Enternasyonal proletaryanın ve ezilen dünya halklarının Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olan 1 Mayıs’ı karşılıyoruz. 1 Mayıs 2024, uluslararası alanda 3. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın tartışıldığı ve bu paylaşım savaşına göre hazırlıklarının yoğunlaştığı bir süreçteyiz. Emperyalist hükümetlerin sözcüleri birbiri ardına “savaşa hazırlanmalıyız” açıklamaları yapıyor.
Savunma adı altında silahlanmaya daha fazla bütçeler ayrıldığı açıklanıyor ve enternasyonal proletarya ve ezilen halklar bir kez daha “kendi” burjuvazisinin arkasında “vatan savunması” adı altında emperyalist tekellerin çıkarları için katledilmeye hazırlanıyor.
ABD ve AB emperyalistleriyle Rusya ve Çin emperyalistleri arasında artan rekabet, Rusya’nın Ukrayna işgaliyle askeri bir çatışmaya evrilmiş, iki yıldır süren “uzatmalı bir savaş” halini alarak emperyalist kampların birbirini yıpratma savaşına dönüşmüştür. Emperyalist tekeller, envanterlerindeki eski silahları tüketme, yeni silah denemeleri yapmakta ve daha büyük çatışmalara hazırlanmaktadır.
Emperyalistler arası rekabet ve keskinleşen çelişkiler, bölgesel düzeyde Kafkaslar’da, Balkanlar’da ve Ortadoğu’da tüm hızıyla sürmekte, askeri çatışmalara evrilmektedir. Azerbaycan’ın Artshak işgaliyle yüz bin Ermeni soykırım tehdidiyle yerinden edilmiş, İsrail Siyonizmi 7 Ekim Aksa Tufanı sonrasında Filistin ulusuna yönelik soykırım saldırısı sürdürmektedir.
TC devleti ise Kuzey Suriye ve Irak Kürdistanı’na saldırılarını sürdürmektedir. İsrail ve İran arasında karşılıklı saldırılar bölgesel ve genel bir paylaşım savaşı olasılığını artırmaktadır.
İsrail ve İran arasında yaşanan çatışmanın emperyalist klikler arasında rekabetten bağımsız olmadığı açıktır. İsrail siyonizminin başta ABD emperyalizmi olmak üzere batı emperyalizminin Ortadoğu’da ileri karakolu olduğu ve tam da bu nedenle tam desteklerini aldığı bilinmektedir. Emperyalist kapitalist devletlerin İsrail siyonizminin Filistin ulusuna yönelik soykırım saldırıları karşısındaki tavrı ve dahası kapitalist merkezlerde, Filistin ulusal direnişine yönelik her türlü destek ve dayanışmanın yasaklanma çabaları bu açıdan değerlendirilmelidir.
İran devletinin İsrail Siyonizmi’yle çelişkisi ve Filistin ulusal direnişine yönelik desteği de emperyalist kamplar arasındaki saflaşmadan bağımsız değildir. İran molla rejiminin Rusya ve Çin Sosyal Emperyalizmi’yle ilişkileri bir sır değildir. Dahası İran’ın Ortadoğu coğrafyasında “Direniş Ekseni” adı verilen mücadelesi anti-emperyalist bir amaçtan çok “Büyük Şeytan” dediği ABD emperyalizmiyle sınırlıdır.
İsrail-İran çelişkisinde, arka planda emperyalist kamplar arasında yaşanan rekabetin ve çelişkinin farkında olmak ve her iki gerici gücün birbirleriyle dalaşının bölge halkları açısından bir kurtuluş olmadığını bilmek gerekir.
İsrail Siyonizmiyle İran Molla Rejimi arasında yaşanan dalaşta sınıf bilinçli işçilerin tavrı nettir: “Bir komünist hareket için elbette iki gerici klikten birini tercih etmek söz konusu olamaz. Komünist hareket, ikisini de düşman olarak görür; ikisini de devirmek için mücadele eder; ama bunlar arasındaki mücadeleye de gözlerini yummaz; bu boğuşmadan kendi hesabına azami derecede fayda sağlamak için, bunların birbirine göre durumunu iyi tespit eder, en gerici olanı tecrit eder, ilk ve en şiddetli saldırılarını ona yöneltir, bu arada diğer gerici kliğin mahiyetini teşhir etmekten, onunla kendi arasındaki düşmanlık çizgisini sıkı sıkıya muhafaza etmekten de geri kalmaz.” (İbrahim Kaypakkaya)
Dolayısıyla emperyalist kamplar arasında giderek derinleşen rekabet, bölgesel düzeyde askeri işgal ve çatışmalarla devam ederken, yeni bir emperyalist paylaşım savaşının işaretlerinin çoğaldığı günümüzde, enternasyonal proletaryanın kızıl bayrağını dalgalandırmasına her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.
Bir kez daha görülmektedir ki, emperyalist kapitalizm enternasyonal proletarya ve ezilen halklara, açlık, yoksulluk, katliam ve savaşlar, zorla yerinden etmeler vaat etmektedir. Milyarlarca insan günlük yaşamında en temel insani ihtiyaçlara ulaşamaz ve ağır çalışma koşulları içinde sömürüye maruz kalırken, çok küçük bir azınlık lüks içinde yaşamaktadır.
Emperyalist kapitalizm aşırı kâr hırsının ürünü olarak sadece insanlığı değil bütün canlıları ve gezeni bir yok oluşa sürüklemektedir. “İklim krizi”nin gerçek nedeni emperyalist kapitalist sistemdir. Emperyalist kapitalist sistem ortadan kaldırılmadıkça gelecek tüm canlılar için güvenli değildir. Gezegenin yok oluşuna karşı çözüm devrim ve komünizmdedir.
Enternasyonal proletaryanın sömürüden kurtuluş mücadelesi sadece kendisi için bir mücadele değildir. Proletaryanın mücadelesi bütün insanlığın ve hatta gezegenin kurtuluşu için gerekli ve zorunludur. Emperyalist merkezlerde proletaryanın, yarı-sömürge ve yarı-feodal ülkelerde proletarya ve ezilen halkların, enternasyonal mücadelesini büyütmesi ve 1 Mayıs alanlarında sınıf mücadelesinin kızıl bayrağını dalgalandırması daha bir önem kazanmış durumdadır.
TC devleti kriz fırsatçılığı ve işgal hazırlığı
1 Mayıs öngünlerinde uluslararası alanda yaşanan gelişmeler ve bölgesel etkileri, Türk hakim sınıflarının devletinin politikalarını belirlemektedir. Artık gittikçe ayyuka çıkan “İsrail’e gemi Filistin’e dua” politikası, TC devletinin, bölgesel düzeyde İsrail siyonizminin en önemli destekçilerinden biri olduğunu göstermekle kalmamış, aynı zamanda hem Türkiye hem de bölge halkları açısından halk düşmanı bir örgütlenme olduğunu gözler önüne sermiştir. TC devletinin kurulduğu günden itibaren varlığının bölgesel düzeyde emperyalist sermayeye bekçilik olduğu; Filistin ulusal direnişinin yanında görünürken bile gerçekte emperyalist sermayenin çıkarlara hizmet ettiği ve aynı zamanda da ticaretini sürdürerek üç beş kuruş paraya tamah ettiği görülmektedir.
AKP-MHP iktidarı bir yandan devlet destekli Filistin’e destek mitingleri düzenler, Filistin davasına hizmet sloganları atarken, İsrail’le ticaretini artırarak sürdürmüştür. TC devleti Filistin için sahte gözyaşları eşliğinde savaş naraları atarken, İsrail’le ticareti kesin diyenlere faşist devlet terörü uygulamakla gerçek sınıfsal karakterini gözler önüne sermiştir.
Dahası TC devleti, İsrail’in Filistin’e yönelik soykırım saldırılarının bir benzerini Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik gerçekleştirmeyi sürdürmüş, yeni işgal saldırısı açıklamasında bulunmuştur. Erdoğan’ın Irak ziyareti bu saldırının hazırlığı olarak planlamıştır.
Emperyalist kapitalist sistemin yarı sömürgesi olan TC devleti ise emperyalistler arası artan rekabetten ve yaşanan çelişkiden kendi çıkarları için yararlanma politikası izlemektedir.
TC devleti, Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan işçi sınıfı ve ezilen emekçi halkına ekonomik krizin bütün yükünü fatura ederken Kuzey Suriye ve Irak Kürdistanı’nda işgal ettiği bölgeleri genişletmek için yeni işgal saldırılarının işaretlerini vermektedir.
Bunun nedeni sadece TC devletinin Kürt ulusunun kazanımlarının tasfiye edilmesi değildir. Kürt ulusal özgürlük hareketinin geriletilmesi amaçlanmakla birlikte, esas olarak bölge coğrafyasında rol kapmak ve emperyalistler arasındaki çelişkiden kendi yararına faydalanmak amaçlanmaktadır. TC rejiminin dış politikasında emperyalistler arasında çelişkilerden yararlanma, bölgesel düzeyde emperyalist devletlerin kullanışlı bir aparatı olarak rol oynama çizgisi geleneksel bir politikadır.
Böyle olduğu içindir ki örneğin “bir NATO üyesi” olarak TC devleti, Suriye iç savaşında aktif olarak rol almış, başta DAİŞ gibi insanlık düşmanı İslamcı faşist cihatçı çeteleri örgütlemiş ve desteklemiştir. “Terörle mücadele” gerekçesiyle Suriye’nin yer altı ve yer üstü zenginlikleri yağmalanmış ve çalınmıştır.
Irak Kürdistanı’na yönelik dillendirilen işgal söylemi de emperyalistler arası çelişkilerden bölgesel düzeyde yararlanma hedefi taşımakla birlikte, bölgenin yer altı-yer üstü kaynaklarının gasp edilmesi ve Kürt ulusal hareketinin devrimci dinamiğinin geriletilmesi amacını taşımaktadır.
Var olan tablonun TC devletinin ve özellikle AKP-MHP iktidarının içinde bulunduğu durumdan bağımsız olmadığı açıktır. Ekonomik krizin işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleri üzerinde yarattığı etki, son yerel seçim sonuçlarıyla görülmüş durumdadır. İktidar ekonomik kriz ve siyaseten sıkışmışlığını “yeni bir Kürdistan seferi” ile gidermek istemektedir.
Ekonomik kriz “IMF’siz IMF programı”yla bir kez daha işçi sınıfı ve emekçi halka fatura edilmek istenmekte; işgal ve savaş politikalarıyla halk kitlelerinde oluşan tepki, milliyetçilik ve şovenizm zehriyle hedefinden saptırılmak istenmektedir.
Bin odalı saraylar ve “han-ı yağma sofrası”
Türkiye ekonomisinin bugün içinde bulunduğu durumun nedeni emperyalist kapitalist sistemin krizinden bağımsız olmamakla birlikte, ekonomik krizin bu denli ağır bir yoksullaşmanın nedeni AKP’nin izlemiş olduğu politikalardır.
AKP, son çeyrek yüzyıldır emperyalist kapitalist sistemin yarı sömürge pazarı olan Türkiye ekonomisinde neoliberal politikaları başarıyla uygulamış bir örgütlenmedir. Gelinen aşamada ise bizzat Erdoğan’ın dolandırıcı dediği Mehmet Şimşek, emperyalist sermayenin kayyumu olarak ekonominin başına atanmış durumdadır.
M.Şimşek açısından Türkiye halkı bir “yerel halk”tır ve krizi bütün faturasının işçi ve emekçilere yıkılmasının komiseri olarak görev yapmaktadır.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkın içine düşürüldüğü derin yoksullaşma, en temel insani gereksinimleri karşılayamama ve açlık sınırının altında asgari ücrete mahkum edilmenin nedeni ekonomik kriz değildir. Kaynakların ve üretilen zenginliğin bir avuç zengine peşkeş çekilmesidir. Milyonlarca insan yüksek enflasyon koşullarında geçim sıkıntısı çeker ve barınma sorunu yaşarken; bir avuç zengin lüks ve şatafat içinde yaşamakta, patronlar kârlarını artırmaktadır.
Erdoğan’ın damadı “terörle mücadele” pozları verirken, dünyanın en zengin milyarderleri listesine girmektedir. Servetleri işçi sınıfı ve emekçilerden çaldıklarıdır.
Çaldıklarıyla lüks ve şatafat içinde yaşayanların magazin haberleriyle gündeme gelmesi kimseyi yanıltmamalıdır. Son haftalarda, bir AKP milletvekilinin ıstakoz yemesinden, bir diğerinin Maldivler tatiline, bir diğerinin pahalı saatine kadar gündeme gelen lüks ve şatafatlı yaşam ve görgüsüzlük yeni değildir.
Yüzyıl önce Tevfik Fikret’in ifadeleriyle “Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin. Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!” dizelerinde ifadesini bulan bu gerçeklik halen sürdürülmektedir.
Günümüzde yaşananlar sadece buz dağının görünen kısmının çok küçük bir parçasıdır. İki İslamcı kliğin iktidar dalaşının ürünü olarak gelişen 17-25 Aralık 2013 Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu sırasında bizzat Erdoğan’ın evindeki “milyonları sıfırlama” görüşmeleri bilinmektedir. Üstelik bu yeni ve AKP’yle sınırlı değildir. AKP’de 2000’li yılların başında ekonomik kriz ve yolsuzluğun ayyuka çıktığı bir dönemde 3Y (Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasaklar) propagandasıyla kitlelerin desteğini almış ve tek başına hükümet kurmuştur.
Kısaca Türk hakim sınıflarının varlık gerekçesi, işçi sınıfı ve emekçi halkın emeğinin sömürülmesi, yaratılan değerlerin gasp edilmesi üzerine kuruludur. Düzen böyle kurulmuştur ve düzen köklü bir biçimde değiştirilmeden milyonlarca insan açlık sınırında yaşamaya çalışırken, bir avuç hırsız lüks ve şatafat içinde yaşamaya devam edecektir.
“İtibardan tasarruf edilmez” deyip bin odalı saraylarında yaşayanlar, milyonlarca insanın yoksulluk ve yokluk içinde yaşamasının gerekli olduğunu, “ayakların baş olmaması” gerektiğini savunmaktadırlar. Bu bir sınıf tavrıdır ve tarihin çöplüğüne gönderilmeden işçi sınıfı ve emekçi halka gün güzü görmeyecektir.
Örgütlü gücümüzle; birliğe, direnişe, 1 Mayıs’a!
Bir avuç zenginin lüks ve şatafat içinde yaşarken, milyonlarca işçi ve emekçi asgari ücret denilen ve açlık sınırını altında bir ücrete mahkum edilmiştir. Açlık ücreti emeğini satarak yaşamını sürdüren milyonlarca insan için ortalama ücret haline getirilmiş durumdadır. Emekliler açlık ücretinin altında bir maaşa mahkum edilmişlerdir.
Gençlik geleceksizleştirme ve işsizlik içinde geleceğine güvenle bakamamakta, bu nedenle gençler arasında intihar oranı artmaktadır. Kadınlara ve LGBTİ+lara yönelik katliamlar ve nefret saldırıları hız kesmeden devam etmektedir.
Bütün bunlar yaşadığımız gerçeklerdir. Öte yandan yaşadığımız bu gerçeklere karşı mücadelede söz konusudur. Özellikle işçi sınıfının sendikal bürokrasiye, sarı sendikacılığa karşı kendiliğinden fiili direnişleri önemlidir. Güvenceli çalışma, sendika hakkı ve insanca çalışma koşulları için öncü çıkışlar önümüzdeki günlerin işaretlerdir.
İşçi sınıfının ve emekçi halkın yaşamak ve çalışmak zorunda bırakıldığı koşullara itiraz ettiği, bir tepki içinde olduğu son yerel seçim sonuçlarından da görülmüştür. Bu gerçeğin farkında olanlar “yumuşak geçiş” hazırlığı yapmakta, iktidardaki kliği yıpranmışlığını burjuva muhalefetle gidermeyi amaçlamaktadır.
Bütün olumsuz koşullara rağmen coğrafyamızda sınıflar mücadelesi, çeşitli biçim ve içeriklerde sürmektedir. Kitlelerin direniş ve mücadelesi devam etmektedir. Bunun farkında olan hakim sınıf klikleri olası yol kazalarına uğramamak için, işçi sınıfının ve emekçi halkın içinde bulunduğu duruma tepkisini, çalışma ve yaşam koşullarına yönelik itirazlarını burjuva muhalefetin arkasında yedeklemek için büyük bir uğraş içindedirler.
1 Mayıs; başta işçi sınıfı olmak üzere, Kürt ve Türk uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan halkımızın kendi bağımsız çizgisini örgütleme ve mücadelesini yükselme günü olarak önemlidir.
1 Mayıs; başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere kitlelerin bulunduğu her yerde alanlara ve meydanlara çıkarak, taleplerimizi haykıracağımız ve mücadele kararlılığımızı ifade edeceğimiz gündür.
Örgütlü Gücümüzle; Birliğe, Direnişe, 1 Mayıs’a! Yaşasın 1 Mayıs, Biji Yek Gulan!