İngiliz The Guardian gazetesinde Sri Lanka’daki gelişmelere ilişkin bir değerlendirme yazısı kaleme alındı. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) verilerine göre, dünyada söz konusu krizlerin en az birinden etkilenen toplam 107 ülkenin olduğu kaydedilen yazıda, ekonomik çöküş sürecinde “ilk düşen domino taşı”nın Türkiye olmasının beklenmesine karşın, ilk taşın Sri Lanka olduğu belirtilmektedir. (10 Mayıs)
Emperyalist merkezlerde yapılan bu tür değerlendirmeler genel olarak dünya çapında yaşanan gelişmelere dair bir fikir vermektedir. Emperyalist kapitalizmin ekonomik krizi ve son olarak Rusya emperyalizminin Ukrayna işgali, çelişkileri daha da keskinleştirmiş ve krizi derinleştirmiş durumdadır. Çelişkilerin keskinleşmesi ve ekonomik krizin etkisi bütün dünya halklarını etkilerken, krizden en çok yarı-sömürge, yarı sömürge-yarı feodal ülkelerin halkları etkilemektedir.
Bunlardan biri de Sri Lanka halkı olmuştur. Sri Lanka olarak bilinen ve resmi olarak Sri Lanka Demokratik Sosyalist Cumhuriyeti olan Güney Asya ülkesinde özellikle Tamil halkına yönelik gerçekleştirilen katliamdan sonra, “ulusal sorunu çözdüğü” yanılgısına kapılmış ancak bu “çökertme planı” dönüp dolaşıp Sri Lanka hâkim sınıflarını vurmuştur. Sri Lanka’da Tamil ulusunun Özgürce Ayrılma Hakkı’nı katliamla bastıran devlet, faturayı bir bütün olarak Sri Lanka halkına çıkarmıştır.
Gelinen aşmada Sri Lanka devleti dış borçlarını ödeyemez duruma gelmiştir. Artan enflasyon, yakıt sıkıntısı, elektrik kesintileri ve artan gıda ile ulaşım fiyatları nedeniyle halk isyan etmiş durumdadır. Ülke çapına yayılan protestolarda aralarında iktidar partisi milletvekili ile 2 polisin de bulunduğu 8 kişi hayatını kaybetmiş, 250 kişi yaralanmıştır. Gösteriler sonrası ülke çapında sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, hükümet, protestolar sırasında kamu malına veya başkalarına zarar veren herkese ateş açılması talimatı verdi. Ülkeyi yönetme adı altında soyanlar istifa etmiş ve korkularından askeri üsse sığınmışlardır.
Sri Lanka’da yaşananlar bize önümüzdeki süreçte olası gelişmelere dair fikir vermektedir. Emperyalist-kapitalist sistemin ekonomik krizi ve ABD-AB emperyalizmi ile Rusya ve Çin emperyalizmi arasında artan çelişkiler beraberinde dünya halklarını başta savaş tehlikesi olmak üzere, daha fazla açlık, yoksulluk, işsizlik tehlikesiyle başbaşa bırakmış durumdadır. Başta işçi sınıfı ve ezilen dünya halkları olmak üzere, emperyalist-kapitalist ülkelerdeki halklara da daha kötü çalışma ve yaşam koşuları dayatılacaktır.
Bu durum beraberinde emperyalist-kapitalist devletlerin kendi ülkelerinde işçi sınıfı ve halk arasında başta komünizm düşmanlığı olmak üzere, mülteci karşıtı, ırkçı ve faşist politikaları yoğunlaştırmasını doğuracaktır. Emperyalist-kapitalistler kitlelerde oluşacak tepkileri bu politikalarla yönlendirmek isteyeceklerdir. Daha şimdiden Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik emperyalist işgal saldırısı karşısında, Rusya emperyalizminin Sovyetler Birliği ve komünizmle hiçbir ilişkisi kalmamış olmasına rağmen artan Sovyetler Birliği ve anti-komünizm propagandası bunu göstermektedir.
Yine Batı Avrupa’da Ukraynalı mültecilerle, Ortadoğu başta olmak üzere diğer bölgelerden gelen “esmer tenli” mülteciler başta olmak üzere göçmenlere yönelik farklı uygulamalar ortadadır. Batı Avrupa’da göçmenlere yönelik ırkçı ve faşist uygulamalar daha da artırılacaktır.
Krizin keskinleşmesi aralarında Türkiye’nin de olduğu emperyalizme bağımlı ülkelerde daha derinden hissedilecektir. Çünkü bu türden emperyalist mali sermayeye göbekten bağımlı ülke ekonomileri, emperyalist mali sermayenin kendi krizini aşma adı altında uyguladıkları politikalardan doğrudan etkilenmektedir.
Bu ülkeler, emperyalist mali sermayenin birer “domino taşı” pozisyonundadırlar. Örneğin ABD Merkez Bankası’nın faiz artırma kararı, Türk lirasının dolar karşısında daha da değer kaybetmesine neden olmuş durumdadır. TL’nin döviz karşısında her değer kaybı, başta enflasyon olmak üzere bütün bağımlı ekonomi girdilerine yansımaktadır.
Yoksullaşan halk gerçeği
Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durumun ağırlığı başta iktidar partisi sözcüleri olmak üzere bütün burjuva partilerince dillendirilmektedir. Her ne kadar iktidardaki AKP-MHP kliği halka “sabır” ve “itidal” çağrıları yapıyor olsa da faşizmin resmi kurumları bile örneğin enflasyonun yüksekliğini gizleyememektedirler.
Nitekim Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) 18 Mayıs 2022’de Nisan 2022 dönemi enflasyon oranlarında Avrupa’nın en yüksek enflasyonu yüzde 70 ile Türkiye olarak açıklanmış durumdadır. Enflasyonda AB ortalaması yüzde 8.1 olarak açıklanmış durumdadır. (DİSK-AR, 21 Mayıs)
Öte yandan “bağımsız” ekonomist ve akademisyenlerden oluşan Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG)’ın son 12 aylık enflasyonu yüzde 123.80 ve yıllık enflasyonun yüzde 156.86’ya yükseldiğini açıkladığını hatırlatma gerekir. (5 Mayıs) Bunun anlamı elbette rejimin sözcülerinin yaptıkları açıklamaların gerçeği yansıtmadığı, enflasyon rakamının yüksekliğine bağlı olarak, işçi sınıfı ve emekçi halkın yaşamının giderek zorlaştığıdır. Alım gücünün düşmesi, halkın derin bir yoksullukla ve hatta açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmasıdır.
Nitekim Ipsos Araştırma’nın Dünya Ekonomik Forumu (WEF) ile yaptığı son araştırmaya göre Türkiye’de halkın yüzde 75’i bu yıl sonuna kadar elektrik ve gaz faturalarını ödeyemeyecek duruma düşme korkusu yaşadığını belirtmektedir. Aynı araştırma da halkın yüzde 67’sinin geçinemediği, yüzde 23’ünün idare ettiği, yüzde 7’sinin iyi olduğu ve yüzde 3’nün gayet iyi olduğunu ifade ettiği açıklanmıştır. (15 Mayıs)
Halkın büyük bir kısmının yüksek enflasyona bağlı alım gücünün düşmesi, temel ihtiyaç maddelerine yapılan zamlar ve yüksek fatura fiyatlarını ödeyemediği ve zorlandığı bir gerçektir. Kısa bir çarşı pazar yoklaması bu gerçeği rahatlıkla gösterir. Metropoll Araştırma’nın Nisan ayında halkın bireysel ekonomik durumunu araştırdığı ankette bu sonuç rahatlıkla gözlemlenebilir. Ankete katılanlara, “Son bir yıl içinde sizin veya ailenizin geçim şartları/refah düzeyi ne yönde değişti?” sorusu yöneltildi. Buna göre, son bir yıl içinde geçim şartlarının iyileştiğini söyleyenlerin oranı yalnızca yüzde 6.8 olurken, kötüleştiğini düşünenlerin oranı ise yüzde 70.8 seviyesinde oldu. Halkın yüzde 21.9’u ise refah düzeyinin değişmediğini söyledi. Katılımcıların yüzde 36’sı temel ihtiyaçlarını karşılayamadığını, yüzde 44’ü yalnızca barınma ve beslenme ihtiyaçlarını karşılayabildiğini ifade etmektedir. (21 Mayıs)
Kısacası halk derin bir yoksulluğa ve hatta açlık tehlikesine maruz bırakılmış durumdadır. Nitekim Sınıf Araştırmaları Merkezi BİSAM’ın TÜİK madde fiyatları üzerinden yaptığı hesaplama da dört kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı Nisan için 4.750 lira, yoksulluk sınırı 16.431 lira olarak gerçekleşmiş durumdadır. (16 Mayıs)
Kısacası bugünün Sri Lanka’sı aynı zamanda bugünün Türkiye’sidir. Bugünün Sri Lanka’sında yaşananlar yarının Türkiye’sinde yaşanacak olanlardır. Özellikle Sri Lanka hâkim sınıflarının Tamil ulusal sorununu kitlesel katliamla “çözme”sine öykünen ve Türk hâkim sınıflarının Kürt ulusal sorununu “çözme” bağlamında örnek alıp pratikleştirdiği “çöktürme” planının ısrarla uygulanmaya konulduğu, sınır içi ve dışında Kürt ulusunun kazanımlarına azgınca saldırıldığı koşullarda, bu benzerlik dikkat çekicidir.
Türk hâkim sınıfları gelinen aşamada çelişkilerin derinleştiğinin farkındadır. Bu gerilime bir de işçi sınıfının ve halkın ekonomik anlamda içine düşürüldüğü durum eklendiğinde, “domino taşı”nın devrilme ihtimali her zamankinden fazla artmış durumdadır.
TC tarihi düşünüldüğünde “Cumhurbaşkanlığı seçimleri” birkaç istisna hariç hep sorunlu ve gerilimli geçmiştir. Yeni bir seçim süreci kapıdadır. Hâkim sınıfların ve onların sözcüleri burjuva partileri şimdiden seçim çalışmalarına başlamış durumdadırlar.
SADAT, bir kontrgerilla aparatıdır
Bu seçim çalışmalarının startı, örneğin Gezi davasından seçilmiş kimi kişilerin talimatla olduğu açık olan ağır mahkumiyet kararlarına çarptırılması ve tutuklanmalarıdır. Bu ağır cezalar ibret-i alem içindir ve esasen “domino taşı”nın devrilmesine yol açacak yeni “Gezi”lerin yaşanması korkusudur. Faşizm kitlelere bu kararı ile gözdağı vermektedir.
Ardından AKP-MHP bloğunun diğer hamlesi gelmiş ve CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun göstermelik bir davayla mahkûm edilmesi Yargıtay tarafından onandı ve siyaset yasağı getirildi. Bu kararın arkasında elbette hâkim sınıf klikleri arasında İstanbul Belediyesi üzerinden kapışma ve bu kapışmanın sonucu mahkûmiyet olması varken esasen önümüzdeki seçimlere yönelik bir ön alma vardır.
Benzer biçimde CHP’li ilçe belediyelerine yönelik gerçekleştirilen “rüşvet” operasyonları da aynı amacı taşımaktadır.
AKP iktidarının bu hamlelerine karşılık ana muhalefet partisi faşist CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu, sürpriz bir şekilde SADAT’ın Beylikdüzü’ndeki binasının önünde soluğu alarak burada yaptığı konuşmada “seçim güvenliği” mesajı vermiştir: “Türkiye asla paramiliter kuruluşlara, kurumlara teslim edilmeyecektir. SADAT bir paramiliter kuruluştur. Bu kuruluşun hedefleri arasında gayri nizami harp eğitimi var” (13 Mayıs)
K.Kılıçdaroğlu, benzer tavrını partisinin grup toplantısında da sürdürdü: “Buradan benzer bütün yapılara, birilerinin katipliğini yapan mektupçu mafyalara, kendini derin devlet ilan etmiş müptezellere, milletimizin özgürlüklerini tehdit etme gafletinde bulunanlara da sesleniyorum. Haddinizi bilin…” (17 Mayıs)
Elbette bu açıklamalar burjuva politikacılığına uygundur. Bütün bu hengâme ve konuşmalar içinde, en dikkat çekici olan SADAT hamlesidir. Kılıçdaroğlu’nun “Burası aynı zamanda terörist yetiştiren de bir kuruluştur” dediği SADAT’ın, kontrgerilla olarak bilinen gayri nizami harp eğitimi verdiği ve Suriye’deki cihatçılara silah gönderdiği bilinmektedir. Her şey bir yana bu organizasyonların parçası olan mafya lideri Sedat Peker’in itiraf ve ifşaları ortadadır.
Daha dikkat çekici olan ise Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesi karşısında R.T.Erdoğan’ın tavrıdır. R.T.Erdoğan: “SADAT’ın yöneticileri ile hiçbir alakam yok…” açıklamasını yapmak zorunda kalmıştır. (18 Mayıs) R.T.Erdoğan’ın geçmiş tavrı incelendiğinde bu tutumu dikkat çekicidir ve K.Kılıçdaroğlu’nun rakibinin en zayıf yanlarından birine dokunduğuna işaret etmektedir.
SADAT ve temsil ettiği misyon, bu toprakların devrimci ve komünistleri açısından nettir. Geçmişte MHP ve Ülkü Ocakları adlı faşist örgütlenmeler eliyle gerçekleştirilen katliamlar, şimdi bu türden “şirket”ler eliyle gerçekleştirilmektedir.
Çok uzağa gitmeye gerek yok örneğin İzmir HDP’de Deniz Poyraz’ı katleden Onur Gencer adlı faşist katilin, Suriye’de SADAT kampında eğitildiği, SADAT’la bağlantılı poligonlarda atış eğitimi yaptığı bilgisi davaya müdahil avukatlarca açığa çıkartılmış durumdadır. Dolayısıyla SADAT’ın AKP-MHP iktidarının kontrgerilla örgütlenmesi olduğu açıktır.
Bu noktada dikkat çekici olan CHP liderinin hamlesidir. CHP liderinin kendisinden beklenmeyen bu hamleyi yapmış olması, gelinen aşamada faşizmin iç dengeleri ile ilgilidir. Devlet aygıtında, legal ve illegal örgütlenmelerinde yaşanan gerilim ve artan çelişkiler beraberinde “domino taşı”nın devrilme tehlikesini artırmış durumdadır.
Tam da bu koşullarda CHP’nin öne çıkarılması, kitlelerin öfke ve tepkisinin sokağa taşmasına yönelik bir bariyer ve sandığın işaret edilerek sönümlendirilmesi hizmet etmektedir. Ancak son dönemde CHP Genel Başkanı’nın “kavgacı tavrı” onun da kitlelerde biriken öfke ve tepkinin farkında olduğunu göstermektedir. Bu nedenle Kılıçdaroğlu “devrimci”lik yapmakta, “hak hukuk, adalet” arayarak, SADAT önünde kontrgerillayı teşhir etmekte, kitlesel mitingler düzenlemektedir.
Türk hâkim sınıfları bir yandan birbirleriyle dalaşırken diğer yandan “domino taşı”nın devrilmemesi için çaba harcamaktadır. CHP, TC’nin kurucu partisi olarak rol çalmakta, üzerine düşen görevi eksiksiz yerine getirmektedir. İlerici ve hatta kimi devrimci çevrelerin Kılıçdaroğlu’ndan “yeni Karaoğlan” yaratma çabası dikkat çekicidir ve kitle hareketinin geleceği açısından tehlikelidir. Bir o kadar daha tehlikeli olan ise hâkim sınıflar içindeki bu dalaşta hedefin her zaman işçi sınıfı ve ezilen halkın olmasıdır. İlericiler, devrimciler, komünistler her daim hâkim sınıfların bu iktidar dalaşında ve kitlelerin hareketinin sindirilmesinde hedef olmuşlardır.
Önümüzdeki süreçte bu türden saldırıların gerçekleştirilmesi ihtimali yüksektir. Nitekim rejim askeriyle, bekçisiyle dahası özel güvenlik çalışanlarıyla buna hazırlanmaktadır. Özel güvenlik çalışanlarına verilen eğitimler, “KAAN” vb. uygulamalar buna işarettir.
R.T.Erdoğan, bir yandan içteki sürece hazırlanırken, dışarıda ise emperyalistler arası dalaştan pay çıkarmaya çalışmaktadır. R.T.Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesine yönelik engeli önümüzdeki yılki genel seçime hazırlıktır. Tabi AKP’nin şantaj siyaseti ve “ne koparırsam kardır” anlayışı bunda etkilidir. TC, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini bir koz olarak kullanıp, Suriye ve Irak Kürdistanı’ndaki işgal saldırılarını artırmaya ve meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
Tüm bu gelişmelerin ortasında içeride devrimci, ilerici güçler adım adım gücünü toparlamaya devam etmektedir.
18 Mayıs’ın militanlığıyla kazanacağız!
Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 49. yıldönümünde birçok yerde militanca anıldı. Türk hâkim sınıflarının Kaypakkaya korkusu, 49 yıldır devam ediyor. Tam da bu nedenle onu anmak için sokağa çıkan birleşik devrimci güçlere ve gençlik örgütlerine azgınca saldırıldı. Ancak ne var ki bu saldırganlıklar Kaypakkaya’nın yaygın ve militan bir şekilde anılmasını engelleyemedi.
Önümüzdeki sürece, -hâkim sınıfların aralarındaki çelişki ve çatışmanın giderek sertleştiğinin biliciyle-, 18 Mayıs’ın militanlığıyla hazırlanma görevi ile karşı karşıyayız. Şimdi Ocak ayından başlayan, 8 Mart ile ivmelenen, 21 Mart ile doruğa ulaşan, 1 Mayıs ile kendine gelen ve 18 Mayıs’la bir kez daha tazelen adımlarımızla yürüme zamanıdır.
Şimdi kitlelerle kurulan her ilişkiyi bir adım daha ilerletme, örgütlülüklerimizi daha da sağlamlaştırma zamanıdır. Proleter öncünün yarım asırdır süren mücadelesinin ikinci etabında, kendimize dönerek, yakına ama ileriye attığımız adımları hızlandırma zamanıdır. Biliyoruz ki her fırtına bir damla ile başlar; şimdi büyük fırtınalara hazırlanma zamanıdır.