Coğrafyamız ezilenleri bir kez daha doğanın olağan hareketliliğinin bir afete dönüşüne kanı ve canıyla tanık oldu.
Elazığ merkezli gerçekleşen ve geniş bir alanda hissedilen son deprem bir kez daha yoksulların canına mal oldu. Bölgede deprem ve sonrasında açığa çıkan resim, ezilenlerin içinde bulunduğu yoksunluğu bir kez daha gösterdi. Hem de AKP’nin ücretli borazanlığını yapan televizyon kanallarına ve tüm gösteriye rağmen.
Elazığ depremiyle egemen sınıfların ezilenlere, yoksullara yönelik bakışının ve tutumunun, değişmeden bugüne geldiğine ve her doğa olayında söz konusu düşmanlığın yeniden üretildiğine bir kez daha tanık olduk. Kuşkusuz TC devletinin ve kaptan köşkünde oturan AKP iktidarının riyakârlığı, utanmazlığını da.
AKP iktidarının, 18 yıldır gözü dönmüş bir inşaat seferberliğiyle, insana ve çevreye ait ne varsa yıkıp geçen kendisi değilmiş gibi hamasi nutuklarına şahit olduk bir kez daha. Deprem bölgesinde televizyonlar ve bir dolu iliştirilmiş “sivil toplum kuruluşuyla” adeta çıkarma yapan, talk şovları aratmayan bir performans ortaya koyan devlet ricali, tüm bu gürültünün hemen yanı başında, mahalle ve köylerde halkın yaşadığı zorluk ve mağduriyetleri ise görmezden geldi.
R.T. Erdoğan’ın yaşamını yitirenlerin cennete gideceğine yönelik sözleri (Erdoğan’ın Elâzığ’daki cenaze konuşmasından: Şimdi de böyle bir imtihanla karşı karşıyayız. Az önce Diyanet İşleri Başkanımız bunu kıyametin bir tefsiri olarak, yani insanın ölümünün bir küçük kıyamet olduğunu bilenlerdeniz. Ama bu kardeşlerimiz inanıyorum ki rabbimin cennet müjdesine kavuşanlardan. 25 Ocak 2020) deprem, sel ve türlü doğa olayları karşısında TC devletinin ezilenlere, halka yönelik 100 yıllık geleneksel mukadderatçı refleksinin karakteristik özelliğinin tezahürün-den başka bir şey değildir.
Henüz insanlar enkaz altında yaşam mücadelesi verirken peşi sıra ortalığa dökülen, kirli ilişkilerde bu karakterin bir başka izdüşümü olmalıdır. Nitekim bugün AKP iktidarının Kızılay, Ensar, TÜRGEV vd. eliyle kurduğu soygun düzeni, 1999 Gölcük depremi zamanında, dönemin “sosyal demokrat” başbakanı Bülent Ecevit tarafından devlet eliyle yaşama geçirilmişti.
Türk hâkim sınıflarının iktidarlarını, geniş emekçi kitlelerin, ezilenlerin emeği, alınteri, kanı ve canı üzerinden inşa ettiği gerçeği özellikle de deprem vb. doğa olayları sonrasında kendiliğinden deşifre olmakta, ortalığa saçılmaktadır. Hakim sınıflar, devlet eliyle emekçilerin barınma başta olmak üzere temel yaşamsal ihtiyaçlarını kendileri için birer rant alanı haline getirmiştir.
Dahası hâkim sınıflar, doğa olaylarıyla ortaya çıkan afetleri de kasalarını doldurmak için kullanmaktadır. Türkiye-Kürdistan coğrafyası, fay hatlarıyla kuşatılmış deprem bölgesidir. Bu gerçeklik biliniyor olmasına rağmen başta inşaat sektörü olmak üzere kent planlama-sına kadar her şey, rant üzerine kuruludur. Deprem bölgesinde halk yaralarını sar-maya çalışırken devlet ricali şov peşinde koşmuş, Erdoğan yıkılan binaları elleri ovuşturarak izlemiş, henüz enkazlar orta yerde dururken TOKİ’yi göreve çağırmıştır.
Depremle birlikte dillere pelesenk edilen ‘kardeşlik’, ‘birlik’ söylemlerine rağmen AKP, Kürt düşmanlığını unutmamış, HDP’nin bölgeye ulaştırmaya çalıştığı yardımlara engel olmuştur. Devlet, ezilenlerin acıları etrafında bir araya gelmesine ve dayanışmanın örülme-sine dahi tahammül edememiştir. Deprem vergilerinin, toplanan yardımların akıbetini soranlara soruşturma açılmış, İçişleri Bakanı doğrudan hedef göstermiştir.
Onlar insana, halka düşmandır!
AKP iktidarı, uzunca bir süredir yaşadığı aşağı gidişi, gerçekleşen depremdeki performansı ile toparlamaya ve geniş kamuoyunda imajını yeniden düzeltmeye yönelmiştir.
Ne var ki yaşadıkları çürüme ve parçası oldukları kirli ilişkiler ve halk düşmanlığı açığa çıkmıştır. Elazığ ve Malatya’da yaşananlar, özellikle de uzmanlar tarafından gerçekleşeceğine kesin gözüyle bakılan büyük İstanbul depreminde ortaya çıkabilecek katliamın boyutu hakkında da ipucu vermiştir.
Anlaşılan o ki, başta İstanbul olmak üzere, büyük can kayıplarının yaşanması muhtemel depremlerde de TC devletinin, AKP iktidarının tavrı değişmeyecektir. Nitekim 26 Eylül 2019’da İstanbul’da gerçekleşen 5,8 büyüklüğündeki depremin ardından ekim ayında meclise verilen, bugüne kadar deprem için yapılan çalışmalara yönelik araştırma önergesi de; 67 milyar olduğu belirtilen deprem vergilerinin nereye harcandığının araştırılması için verilen önerge de AKP ve MHP’nin oylarıyla reddedilmiştir.
Afet Toplanma Alanları denilen, her-hangi bir afet sonrasında halkın toplana-cağı güvenli alanların sayısı, TMMOB’un saptamalarına göre 496 tane olması gerekirken bugün erişilebilen sayı yalnızca 77’dir. Bu alanların imara açıldığı, bir-çoğuna da AKP iktidarı döneminde AVM inşa edildiği de herkesin malumudur.
AKP iktidarının “deprem bölgesine çok hızlı bir şekilde ulaştık” sözleriyle yaratmaya çalıştığı başarı havası karşılıksız kalmıştır. Ensar Vakfı-Kızılay’dan AKP’ye uzanan saadet zinciri bugün gizlenememekte, mızrak çuvala sığmamaktadır.
Bu zincire bir şekilde bağlanan azınlık bir kesim dışında geniş kitleler AKP iktidarının üzerinde yükseldiği rant gerçekliğini görmüştür. Ne var ki iktidarın uzunca bir süredir yarattığı korku iklimi kitlelerin tepkisini sokakta ortaya koymasını sınırlamakta, yığınlar şimdilik öfkelerini içine atmaktadır.
İktidar, baskı ve korkutma, gözaltı ve tutuklama politikasını özellikle böylesi zamanlarda daha da ağırlaştırmakta buna da “birlik” ve “beraberlik” yalanı eşlik etmektedir. Gelinen aşamada geniş emekçi kitleler AKP iktidarının yarattığı büyük bir yoksulluk ve sefalet girdabı içinde yaşama tutunmaya çalışmaktadır. Söz konusu tablo, yaşanan ekonomik kriz gerçekliğinde her geçen gün giderek derinleşmekte ve büyümektedir.
Türk hâkim sınıflarının bunun far-kında olduğuna ise şüphe yoktur. Elazığ depreminde deprem vergilerine yönelik sorulara bile sopa ve kelepçe göstermekten başka bir politika üretemeyen bir AKP iktidarı ile karşı karşıyayız. Faşist diktatörlük, 15 Temmuz’u takiben OHAL ilan etmiş, baskı, gözaltı ve devlet terörünü olağan hala getirmeye çalışmıştır.
Ancak gelinen aşamada iktidarın ezilenlere yönelik devreye soktuğu şiddet ve zor dışında bir seçeneği de kalmamış, politika üretecek, esneyecek bir gerçeklikten fersah fersah uzaklaşmıştır.
AKP’nin iktidarda kalmak adına yapabileceği tek şey bugüne kadar yaptıklarını daha şiddetli ve vahşi bir şekilde yaşama geçirmektir. Ne var ki bu da sona daha erken varılmasından başka bir anlama gelmeyecektir. Bu sürecin ne kadar zaman alacağı ve nasıl bir biçimde olacağı ise devrimci, demokrat, ilerici ve yurtsever güçlerin başka bir deyişle öncülerin üreteceği politikalara ve bu güçlerin duru-şuna bağlıdır.
Kitlelerin yaşamsal her türlü talep ve tepkilerinin içinde yer almak, gelişen her türlü hareketin bir parçası olmak, ezilenleri ilgilendiren gelişmelere duyarsız kalmamak, dayanışmayla direnişi örmek bu süreci hızlandıracak ve niteliğini değiştirecektir!