GüncelMakaleler

Politik-Gündem | Direniş Kardeşliği; Savaş Arabasını Rojava’da Kırmak, Açlık ve Sefalete Dur Demek!

"Emekçiler için siyanürün değil faşist düzene karşı direnişin kurtuluş haline getirilebilmesinin, Türk hâkim sınıflarının yaşadığı krizi ezilenler lehine derinleştirmenin yolu, Rojava’ya yönelik işgal saldırıları ile açlık ve sefalete karşı direnişi birleştirmekten geçmektedir!"

R.T. Erdoğan/Saray iktidarı, Kuzey Doğu Suriye’ye, Rojava’ya yönelik işgal saldırılarıyla içeride pek çok başlıkta birikmiş sorunları ötelemeyi kısa süreliğine de olsa başardı. Ne var ki “vatan”-“millet”-“sakarya” edebiyatı ve şovenizm rüzgârı dindikçe geniş emekçi yığınlar bir kez daha gerçek gündemleri ile yüz yüze gelmiş bulunuyor.

Açlık, yoksulluk ve sefalet gerçeği, gelinen aşamada emekçilerin artık aileleriyle birlikte seri intiharlara yöneldiği bir noktaya ulaşmıştır. Geçim sıkıntısı ve yoksulluk, bu düzenden ve hayattan kesilen umut, İstanbul-Fatih’ten İzmir’e ailelerin yaşamlarını sonlandırmalarına neden olmaktadır.

Nitekim Cumhurbaşkanlığı 2020 Yıllık Programı’na göre bile, Türkiye’de yoksulluk oranı yüzde 21,2. En zengin yüzde 20’lik kesimin ise yıllık kullanılabilir gelirden aldığı payın en yoksul yüzde 20’lik grubun aldığı paya oranı 7,8 olmuştur.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından açıklanan İnsani Gelişme Endeksi’ne göre Türkiye, 189 ülke içerisinde 64’üncü sırada yer almaktadır. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından verilen tüm sosyal yardımlardan yararlanan hane sayısı 2018’de 3,4 milyona ulaşmıştır. Yeterli geliri olmadığı için Genel Sağlık Sigortası (GSS) primleri devlet tarafından karşılananların sayısı da 6,6 milyondan 6,9 milyona yükselmiştir.

Muhtaç aylığı (yetim ve engelliler) alanların sayısı 3 bin 734’ten 4 bin 869’a;  imaret hizmetlerinden yararlananların sayısı 20 bin 315’ten 84 bin 280’e;  MEB’den burs (ilk ve ortaöğretimdeki muhtaç öğrenciler) alanların sayısı 259 bin 481’den 1,5 milyona; Yurt-Kur’dan burs (yükseköğretimdeki muhtaç öğrenciler) alanların sayısı 531 bin 208’den 557 bin 475’e çıkmıştır.

TKİ-TTK’den aldığı kömür yardımları ile ısınabilen hanelerin sayısı ise 2 milyon 65 bin olmuştur.

2003 yılında 143 bin 155 olan işsizlik ödeneği başvuru sayısı 2018 yılında 1 milyon 635 bin 111’e yükselmiş, işsizlik ödeneğine başvuru sayısındaki artış yüzde bin 42 olarak kayıtlara geçmiştir. 2018 yılında dakikada 7 kişi işsiz kalmış, 2003 yılında 587 bin 479 olan kayıtlı işsiz sayısı 2018 yılında gelindiğinde yüzde 497 artmıştır.

İŞKUR verilerinde bile toplam kayıtlı işsiz sayısı 3 milyon 509 bin 603 olmuştur. Böylece kayıtlı işsiz sayısı resmi açıklamalarla da TC tarihinin en yüksek seviyesine ulaşmıştır. 16 yılda diplomalı kayıtlı işsiz sayısındaki artış yüzde bin 968 olmuştur.

2017 yılında 1 milyon 268 bin 855 olan kayıtlı işsiz kadın sayısı 2018 yılında yüzde 42 artmıştır. Emekçiler, açlıktan, yoksulluktan ve çaresizlikten intihar ederken, gelir eşitsizliği de giderek derinleşmekte, milyoner sayısı artmaktadır. Hesabında 1 milyon lira veya üzeri parası olan sermayedar sayısı eylül sonu itibarıyla 206 bin 889 olurken, bunların toplam mevduatı da 1 trilyon 255 milyar 273 milyon liraya ulaşmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerinden derlenen bilgilere göre, yurt içinde ve dışında yerleşik milyonerlerin toplam sayısı Eylül sonu itibarıyla 206 bin 889 düzeyinde gerçekleşmiştir. Geçen yıl sonunda 180 bin 126 olan milyoner sayısı, dokuz ayda 26 bin 763 kişi artmıştır.

Birleşik Metal-İş Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi’nin (BİSAM) ekim ayı için açıkladığı açlık sınırı 2 bin 50 lira, yoksulluk sınırı ise 7 bin 92 lira olmuştur.

Kuşkusuz tüm bu veriler son derece ağır, yıkıcı ve de can alan tablonun sadece küçük bir parçasıdır. Başka bir deyişle saydıklarımız buzdağının sadece görünen yüzüdür. Ezilenler cephesinde gelir adaletsizliği, sefalet ve yoksulluk, intiharları gündeme getirmektedir.

Bu gerçeğin yaratıcısı ve sorumlusu Türk hâkim sınıfları ise söz konusu tabloyu görünmez kılmak ve dikkatleri başka yöne çekmek adına sonu açlık ve sefaletin derinleşmesi olacak türlü oyunları devreye sokmaktadır.

TC faşizminin Kuzey Doğu Suriye’ye/Rojava’ya yönelik işgal operasyonu ve tasarrufları da bu bağlamda anlam kazanmaktadır.

Rojava’da İşgali Genişletme ve Kalıcılaştırma Hedefi!

Bilindiği üzere Türk devleti uzunca bir süredir “Güvenli Bölge” adı altında Rojava devrimini boğmak, Kürtlerin kazanımlarını yok etmek adına gerek bölgesel gerekse de uluslararası alanda yoğun bir diplomasi, pazarlık süreci işletiyordu.

Nihayetinde Türk devleti, başta ABD ve Rusya olmak üzere bölgedeki gerici devletleri kimi sus payları ile ikna ederek işgal operasyonuna girişti. Suriye’nin Kuzey Doğusuna/ Rojava’ya yönelik, IŞİD, El-Nusra çetelerinden topladığı Suriye Milli Ordusu isimli cihatçılarla gerçekleştirdiği işgalde, sivil yerleşim yerlerini, gazetecilerin ve sağlıkçıların konvoylarını bombalayarak çok sayıda savaş suçu işleyerek tüm dünyaya ne kadar vahşi ve acımasız bir devlet olduğunu bir kez daha ilan etmiş oldu.

Ne var ki işgalciler özellikle de Serekaniye’de, YPG/YPJ, enternasyonalist savaşçılar ile Türkiyeli devrimcilerin kahramanca direnişiyle karşılaştı. Rojava’ya dönük işgal saldırılarına paralel bir şekilde başta Avrupa kıtası olmak üzere tüm dünyadan gelişen tepki ve eylemlerle Rojava devrimi ve Kürtlerin kazanımları, dünya halkları nezdinde büyük bir duyarlılık ve sahiplenme ile karşılaştı.

Nihayetinde ABD’nin devreye girerek TC’yi ateşkese zorlamasının ve TC’nin de bunu kabul etmesinin başlıca nedeni Serekaniye başta olmak üzere QSD güçlerinin, Rojava halklarının işgale karşı geliştirdiği direniş ve tüm dünyadan yükselen dayanışma oldu.

Açık ki QSD güçlerinin Serekaniye ile Tel Abyad arasında, Türk devletinin işgal ettiği bölgelerden çekilmesi, Rojava devrimi açısından bir mevzi kaybıdır. Ne var ki, askeri ve teknolojik olarak güçler dengesinin böylesine eşitsiz olduğu dahası 300 ila 500 bin civarında insanın bölgeden göç etmek zorunda kaldığı bir durumda, halkı savunmak adına geri çekilmek anlaşılabilir ve doğru bir adımdır. Rojava devrimi askeri alanda, sahada bir mevzi kaybetmiş olsa da burada sergilenen direnişle birlikte Rojava devrimi ve Kürtlerinin kazanımları, politik açıdan uluslararası alanda dünya halkları nezdinde önemli bir prestij ve meşruluk kazanmıştır.

Rojava halkları, Türk işgalciliğine karşı yurdunu savunma bağlamında, direnme ve örgütlenme, bu temelde savaşma konusunda yeni bir bilinç kazanmıştır. Nihayetinde direniş, Afrin’den tüm TC sınır hattı boyunca Serekaniye’ye kadar olanca gücüyle sürmektedir.

Yaşananlar siyasi alandaki tüm taktik manevraların ve askeri hamlelerin örgütlü bir halk gerçekliğinde anlam kazanabileceğini, geleceği kuracak ve dengeleri değiştirecek temel zeminin burası olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Gelinen aşamada sular durulmuş gibi görünse de Türk devletinin işgali genişleterek kalıcılaştırmak niyetinde olduğu da açıktır. Nitekim cihatçı çeteleri eliyle başta Til Temir olmak üzere Serekaniye’nin kırsal bölgelerinde YPG/YPJ savaşçıları, enternasyonalist güçler ile Türkiyeli devrimcilerin direnişiyle karşılanan saldırılarda bunu göstermektedir.

Türk devletinin sınır tanımayan hevesi ve gözü dönmüşlüğü bu alanda Rejim ordusunu da hedef alan saldırılar ve şiddetli çatışmalarda da karşılık bulmaktadır. Anlaşılan o ki, ABD ve Rusya arasında, TC’nin buradaki varlığına yönelik bir mutabakat sağlanmıştır.

Aksi durumda Rusya’nın onayı ve izni olmadan TC’nin Suriye ordusuna yönelik askeri bir hamlesi olanaklı görünmemektedir. Bu durumun TC ile Rusya arasında yürütülen perde arkası pazarlıklar, ortak devriyeler ile ilişkili olduğu ve herkesin kendi hesabına yatırım yaptığı da bir gerçektir.

Türk devleti, bir yandan kendi hamiliğinde işgali genişletmek hedefiyle çeteleri öne sürerken buna karşı gelişen direnişi de “teröristler bölgeden çekilmedi”, “bize yönelik saldırlar sürüyor” demagojisi için de araç olarak kullanmaktadır. R.T.Erdoğan’ın “operasyon devam edecek” ve “diğer ülkeler çekilmeden biz de çekilmeyiz” açıklamaları da Türk devletinin bölgedeki işgali kalıcılaştırmayı ve ilhakı amaçladığını göstermektedir.

Bu başarılamadığı, uluslararası dengeler ve Rojava halklarının direnişi buna cevaz vermediği durumda ise Türk devleti, işgal ettiği bölgeleri pazarlık masasında Esad’a karşı Kürtlerin kazanımların yok edilmesi adına sahaya sürecektir.

Kuzey Doğu Suriye/ Rojava’da işgal, savaş ve direniş sürecinin uzunca bir süre daha, Türk devletinin merkezinde olduğu bir gerçeklik içinde karşılık bulacağını öngörmek mümkündür. Zira, bölge ABD ve Rusya başta olmak üzere pek çok emperyalist gücün aynı zamanda şiddetli hegemonya savaşlarına sahne olmaktadır.

TC ise bir yandan Osmanlı’dan gelen fetihçi, yağmacı ve talancı karakteriyle topraklarını genişletmeyi planlarken diğer yandan Rojava devrimini bastırmayı ve Kürtlerinin kazanımlarını boğmayı hesaplamaktadır.

Açık ki söz konusu gelişmelerin açığa çıkardığı resim, TC devletinin merkezi yönelimini de ifade etmektedir.

Türk devletinin, Rojava’ya yönelik her tasarrufu, derinleşen çelişkilerin çarpanlarıyla birlikte aynı anda iç siyasette, coğrafyamızda işçi, emekçilere, ezilenlere yönelik temel politikalarda yansımasını bulmaktadır.

Savaş ve işgal gerçekliği, Kürt düşmanlığı ve şovenizm örtüsüyle, geniş emekçi kesimlere daha fazla açlık ve sefalet, yoksulluk ve işsizlik olarak yansımaktadır.

Aynı zamanda işçi sınıfının, emekçilerin, Kürtlerin ve Alevilerin, kadın ve LGBTİ+ların direniş ve mücadelesinin bastırılması, özgürlük ve demokrasi talebinin boğulması adına da bu süreç bir kaldıraca dönüştürülmektedir.

Bugün faşist diktatörlüğün, ezilenlere yönelik saldırganlığının öne çıktığı; çatışma ve hesaplaşmanın en ön mevziisi bu bakımdan Rojava’da yaşam bulmaktadır.

Türk savaş arabasının Rojava’da kırılması, durdurulması, geniş işçi ve emekçilerin demokrasi ve özgürlük mücadelesinin önünün açılması ve toplumsal muhalefetin nefes almasını beraberinde getirecektir.

İşgale dur de, mücadeleyi büyüt, krizi derinleştir!

Nihayetinde Kürt düşmanlığı ve şovenizm, savaş ve seferberlik çağrıları ne toplumun her kesim ve katmanında birikmiş öfkenin üstünü uzun vadede örtmekte ne de bu çelişkilerin düzen siyaseti cephesinde yarattığı çözülmeye engel olabilmektedir. Nitekim işgal operasyonu resmi olarak sona erer ermez AKP içindeki çürümenin yeniden su yüzüne çıkması da bunun bir göstergesidir.

Davutoğlu ve Ali Babacan’ın hızlıca sahnede arzı endam etmeleri, Erdoğan’ın partisine yönelik fitne mesajlarına yeniden sarılması da buna işaret etmektedir. Altan kardeşler ile Nazlı Ilıcak’ın serbest bırakılması buna paralel, Bülent Arınç eliyle Cemaatle kurulan dirsek teması ve KHK tartışması da AKP iktidarının giderek tecrit olma gerçekliğine karşı aldığı önlemler olarak okunmalıdır.

Bunca esip gürlemelerine ve güç gösterisine, savaşın yarattığı sıkıyönetim rejimine rağmen ezilenler cephesinde büyüyen öfkenin muktedirlerde büyük bir endişe yarattığı bir gerçektir. Nitekim ardı arkası kesilmeyen HDP’li belediyelere yönelik kayyum atamaları, peşi sıra gelen gözaltı ve tutuklamalar, temel hak ve özgürlük adına sokağın tümden ezilenlere kapatılmasına dönük hamleler de bunu teyit etmektedir.

Şili’den Hong Kong’a, Lübnan’dan Irak’a; Latin Amerika, Asya ve Ortadoğu’da halkların sokağa taşan öfkesi ve direnişi, bu korku ve ön alma refleksini tetiklemektedir.

Kadınlar, halkların eşitsizliğe, yoksulluğa, yolsuzluğa ve adaletsizliğe karşı bentleri aşan direnişinde temel dinamiklerden biri olarak öne çıkmaktadır.

Kadınlar, dünya ezilenlerinin insanca bir yaşam, adalet ve özgürlük uğruna yürüttüğü mücadelenin sadece bir öznesi değil aynı zamanda onu şekillendiren ve ona yeni bir kimlik kazandıran sembolü durumuna gelmişlerdir.

Türk devletinin kadınları merkezine alan eş zamanlı operasyonlarını da Gezi İsyanında kadınların aktif, etkin ve sembolleşen duruşuyla birlikte ele almak doğru olacaktır. Benzer bir durum kuşkusuz gençlik içinde geçerlidir. Bunca saldırganlık, gözaltı, tutuklama ve yasak, açık ki toplumsal bağlamda ezilenler cephesinde derinleşen çelişkilerin bir sonucudur.

Türk devleti, namlunun ucunu Rojava’ya çevirirken, cephe gerisinde, Türk-Kürt uluslarından ve çeşitli milliyet ve mezheplerden halkımıza açlık sefalet ve zulüm düşmektedir.

Açık ki Rojava’da, Til Temir’de işgalci Türk devletinin ve çetelerinin saldırılarına karşı onurlu direnişte toprağa düşen Türkiyeli devrimcilerin duruşu sürecin düğümlendiği temel noktaya işaret etmektedir. Türk işgalciliğinin durdurulması, yenilmesi ve kırılması ile Türkiye coğrafyasında faşist diktatörlüğün yarattığı korku bulutlarının, zemheri ikliminin dağıtılması kavgası, iç içe geçen, birbirini tetikleyen besleyen ve büyüten mücadelelerdir.

Emekçilerin sömürücü faşist düzene yönelik öfke ve tepkilerini gemleyen Kürt düşmanlığı ve şovenizm zehrinin bünyeden atılmasının ve gerçek düşmanların hedefe konulabilmesinin de yolu buradan geçmektedir.

Emekçiler için siyanürün değil faşist düzene karşı direnişin kurtuluş haline getirilebilmesinin, Türk hâkim sınıflarının yaşadığı krizi ezilenler lehine derinleştirmenin yolu, Rojava’ya yönelik işgal saldırıları ile açlık ve sefalete karşı direnişi birleştirmekten geçmektedir!

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu