2024 yılının seçimler yılı olacağı biliniyordu. Birçok ülkede seçimler yapıldı ve dünya çapında milyarlarca insan sandık başına gitti. Hindistan seçimlerinin ardından İngiltere ve Fransa’da yapılan seçimler sonuçları itibarıyla çok tartışıldı.
Özellikle Birleşik Krallık’ta İşçi Partisi’nin ve Fransa’da Yeni Halk Cephesi’nin seçim başarıları, “sol”un kitleler nezdinde yükselişe geçtiği yorumlarına neden oldu. Birleşik Krallık’ta İşçi Partisi’nin sol bir parti olduğu iddiası tartışmalı olsa da; seçim başarısının arkasında, seçim sisteminin yapısı ve elbette iktidarda olan Muhazafakar Parti’nin uyguladığı politikaların işçi sınıfı ve geniş halk kitlelerinde yarattığı tepki vardır.
Kuşkusuz Fransa’da kimi özgünlükler olmakla birlikte, aşırı sağ denilen ve böylelikle normalleştirilen faşist harekete karşı Yeni Halk Cephesi’nin seçim başarısı önemlidir. Dahası Fransa’da seçim sonuçları faşist hareketinin güçlenmeye devam ettiğini de göstermiş durumdadır.
Bu sonuçlar kimse için yanıltıcı olamamalıdır. Seçimler yoluyla sahip çıkılan cumhuriyet burjuva cumhuriyetidir ve proletarya açısından proleter cumhuriyetten geri bir konumlanışı ifade eder. Dolayısıyla ortada proletarya ve halk açısından seçim sonuçlarının Enternasyonal Marşı söylenerek kutlanacak bir devrim olmadığı da açıktır.
Öte yandan başta Avrupa olmak üzere faşist parti ve hareketlerin burjuvazi tarafından desteklenip önünün açıldığı bilindiğinden uluslararası alanda yaşanan diğer gelişmelerle birlikte, emperyalist burjuvazinin büyük ölçekte yeni bir paylaşım savaşı hazırlığı içinde olduğu görülmektedir. Başta “savunma harcamaları” adı altında silah sanayine yapılan yatırımların artması olmak üzere ABD-AB emperyalistleriyle Rusya/ Çin emperyalistlerinin Ukrayna savaşındaki konumlanışları bu realiteye hizmet etmektedir.
Dahası ABD başta olmak üzere batı emperyalizminin silahlı örgütlenmesi olan NATO’nun 9-11 Temmuz’da ABD’nin başkenti Washington’da gerçekleştirdiği “75. yıl zirvesi” sonrasında yapılan açıklamalar, emperyalist tekellerin ve onların sözcüleri devletlerin arasındaki rekabetin sürdüğü ve emperyalist kamplar arasındaki çelişkinin sertleşmeye devam ettiğine işaret etmektedir.
NATO’nun sonuç bildirgesinde ifade edilenler, emperyalistler arasındaki kamplaşmanın somut ifadesi ve emperyalist paylaşım savaşına hazırlık olarak yorumlanmaktadır.
Sonuç bildirgesinde, Çin emperyalizmi ilk kez Rusya’ya Ukrayna savaşında kullanılmak üzere askeri mühimmat sağlamak ve siyasi destek vermekle suçlamakta ve birliğin Rusya’yı hedef alarak “doğu sınırları”na yönelik genişleme sinyalini yenilemektedir.
ABD emperyalizmi başta olmak üzere NATO üyesi 32 devlet, Ukrayna’ya aralarında F-16 savaş uçakları da dahil olmak üzere mühimmat ve 40 milyar avroluk fon sözü vermiştir. Ayrıca Rusya’ya karşı, Almanya’ya uzun menzilli füze yerleştirilmesinden, Polonya’da hava savunma üssü kurulmasına kadar bir dizi adımın atılacağının açıklanması vb. adımları daha büyük bir savaşa hazırlık olarak anlaşılmalıdır.
Bu açıklamalar bir kez daha Ukrayna savaşının gerçekte ABD-AB emperyalistleriyle Rusya ve Çin emperyalistlerinin silahlı çatışmaya dönüşen rekabetinin ürünü olduğunu teyit etmektedir. Dahası NATO açıklamasında İsrail’in Filistin’e yönelik soykırım saldırılarından bahsedilmemesi, batı emperyalizminin (NATO üyesi olarak TC devletinin de) İsrail Siyonizm’inin Filistin ulusuna yönelik soykırım ve imha saldırılarına tam desteği anlamına gelmektedir.
Öte yandan NATO’nun Ürdün’de irtibat bürosu açma kararı aldığını duyurması önümüzdeki yıllarda emperyalistlerin Ortadoğu coğrafyasına yönelik “demokrasi götürme” girişimlerine hız vereceklerini göstermektedir. Bilineceği üzere uluslararası alanda NATO’nun her demokrasi hamlesi(!), gerçekte o bölgelerde işgal, savaş ve çatışma demektir.
Batı emperyalizmi destekli Siyonist İsrail’in Filistin başta olmak üzere bölge ülkelerine yönelik saldırıları, NATO üyesi TC’nin başta Rojava ve Irak Kürdistanı olmak üzere sınırları açan işgal ve ilhak saldırılarının da gösterdiği üzere emperyalist gericilik bölgesel gericilikle birlikte işgal ve ilhak savaşları, çatışma ve askeri operasyonlar üretmektedir.
Bu açıdan NATO’nun Ürdün’de irtibat bürosu açma kararı, bölgede yaşanan çatışmalara, işgal ve ilhak saldırılarına destek olmak, yeni saldırılar için hazırlık yapmak anlamına gelmektedir.
Emperyalist kamplaşmadan yararlanma ve pozisyon alma
Türk basını NATO toplantı sonuçlarını “2026 yılındaki zirve Türkiye’de” manşetleriyle verirken, ön plana ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Sayın Esed” çağrısını çıkarttı.
Erdoğan, NATO zirvesinin ardından yaptığı basın toplantısında: “Sayın Esed’e, ‘Ya ülkeme gel ya da üçüncü bir ülkede bu görüşmeyi yapalım’ çağrımı iki hafta önce yaptım. Konuyla ilgili Dışişleri Bakanımı da görevlendirdim. Bu dargınlığı, kırgınlığı bitirelim istiyoruz” ifadelerini kullanırken, bir kez daha dün birlikte tatil yaptığı, ardından katil dediği gelinen aşamada ise sayın ilan ettiği Suriye lideri Beşar Esad’a çağrısını yeniledi.
Kuşkusuz R.T.Erdoğan, Büyük Ortadoğu Eşbaşkanı olarak batı emperyalizminin cihatçı çetelerini eğitip donatarak, “Emevi Camisinde namaz kılma” hayalleriyle Suriye iç savaşına müdahil olmuştur. R.T.Erdoğan, Bu cihatçı çetelerin hamiliğinin yetmediği yerde doğrudan Türk Silahlı Kuvvetlerini Suriye işgalinde kullanması sonucunda on binlerce insanın katledilmesini ve yaralanmasını, milyonlarca Suriyelinin yerinden edilmesini ve dolayısıyla işlenen savaş ve insanlık suçlarını “dargınlık, kırgınlık” olarak adlandırmıştır.
R.T. Erdoğan’ın üslubu açısından düşünüldüğünde bu yaklaşımda bir gariplik olmamakla birlikte bu tutum; başta Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere körfez devletleri, ardından Mısır’la diplomatik ilişkilerin yeniden tesisi, Filistinlilere yönelik soykırım saldırıları sürdürülürken, “İsrail’e gemi, Filistin’e dua” siyasetinin ısrarla sürdürülmesi gibi gelişmelerle birlikte değerlendirilmelidir.
TC devleti, emperyalistler arası artan çelişkiden ve kamplaşmadan yararlanma ve mevzi kazanma siyaseti izlemektedir. Bu politika TC devletinin geleneksel politikasıdır.
Kurulduğu günden itibaren batı emperyalizminin yarı-sömürgesi ve dahası NATO üyesi bir devlet olarak TC devleti, bölgesinde emperyalist gericiliğin temsilcisi olarak işlev görmektedir. TC faşizmi, tıpkı İsrail Siyonizm’i gibi, emperyalizme bağımlı yapısıyla, emperyalist çıkarların bölgesel temsilcisidir.
TC devletinin bölgede oynadığı bu rol beraberinde emperyalistler açısından kimi aykırı çıkışlara ve adımlara izin vermelerine en fazla “endişe duyuyoruz” açıklamaları yapmalarına neden olmaktadır.
Öte yandan Türk hakim sınıfları da emperyalist sermaye açısından bölgesel düzeyde oynadıkları rolün farkındadırlar. Dahası her fırsatta bu konumlarını pazarlık konusu yapmakta ve “pastadan alınacak payı” artırmak istemektedirler. Türk hakim sınıfları emperyalistler arası çelişkilerden yararlanma ve emperyalist kamplaşmadan kendi çıkarlarına en azami faydayı sağlama konusunda ustalaşmışlardır.
Başta ABD olmak üzere batı emperyalizmine ekonomik ve askeri olarak göbekten bağımlıyken, rakip emperyalist kampla ilişkilerini iyi tutma tavrı tamamen bu çelişkilerden yararlanma politikasıdır. Nitekim Erdoğan, NATO zirvesinden sonra yaptığı açıklamada; “Türkiye, artık Şangay Beşlisi’ne daimi üye olarak katılmalıdır. Bu konuda tüm daimi üyelerden destek istedim” diyebilmektedir.
TC devletinin R.T.Erdoğan şahsında özellikle dış politikada izlediği yöntem “pazarlık siyaseti” olmakla birlikte son süreçte yaşanan geri dönüşlerin hızı ve kapsamı dikkat çekicidir. Bu durum uluslararası alanda yaşanan gelişmelerden ve elbette ki Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu krizden bağımsız olmamakla birlikte Suriye politikasına dair yaşanan gelişmeler önemlidir. Bizzat R.T.Erdoğan’ın şahsında bile son birkaç haftadır, Suriye lideri Esad’a yönelik yapılan açıklamaların sıklığı ve içeriği yaşanan sıkışmanın işareti olarak anlaşılmalıdır.
Suriye’de Şam’da Emevi Cami’nde namaz kılma hayalleri Esad’la Ankara Hacıbayram Cami’nde namaz kılmaya dönmüş durumdadır. TC devleti açısından gelinen aşamada temel amaç bölgede Kürt ulusal hareketinin kazanımlarının tasfiyesidir. TC devleti bütün klikleriyle bu soruna odaklanmıştır.
Ana muhalefet CHP lideri Özgür Özel’in Suriye ziyareti tartışmaları da bu kapsamda değerlendirilmelidir. İktidarıyla muhalefetiyle Türk hakim sınıflarının bütün kliklerinin Suriye politikasında temel amacı; bölgede Kürt ulusunun kazanımlarının tasfiyesi ve Türk komprador burjuvazisinin yağma ve çökme politikasının devam ettirilmesidir.
Türk devleti açısından “terörle mücadele” olarak propaganda edilen Kürt düşmanlığı somutta Rojava ve Irak Kürdistanı’na yönelik işgal saldırılarında sürdürülmektedir. Hali hazırda Irak Kürdistanı’nda işbirlikçi KDP aracılığıyla sürdürülen işgal saldırısının hedefi bölgede kalıcılaşmaktır.
Yine TC devletinin Kuzey Suriye’de ve özellikle Rojava topraklarında temel hedefi işgal ettiği bölgeleri ilhak etmektir.
Son dönemde Suriye politikasında yaşanan gelişmeler her ne kadar Suriyeli sığınmacılar bağlamında tartışılıp propaganda edilse de TC devleti açısından Suriyeli sığınmacıların (Suriye iç savaşında beslenip finansa edilen İslamcı çetelerin) bir kıymeti harbiyesi bulunmamaktadır.
TC devleti Kuzey Suriye’de işgal ettiği bölgelerde doğrudan kontrol ettiği çeteleri ve Suriyeli sığınmacıları kendi çıkarları açısından bir koz olarak kullanmaktadır.
Faşist saldırganlık süreklidir, direniş de sürekli olmalıdır!
Nitekim son olarak Kayseri’de yaşanan ve sonrasında çeşitli bölgelerde Suriyeli göçmenlere yöneltilen linç ve yağma saldırıları doğrudan devletin ilgisi ve bilgisi dahilindedir.
TC devletinin tarihsel gerçekliği ve yapısı düşünüldüğünde, sığınmacılara yönelik linç girişimleri ve yağma saldırıları faşizmin doğrudan politikası olduğu rahatlıkla söylenebilir. Türk hakim sınıflarının sığınmacıları ucuz işgücü olarak kullandığı, dahası AB emperyalistlerinden fon alındığı biliniyor.
Sığınmacılar/göçmenler aynı zamanda dış ve iç politikada bir koz olarak kullanılmaktadır. Göçmenler, dış politika açısından “kapıları açarım” denilerek AB emperyalistlerinden mali yardım alınmış, iç politikada da ırkçılık ve şovenizmin geliştirilerek işçi sınıfı ve halkın mücadelesinin bölünmesinin aracı olarak kullanılmışlardır. İşçi sınıfının ve halkın yaşadığı sorunların nedeni olarak göçmenler hedef olarak gösterilmiştir.
Böylelikle Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de olmasının nedeninin Türkiye’nin Suriye’de olması olduğu gerçeğinin üzeri örtülmüştür.
Önümüzdeki süreçte başta Suriyeli sığınmacılar olmak üzere göçmenlere yönelik devlet eliyle örgütlenen ve yön verilen saldırıların gerçekleştirilmesi ihtimal dahilindedir. Özellikle ekonomik alanda uygulanan M.Şimşek programının işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri üzerindeki etkilerinin daha da ağırlaştığı koşullarda, hedef saptırmak için sığınmacılara yönelik linç saldırıları örgütlenmesi olasılık dahilindedir.
İktidarın halka, doğa ve canlılara yönelik düşmanlığı sürgit devam etmektedir. Son süreçte AKP-MHP iktidarı tarafından yasalaştırılması hedeflenen 17 maddelik “Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik”le sokak hayvanlarına yönelik katliam hazırlığı yapılmaktadır.
Dahası AKP-MHP iktidarının “9. Yargı Paketi” adı altında başta kadınların kazanılmış kimi haklarını hedeflemesi gibi gelişmelerle birlikte faşizmin hemen her konuda yeni bir saldırganlık dalgası içinde olduğu söylenebilir.
Bütün bu gelişmeler anormal değildir. Faşizmin normali budur. Türk hakim sınıfları iktidarlarını korumak ve yönetebilmek için sürekli bir saldırganlık içerisindedirler. İşçi sınıfı ve emekçi halka yoksulluğu dayatanlar, başta Suriyeli sığınmacılar olmak üzere mültecilere linçleri, sokak hayvanlarına varana kadar katliamları örgütlemektedirler.
Dün Kürt çocuklarını bozuk kızamık aşısıyla denek olarak kullananlar, Covid-19 pandemisi sırasında da “Türk ışını” dedikleri bir alette Kürt halkını kobay olarak kullanmışlardır.
Tüm bunlar TC faşizminin 100 yıllık halk düşmanlığının yansımalarıdır.
TC faşizminin başta işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlara yönelik açlık ve yoksulluğu büyüten ekonomi politikalarına, sığınmacılara yönelik linç saldırılarına, sokak hayvanlarına yönelik katliam hazırlıklarına karşı mücadelede ısrar, devrimci direnişi örgütlemekte kararlılık, devrimci mücadeleyi büyütmede süreklilik anın taktiği olarak şekillenmektedir.