GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | “Baskı, İmha, İnkâr ve Asimilasyon Politikalarına Karşı! NEWROZ İSYANDIR; NEWROZ PîROZ BE!”

"Newroz’un isyan ve direnişe dair karakteri, emperyalizmin ve onunla işbirliği halindeki TC devletinin işgal, ilhak ve yağma saldırılarına karşı mücadelemizde yol gösterecektir"

Genelde Ortadoğu halklarının özelde ise Kürt halkının 21 Mart Newroz bayramını karşılıyoruz.

Orta Asya ve Ortadoğu halkları açısından 21 Mart tarihi yeni bir yılın başlangıcı anlamını taşır. 21 Mart, doğanın uyanışı ve baharın gelişinin habercisidir. Halklar yeni bir yıla doğayla birlikte canlanarak, karanlıklardan kurtularak başlamalarını kutlarlar. Ortadoğu coğrafyası açısından 21 Mart Kürtler açısından aynı zamanda zulme başkaldırının, isyan ve direnişin simge günü olmuştur. Kadim tarihin Zalim Dehak’ına karşı Demirci Kawa’nın yaktığı isyan ateşi günümüz zalim Dehaklarına karşı modern zamanların devrimci Kawa’ları tarafından taşınmaya devam etmiştir. 21 Mart Newroz Bayramı Kürt halkı açısından ayağa kalkmanın ve mücadeleyi yükseltmenin adıdır.

21 Mart 2024 Newroz’unu uluslararası alanda üçüncü emperyalist paylaşım savaşı tartışmalarının yapıldığı bir süreçte karşılıyoruz. Kuşkusuz bu tartışmaların belli bir arka planı var. Emperyalistler arası kutuplaşmanın artması, çelişmelerin keskinleşmesi ve bu gelişmelerin Rusya’nın Ukrayna işgalinde olduğu gibi emperyalist kamplar arasında doğrudan bir savaş tehlikesini artırması, bilinen ve görülebilen bir gerçek haline gelmiş durumdadır. Bu aynı zamanda Çin gibi yeni emperyalist ülkelerin gelişmesi ve paylaşılmış pazarlardan pay istemelerinin bir sonucu ortaya çıkmıştır ve de emperyalistler arası çelişmelerin keskinleşmesini körüklemiştir.

Emperyalist tekeller var olduğu sürece yeni bir emperyalist savaşın yaşanması ihtimal dahilindedir. Bu içinde bulunduğumuz çağın karakteristik özelliklerinden biridir ve Lenin’in ifadeleriyle söylersek; “Emperyalizm çağı bugünkü savaşı emperyalist bir savaş yapmıştır, (sosyalizm gelmediği sürece) kaçınılmaz olarak yeni emperyalist savaşlar üretecektir.”

Nitekim Rusya’nın Ukrayna işgalinde olduğu ve gerçekte savaşın arka planında ABD-AB emperyalistleri ve Rusya-Çin emperyalistlerinin bulunduğu ve giderek bir uzatmalı yıpratma savaşına dönüştüğü, emperyalistler arası bloklaşmanın giderek belirginleştiği ve nükleer silah kullanma tehditlerinin havada uçuştuğu bir dönemdeyiz. Emperyalist tekeller arasında pazarlar için rekabetin sertleşmesinin doğrudan sonucu olarak silahlanma yarışının hız kazandığına tanık olmaktayız. Bu durum aynı zamanda silah sanayinin kapitalist üretimin ve tekellerin kâr elde etmesiyle de paralel bir seyir izlemektedir.

Ve yine göçmen ve mülteci karşıtlığı üzerinden faşist örgütlenmelerin önü açılmış, insanlık ve halk düşmanları birer çözüm olarak sunulur olmuştur. Zalim Dehakların yanında saf tutan, ona hizmet eden şarlatanlar, işçi sınıfına ve halka birer kurtarıcı olarak propaganda edilmeye başlanmıştır. Emperyalist kapitalist merkezlerde ırkçı, faşist partiler iktidara getirilmiş, emperyalizme bağımlı yarı- sömürge ülkelerde faşist diktatörlükler desteklenmiştir.

  1. ve II. Emperyalist Paylaşım Savaşları öncesinde yaşanan kimi gelişmelere benzer koşulların ortaya çıktığı bir dönemdeyiz. Uluslararası ve bölgesel gericilik bu koşullara göre pozisyon almakta, ittifaklar tazelenmekte, yeni ittifaklar kurulmakta ya da çelişkilerin keskinleşmesinden hareketle bölgesel düzeyde mevzilerini güçlendirmeye çalışmaktadırlar. Böylesi dönemlerin enternasyonal proletarya ve ezilen dünya halkları açısından soykırımlardan katliamlara ve zorla yerinden edilmeye kadar bir dizi ağır insanlık suçlarına maruz bırakılmalarına yol açtığı tarihsel tecrübelerle sabittir.

Örneğin I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında Alman emperyalizmi ve Osmanlı Devleti eliyle Ermeni Soykırımı’nın gerçekleştirilmesi, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında Alman emperyalizminin Yahudi Holokost’u gibi.

Günümüzde de emperyalist tekeller ve onların sözcüleri emperyalist kamplar arasında çelişkilerin keskinleşmesine paralel, durumdan vazife çıkaran bölgesel gerici güçler harekete geçiyorlar. Azerbaycan gericiliğinin, TC ve İsrail ortaklığıyla Artsakh işgali ve soykırım tehdidiyle yüz bin Ermeni’nin binlerce yıl yaşadıkları topraklarından zorla yerinden edilmelerinin ardından İsrail siyonizmi Filistin halkına yönelik saldırılarının soykırım boyutunda sürdürüyor. Filistin’de milyonlarca insanın Gazze Şeridi denilen bir kara parçasında zorla yerinden edilmesi ve on binlerce insanın canlı yayınlar eşliğinde katledildiği bir vahşetten bahsediyoruz. Dünya halkları mazlum Filistin halkının yanında sokaklara çıkarken, emperyalistler ve bölge gerici devletlerinin önemli bir kısmı İsrail siyonizmine desteğini sürdürüyor. Filistin direnişinin yanında görülen İran gibi güçlerin asıl amacının mazlum Filistin halkı olmadığı, kendi gerici molla rejiminin bekası için, bölgesel düzeyde “vekalet savaşı” verdiği ve adına “direniş ekseni” dediği biliniyor.

 

Ekonomik kriz ve Kürdistan’a yine ve yeniden sefer hazırlıkları

Süreçten yararlanmaya çalışan bir diğer gerici güç ise TC devletidir. TC devletinin batı emperyalizminin bölgesel gücü olarak var olduğu ve NATO üyesi olarak konumlandığı biliniyor.

AKP-MHP iktidarının bütün “mazlum Filistin halkı” propagandasına rağmen İsrail Siyonizmi’yle askeri ve ticari ilişkilerinin sürdüğü de. Kamuoyunun gündeminde “Filistin’e dua, İsrail’e gemi” denilerek daha çok ticari ilişkileri tartışılmakla birlikte, Filistin halkını uçaklarla bombalayan İsrailli pilotların Konya Ana Jet Üssü’nde eğitildikleri ve tatbikat yaptıkları bir sır değil.

TC devletinin bu ikiyüzlü tavrı onun batı emperyalizmi işbirlikçisi ve gerici-faşist karakteriyle uyumludur. TC devleti, coğrafyamızda emperyalist çıkarların bir ileri karakolu olarak konumlandırılmıştır. Nitekim, Azerbaycan’ın Artsakh işgaline doğrudan askeri destek vermenin yanında, İsrail Siyonizm’inin Filistin halkına yönelik soykırım saldırılarını desteklemektedir.

TC devleti bu gerici ve faşist hedefinde Kürt ulusunun bir ulus olarak var olma hakkı da vardır. Sadece T.Kürdistanı’nda değil bütün Kürdistan coğrafyasında Kürt ulusu ve onun haklı ve meşru mücadelesi bir tehdit unsuru olarak görülmekte ve bir “beka sorunu” olarak algılanmaktadır. Bu nedenle Kuzey ve Doğu Suriye’den, Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi topraklarına kadar bütün Kürdistan coğrafyası “güvenlik” gerekçesiyle hedeftedir.

TC devletinin Kuzey ve Doğu Suriye’nin bir kısmını doğrudan askeri güçleriyle bir kısmını ise örgütlediği çeteleriyle işgal etmiş olması ve dahası günlük olarak Rojava topraklarına yönelik havadan ve karadan saldırıları bu nedenledir. Yine Irak Kürdistanı’nda işgalci bir güç olarak havadan ve karadan saldırılar gerçekleştirmektedir.

TC devleti, bu işgal ve saldırganlığını her ne kadar “terörle mücadele” olarak propaganda etse de, meselenin sadece Kürt ulusal hareketinin kazanımlarının geriletilmesi olmadığı açıktır. Bu saldırganlığın arka planında bir yandan TC devletinin giderek şiddetlenen ve artık çarşı pazarda daha da hissedilen ekonomik krizin kitlelerde yarattığı tepkilerin bastırılması, diğer yandan ise başta iktidar kliğinin temsilcilerinin sermaye birikiminde önemli rol oynayan silah sanayinin kârının artırılması vardır.

Elbette TC faşizminin kendi varlığına tehdit olarak algıladığı Kürt ulusal hareketinin tasfiyesi hedeflenmektedir.

Kısaca TC devletinin geleneksel politikası olan emperyalistler arasında çelişkilerden yararlanma politikası bir kez daha devrededir. TC faşizmi “bir taşla bir çok kuşu vurmayı” hedeflenmektedir. Bu amaçla bir yandan batı emperyalizmine selam çakılmakta, diğer yandan da bölgesel düzeyde yeni işgal ve saldırıların hazırlığı yapılmaktadır. AKP-MHP iktidarı, yarattığı ekonomik krizi baskılamak ve dahası geniş halk kitlelerinde oluşan öfkeyi bastırmak için bir kez daha “terör kartını” ileriye sürmekte ırkçılığı ve şovenizmi devreye sokmak istemektedir. Diğer yandan başta askeri sanayi olmak üzere, bu sanayiye bağımlı ve büyük oranda kendi tabanını oluşturan KOBİ’lerin ekonomik kriz nedeniyle yaşadığı daralmayı aşmak hedeflenmektedir. Savaş ve işgal demek başta bizzat R.T.Erdoğan’ın kendi ailesi ve yakın çevresi olmak üzere hırsız, yağmacı, talancı hakim burjuvazinin bütün kliklerinin sermaye birikimlerinin devam ettirmesi demektir. Atılan her kurşun ve bombanın arkasında, TC faşizminin asıl sahibi komprador ve bürokratlar burjuvalar, büyük toprak sahipleri, ağalar, tarikat şeyhleri vb.nin servetlerinin sürdürülmesi, kârlarının artırılması hedefi vardır.

Türk hakim sınıfları, emperyalist tekeller arasında yaşanan rekabetten ve artan çelişkiden sadece içte değil dışarda da bölgesel düzeyde yararlanma politikasını sürdürmek istemektedir. Tıpkı Suriye iç savaşının başlangıcında ve devamında yaşandığı gibi, Suriye’nin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının yağmalanması, fabrikalarının sökülüp, petrolünün çalınması vb. örneklerinin devam ettirilmesi hedeflenmektedir. Hem Suriye’nin doğusunda hem de Irak Kürdistanı’nın işgalin genişletilmesi hedefi, Türk hakim sınıflarının açgözlülüğüyle ve yağmacı sınıfsal niteliğiyle doğrudan ilişkilidir ve üstelik bu işgal ve saldırganlığı, “bölgesel düzeyde kalkınma”, “ticaret yolu” ve “güvenlik koridoru” gibi gerekçelerle pazarlamakta ustalaşmıştır.

Türk hakim sınıflarının bütün klik temsilcileri içerde yerel seçimler vesilesiyle “demokrasi” gösterisi yapar; Kürt yurtseverlerine, devrimcilere yönelik baskı ve tutuklama saldırıları sürdürülürken, dışarda ise işgal ve saldırı hazırlıkları için kapı kapı dolaşılmaktadır. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın Bağdat-Erbil-Washington arasında mesai harcamakta, ABD emperyalizminden onay alınmaya çalışılmakta, güvence verilmeye çalışılmaktadır. Bu görüşmeler sonucunda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın tekrardan Irak ve Kafkasya ziyaretleri dikkat çekicidir. Her ne kadar bu ziyaretlerde Ortadoğu ve Kafkaslar’dan Avrupa’ya enerji ve ticaret koridorları üzerinde durulduğu ifade edilse de, arka planda Ortadoğu ve Kafkaslarda yeni bir işgal ve savaş planları üzerinde durulduğu anlaşılmaktadır. Azerbaycan’ın Zengezur Koridoru ısrarı, Ermenistan’ın ABD ve AB emperyalistlerine yakınlaşması, TC faşizmi ile Irak arasında yapılan görüşmeler vb. bu hazırlığın işaretleri olarak görülmelidir.

Nitekim Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan; büyükelçiler iftar yemeğinde yaptığı konuşmada, “Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki barış anlaşmasının imzalanmasıyla bölgede yeni dönemin başlamasını arzu ediyoruz…Kosova’daki NATO gücünün komutasını biz yürütüyoruz. 70 yıldan fazladır üyesi olduğumuz NATO güvenliğimizin temel taşlarından biridir. AB üyeliği de stratejik hedefimiz olmaya devam ediyor” demektedir. (12 Mart)

TC faşizmi bütün “yerli ve milli” propagandalarına rağmen bizzat Erdoğan’ın ağzından ABD-AB emperyalizminin savaş örgütü olan NATO’yu “güvenliklerinin” temel unsuru olarak gördüklerini ve dahası AB üyeliğinin kendi bekaları açısından stratejik hedefleri olduğunu ifade ederek bir kez daha ABD-AB emperyalistlerine bağlılık ilan etmektir. TC devletinin emperyalist kapitalist sistem içinde başta ABD emperyalizmi olmak üzere AB emperyalistleriyle yarı sömürgelik temelinde yükselen bağımlılık ilişkisini faşizmin Dışişleri Bakanı olan Hakan Fidan açıkça, “Avrupa-Atlantik yapılarıyla daha fazla bütünleşme” çağrısı yapmasından da anlaşılabilir. (15 Mart)

Newroz’un çağrısına uyalım!

Uluslararası alanda ve bölgemizde savaş ve işgal hazırlıklarının hızlandığı bir dönemde Türk hakim sınıfları iç politikada “rasyonel politikalara dönmek”, dış politikada ise işgal ve saldırı vaadiyle halka daha fazla yoksulluk, işsizlik ve açlık vaat etmektedir.

Bu somut durum faşizmin her alanda sıkışmışlığıyla doğrudan ilgilidir ve kendi bekası için bir çıkış yolu aramaktadır. Bu yönelimin başta Türkiye halkı olmak üzere özelde Kürt genelde ise Ortadoğu halkları açısından daha fazla katliam, zorla yerinden edilme, yoksulluk ve işsizlik doğuracağı kesindir.

Bu koşullar altında 31 Mart yerel seçimlerine gidilmektedir. TC devletinin son süreçteki politikalarından da anlaşılacağı üzere 31 Mart yerel seçimleri bir “yerel seçim” olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Elbette hakim sınıf klikleri için özellikle rant paylaşımı ve önümüzdeki yıllardaki iktidar dalaşı açısından seçim sonuçlarının bir önemi vardır. Ancak halkın çıkarları açısından değerlendirdiğimizde sonucun değişmeyeceği şimdiden bellidir. Bu bağlamda yerel seçimlere özellikle düzen partilerinden doğru yaşanacak değişimlerden hareketle olduğundan fazla anlam yüklemek doğru değildir.

Yerel seçim süreci özellikle Kürt ulusunun ezen ulus baskısına ve imtiyazlarına karşı, somut olarak faşizmin kayyım atamalarına karşı son derece haklı ve meşru mücadelesi açısından önemlidir. Bu mücadelenin bir destek değil devrimci hareketin asli görevi olduğu, faşizmle, ırkçılık ve şovenizmle mücadele açısından son derece önem taşıdığı açıktır.

Diğer yandan yerel seçimler devrimci-demokratik, ilerici güçlerin potansiyel taşıdığı yerlerde halkla bütünleşme bağlamında son derece önemlidir. Dahası devrimci-demokratik çizgide yerel yönetimlerde bir odak-örnek yaratma şansını da bağrında taşımaktadır.

Halkçı, şeffaf, yönetim sürecini kitlelerle birlikte yürüten yerel yönetimi halkın çıkarlar temelinde örgütleyen bir çizgiyi belli yanlarıyla yaşama geçirme imkânı vardır. Bu imkânı zorlamak ve bu çizgiyi yaşama geçirme süreci başlı başına bir örgütlenme ve halkla bütünleşme sürecidir. Yerel seçimler politik açıdan devrimci siyasetin etkin propaganda ve ajitasyon fırsatı sunmaktadır. Bu temelde somut, gerçekçi yapılabilir hedeflerle gitmek, yerel yönetimlerin merkezi iktidar tarafından çepeçevre sarmalandığı gerçeğini de es geçememek gerekir. Demokratik, halkçı bir yerel yönetim anlayışını inşa etmek ve de dahası ayakta tutmanın koşulu güçlü bir devrimci demokratik mücadele dinamiğinden beslenmesi ve dayanmasıdır.

Newroz’un isyan ve direnişe dair karakteri, emperyalizmin ve onunla işbirliği halindeki TC devletinin işgal, ilhak ve yağma saldırılarına karşı mücadelemizde yol gösterecektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu