GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Enkaz Altında Can Veren Devlet; Dayanışmayla Direnişi Örmek!

Elazığ depreminde  deprem vergilerine  yönelik sorulara bile sopa ve kelepçe göstermekten başka  bir  politika  üretemeyen  bir  AKP iktidarı ile karşı karşıyayız.

Coğrafyamız ezilenleri bir kez daha doğanın olağan hareketliliğinin bir afete dönüşüne kanı ve canıyla tanık oldu.

Elazığ merkezli gerçekleşen ve geniş bir alanda hissedilen son deprem bir kez daha yoksulların canına mal oldu. Bölgede deprem ve sonrasında açığa çıkan resim, ezilenlerin içinde bulunduğu yoksunluğu bir kez daha gösterdi. Hem de AKP’nin ücretli borazanlığını yapan televizyon kanallarına ve tüm gösteriye rağmen.

Elazığ  depremiyle  egemen  sınıfların ezilenlere,  yoksullara  yönelik  bakışının ve  tutumunun,  değişmeden  bugüne  geldiğine ve her doğa olayında söz konusu düşmanlığın yeniden üretildiğine bir kez daha tanık olduk. Kuşkusuz TC devletinin ve kaptan köşkünde oturan AKP iktidarının  riyakârlığı,  utanmazlığını  da.

AKP iktidarının,  18  yıldır  gözü  dönmüş  bir inşaat seferberliğiyle, insana ve çevreye ait ne varsa yıkıp geçen kendisi değilmiş gibi hamasi nutuklarına şahit olduk bir kez daha. Deprem bölgesinde televizyonlar ve bir dolu iliştirilmiş “sivil toplum kuruluşuyla” adeta çıkarma yapan, talk şovları aratmayan  bir  performans  ortaya  koyan devlet  ricali,  tüm  bu  gürültünün  hemen yanı başında, mahalle ve köylerde halkın yaşadığı zorluk ve mağduriyetleri ise görmezden geldi.

R.T. Erdoğan’ın  yaşamını  yitirenlerin cennete  gideceğine  yönelik  sözleri (Erdoğan’ın  Elâzığ’daki  cenaze  konuşmasından: Şimdi de böyle bir imtihanla karşı karşıyayız. Az önce Diyanet İşleri Başkanımız  bunu  kıyametin  bir  tefsiri  olarak, yani insanın ölümünün bir küçük kıyamet olduğunu  bilenlerdeniz.  Ama  bu  kardeşlerimiz  inanıyorum  ki  rabbimin  cennet müjdesine kavuşanlardan. 25 Ocak 2020) deprem, sel ve türlü doğa olayları karşısında TC devletinin ezilenlere, halka yönelik 100 yıllık geleneksel mukadderatçı refleksinin karakteristik özelliğinin tezahürün-den başka bir şey değildir.

Henüz insanlar enkaz altında yaşam mücadelesi verirken peşi sıra ortalığa dökülen, kirli ilişkilerde bu karakterin bir başka izdüşümü olmalıdır. Nitekim bugün AKP iktidarının Kızılay, Ensar, TÜRGEV vd. eliyle kurduğu soygun  düzeni, 1999  Gölcük  depremi zamanında,  dönemin “sosyal  demokrat” başbakanı Bülent Ecevit tarafından devlet eliyle yaşama geçirilmişti.

Türk  hâkim  sınıflarının  iktidarlarını, geniş emekçi kitlelerin, ezilenlerin emeği, alınteri, kanı ve canı üzerinden inşa ettiği gerçeği özellikle de deprem vb. doğa olayları sonrasında kendiliğinden deşifre olmakta,  ortalığa  saçılmaktadır. Hakim sınıflar, devlet eliyle emekçilerin barınma başta olmak üzere temel yaşamsal ihtiyaçlarını kendileri için birer rant alanı haline getirmiştir.

Dahası  hâkim  sınıflar,  doğa olaylarıyla ortaya çıkan afetleri de kasalarını doldurmak için kullanmaktadır. Türkiye-Kürdistan coğrafyası, fay hatlarıyla kuşatılmış deprem bölgesidir. Bu gerçeklik biliniyor olmasına rağmen başta inşaat sektörü olmak üzere kent planlama-sına kadar her şey, rant üzerine kuruludur.  Deprem  bölgesinde  halk  yaralarını  sar-maya çalışırken devlet ricali şov peşinde koşmuş,  Erdoğan  yıkılan  binaları  elleri ovuşturarak izlemiş, henüz enkazlar orta yerde dururken TOKİ’yi göreve çağırmıştır.

Depremle birlikte dillere pelesenk edilen ‘kardeşlik’, ‘birlik’ söylemlerine rağmen AKP, Kürt düşmanlığını unutmamış, HDP’nin  bölgeye  ulaştırmaya  çalıştığı yardımlara engel olmuştur. Devlet, ezilenlerin acıları etrafında bir araya gelmesine ve dayanışmanın örülme-sine dahi tahammül edememiştir. Deprem vergilerinin, toplanan yardımların akıbetini soranlara soruşturma açılmış, İçişleri Bakanı doğrudan hedef göstermiştir.

Onlar insana, halka düşmandır!

AKP iktidarı, uzunca bir süredir yaşadığı  aşağı  gidişi,  gerçekleşen  depremdeki performansı ile toparlamaya ve geniş kamuoyunda  imajını  yeniden  düzeltmeye yönelmiştir.

Ne var ki yaşadıkları çürüme ve parçası oldukları kirli ilişkiler ve halk düşmanlığı açığa çıkmıştır. Elazığ ve Malatya’da yaşananlar, özellikle de uzmanlar tarafından gerçekleşeceğine kesin gözüyle bakılan büyük İstanbul depreminde ortaya çıkabilecek katliamın boyutu hakkında da ipucu vermiştir.

Anlaşılan o ki, başta İstanbul olmak üzere, büyük can kayıplarının yaşanması muhtemel depremlerde de  TC  devletinin, AKP  iktidarının  tavrı değişmeyecektir. Nitekim 26 Eylül 2019’da İstanbul’da gerçekleşen  5,8  büyüklüğündeki depremin ardından ekim ayında meclise verilen,  bugüne  kadar  deprem  için  yapılan çalışmalara yönelik araştırma önergesi de;  67 milyar olduğu belirtilen deprem vergilerinin nereye harcandığının araştırılması için verilen önerge de AKP ve MHP’nin oylarıyla reddedilmiştir.

Afet Toplanma Alanları denilen, her-hangi bir afet sonrasında halkın toplana-cağı güvenli alanların sayısı, TMMOB’un saptamalarına  göre  496  tane  olması  gerekirken bugün erişilebilen sayı yalnızca 77’dir.  Bu  alanların  imara  açıldığı,  bir-çoğuna da AKP iktidarı döneminde AVM inşa edildiği de herkesin malumudur.

AKP  iktidarının  “deprem  bölgesine çok  hızlı  bir şekilde  ulaştık”  sözleriyle yaratmaya  çalıştığı  başarı  havası  karşılıksız  kalmıştır.  Ensar Vakfı-Kızılay’dan AKP’ye uzanan saadet zinciri bugün gizlenememekte, mızrak çuvala sığmamaktadır.

Bu zincire bir şekilde bağlanan azınlık bir kesim dışında geniş kitleler AKP iktidarının üzerinde yükseldiği rant gerçekliğini görmüştür. Ne var ki iktidarın uzunca bir süredir  yarattığı  korku  iklimi  kitlelerin tepkisini  sokakta  ortaya  koymasını sınırlamakta, yığınlar şimdilik öfkelerini içine atmaktadır.

İktidar, baskı ve korkutma, gözaltı ve tutuklama politikasını özellikle  böylesi zamanlarda daha da ağırlaştırmakta buna da “birlik” ve “beraberlik” yalanı eşlik etmektedir. Gelinen aşamada geniş emekçi kitleler AKP iktidarının yarattığı büyük bir yoksulluk ve sefalet girdabı içinde yaşama tutunmaya çalışmaktadır. Söz konusu tablo, yaşanan ekonomik kriz gerçekliğinde her geçen gün giderek derinleşmekte ve büyümektedir.

Türk  hâkim  sınıflarının  bunun  far-kında olduğuna ise şüphe yoktur. Elazığ depreminde  deprem vergilerine  yönelik sorulara bile sopa ve kelepçe göstermekten başka  bir  politika  üretemeyen  bir  AKP iktidarı ile karşı karşıyayız. Faşist diktatörlük, 15 Temmuz’u takiben OHAL ilan etmiş,  baskı,  gözaltı  ve  devlet  terörünü olağan hala getirmeye çalışmıştır.

Ancak gelinen aşamada iktidarın  ezilenlere yönelik devreye soktuğu şiddet ve zor dışında bir seçeneği de kalmamış, politika üretecek, esneyecek bir gerçeklikten fersah fersah uzaklaşmıştır.

AKP’nin iktidarda kalmak adına yapabileceği tek şey bugüne kadar yaptıklarını daha şiddetli ve vahşi bir şekilde yaşama geçirmektir. Ne var ki bu da sona daha erken  varılmasından  başka  bir  anlama gelmeyecektir. Bu  sürecin  ne  kadar  zaman alacağı ve nasıl bir biçimde olacağı ise devrimci, demokrat, ilerici ve yurtsever güçlerin başka bir deyişle öncülerin üreteceği politikalara ve bu güçlerin duru-şuna bağlıdır.

Kitlelerin  yaşamsal  her  türlü  talep ve tepkilerinin içinde yer almak, gelişen her  türlü  hareketin  bir  parçası  olmak, ezilenleri  ilgilendiren  gelişmelere  duyarsız kalmamak, dayanışmayla direnişi örmek bu süreci hızlandıracak ve niteliğini değiştirecektir!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu