşma politikasının somut örneği 1 Mayıs’ta yaşanmıştır.

1 Mayıs’ta işçi ve emekçilerin düzene olan öfke ve tepkisinin gösterilmesi, işçi sınıfının taleplerinin 1 Mayıs Taksim alanında dile getirilmesi, bürokrat ve sarı sendikalarla işbirliği içinde son derece başarılı bir politikayla engellenmiştir.

31 Mart yerel seçimlerinden sonra CHP’nin oynadığı rol, kitlelerin AKP-MHP iktidarına yönelik tepkisini, “kontrollü sokak muhalefeti”yle kendi arkasında yedeklemek ve düzen içinde tutmak olarak özetlenebilir. Bu nedenle CHP, öğretmenlerin, emeklilerin, çay üreticilerinin taleplerini dillendirmek adına mitingler düzenlemekte ve kitlelerin tepkisinin düzen dışına çıkmaması için çaba göstermektedir.

Gerçekte ise CHP’nin AKP-MHP iktidarının ekonomik krizin bütün yükünün halka yıkılması demek olan “Mehmet Şimşek Programı”yla bir sorunu bulunmamaktadır.

31 Mart yerel seçim sonuçlarından açıkça görüleceği üzere AKP-MHP iktidarı kitle desteğini kaybetmektedir. Halk kitlelerinde yaşamak zorunda bırakıldıkları koşullara yönelik belli bir tepki vardır. Uygulanan M.Şimşek programıyla bu tepkinin daha da artacağı kesindir.

Bu koşullar altında iktidarıyla muhalefetiyle Türk hakim sınıf klikleri, halk kitlelerinin tepkisini düzen içinde tutmak politikasında uzlaşmışlardır. “Siyasette yumuşama ve normalleşme” söylemleri bu amaçla devrededir. Hakim sınıf klikleri kendi aralarındaki iktidar mücadelesinde “müştereklerde birleşirken” halka yönelik saldırılarda ortaklaşmışlardır.

31 Mart yerel seçimi sonrasında burjuva siyasette yaşanan tartışmaların yanında 1 Mayıs’a, 18 Mayıs’a yönelik tutuklama saldırıları, Kobane İntikam davası kararı gibi gelişmeler bu politikanın örneklerini oluşturmaktadır.

M.Şimşek programına paralel olarak önümüzdeki süreçte halka ve devrimcilere yönelik saldırıların devam edeceği gerçeğinden hareketle yeni Gezilere hazırlanmak göreviyle karşı karşıyayız.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu