GüncelManşet

Politik esneklik, ilkelerden tavizle olursa çürütür!

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP adayı Selahattin Demirtaş’ı destekleyen kendine Marksist ve de Leninist diyen, Türkiye toplumsal devrimini savunan kesimlerin aldıkları bu tavır üzerinden özellikle boykot tavrına yönelik şuursuzca yönelmeleri vesilesiyle, Kürt meselesinde savruldukları nokta ve olası potansiyel savrulma noktaları üzerine durmak elzem oldu. Bu kesimlerin hemen hepsinin temel ortak argümanı“demokratik, devrimci mevzinin tüm ezilenlere hitap eden ve kendiside ezilen ulusun mensubu olan Selahattin Demirtaş üzerinden güçlendirilme olanağı bulunması” şeklindedir. Bu aynı zamanda egemen sistemin en önemli politik sorunu olan ve haklı-meşru mücadele içindeki Kürt ulusuyla dayanışmak, faşist ve gerici rejimin surlarını demokrasi gülleleriyle dövmek anlamına gelecektir.

Bu gerekçeler yabana atılır türden değildir. Hiç kuşkusuz destek tavrı için güçlü bir gerekçedir. Özellikle Kürt karşıtlığına oturan Türk şovenizminin toplumsal dayanaklarına yönelmesi, zayıflatması ve bu açıdan sadece politik kazanımları değil toplumsal gelişimin daha sağlıklı temele oturması açısından önemlidir. Bu durum Kürt ulusal hakları için, Kürt ulusal hareketinin mücadelesi ile daha fazla ilişkilenme, onunla daha fazla ortak mücadele hatları kurmayı gerektirir.

 

Yenilgiler ve zayıflık kimlikte yaşanan erozyon!

Ancak bunu bir politik birlik, ortak politik legal parti programı etrafında kurmayı zorunlu kılmaz. Yine aynı şekilde Kürt ulusal hareketinin seçimlere dair politikasına kayıtsız şartsız desteklemeyi de şart koşmaz. Bunlardan daha önce ve gerekli olan, Kürt ulusal haklarını mücadele konusu yapmaktır. Kitleler içerisinde örgütlenme mücadelesini başarırken aynı zamanda Kürt ulusunun taleplerini dillendirmek, meşrulaştırmak ve genel toplumsal devrimin programına uygun olarak Kürt ulusal sorununu savunmayı içerir. Hele de kendi kimliğini ezen ulus devrimcisi olarak tanımlayanlar için özellikle ezilen ulusun gerçek kurtuluşu noktasında ilkesel duruş hayatidir, aynı zamanda onun ideolojik ve siyasi zaaflarının da bir göstergesidir.

Bugün Kürt ulusal hareketinin toplumsal kurtuluşcu paradigması, yani sadece Kürt ulusal çıkarlarını değil toplumun diğer ezilen kesimlerini de içeren ideolojik çizgisi ezen ulusun devrimcilerinin adeta başını döndürmüştür. Fiilen ise yörüngesini kaydırmıştır. Kürt ulusal hareketi, Özgürce Ayrılma Hakkını (Kendi Kaderini Tayin Hakkı) “devletleşme” perspektifi taşıdığı gerekçesiyle ret ederek; her ulusun, mezhebin, sınıfın, cinsin eşit temelde bir arada yaşadığı Demokratik Özerklik esasına dayanan bir toplumsal düzen savunusu yapmaktadır.

Bu yaklaşım ezilen tüm toplumsal kesimin bir arada gerçekleştireceği “toplumsal devrimle” mümkün demektedir. Bu demokratik toplum sürecini ise barışçıl, siyasi mücadele koşulları içinde geniş toplumsal kesimlerin örgütlenerek ve devletin bu eksende değişimini sağlayarak gerçekleştirecek bir yöntemi benimsemektedir. Bu paradigma değişimi Türkiyelileşmek şeklinde politik bir isimlendirmeyle devrededir. Bu ulusal hareketi devrimci, demokratik güçlerle daha güçlü bağlar kurmaya, aynı zamanda toplumun ezilen diğer kesimlerinin sorunlarıyla daha fazla hemhal olmaya yöneltmiştir. Bir nevi kendi toplumsal kurtuluş paradigmasının hedef kitlesi tüm ezilenler olmuştur.

Bu ilerici ve demokratik nitelikteki anlayışın toplumsal tabanını ise esasen Kürtler oluşturmaktadır. Yani bu yönüyle bu ütopya ya da toplumsal düzen sistemi aynı zamanda Kürt ulusal karakterlidir. Kürt ulusal hareketi ise Ortadoğu üzerinden bunu model haline getirecek ve enternasyonalleştirecek bir ufuk ve vizyona sahiptir. Ancak bu vizyona sahip olması onun gerçek bir toplumsal kurtuluş paradigması olduğu anlamına gelmez. Sosyalizmin yenilgisi sonrasında kapitalizm ve emperyalizm karşıtı bir dizi küçük burjuva ideolojinin sadece bir versiyonudur. Ama toplumsal tabanı olan güçlü bir versiyonu.

Sosyalizmi savunan devrimci ve demokrat siyasi çevrelerin, Kürt ulusal hareketinin bu paradigma değişiminin, doğal şartı olarak, bulunduğu ülke içinde Kürt ulusal sorununu eksene oturtarak rejimi demokratik kılma çabası ve bunun mücadelesine tutuşması noktasında nesnel olarak çoğalan ortak paydalar, gelinen noktada siyasi ve ideolojik bir ortaklığa evrilmiştir.

Bu çevreler Marksizm’in toplumsal sorunlar karşısındaki sınıfsallığını ve ilkesel tutumlarını büyük oranda bir kenara atmıştır. Bu noktada sadece ulusal soruna bakış meselesine değinerek gelinen noktayı göstermek ve konuyu dağıtmamak açısından faydalı olacaktır.

Bugün bu kesimler ulusal sorunun çözümünde siyasal program olarak Kürt ulusal hareketinin Demokratik Özerklik programını savunmaktadır. Hem de ne adına Marksist Özgürce Ayrılma Hakkı (KKTH) ilkesi adına! Bu noktada deyim yerindeyse tam bir kavram kargaşası yaratarak, meselenin yanlış ve eksik kavranmasına zemin sunarak bu yapılmaktadır. Kürt Hareketinin KKTH’yi ret etmesi adeta kutsanarak ve bir arada yaşama iradesinin bu şekilde gerçekleşeceğini savunarak bu yapılmaktadır.

Özgürce Ayrılma Hakkı, Marksist bir ilkedir. Bu ilke nesnel toplumsal, sosyal ve siyasal gerçeklik içinde ortaya çıkmıştır. Bu ilkeyi doğuran nesnel zemin ise kapitalizmin ve emperyalizmin yarattığı üretim ilişkilerinin üst yapısında yansımasını bulan ulus devletler gerçekliğine dayanmaktadır. Bu gerçekliğin ortadan kalktığını kimse iddia etmediğine göre Özgürce Ayrılma Hakkı’nın savunusundan vazgeçmek, bu noktada bir konumlanış içinde olmamak ya siyasal çaresizlikten ve iddiasızlıktan ileri gelmektedir ya da nerede durduğunu fark etmemektir.

 

Ezen ulus devrimcisinin görevi!

Özgürce Ayrılma Hakkı ezilen ulusun kendi devletini kurma hakkına sahip olmasıdır. Ancak bu hakka sahip olmak ezilen ulusun tercihini ayrılıp kendi devletini kurması anlamına da gelmemektedir. Ancak ezen ulusun bu hakkı tanıması, garanti altına alması anlamına gelmektedir. Bu hak tanındıktan sonra ezilen ulus ister bir arada yaşamayı tercih eden bir siyasi model (özerklik, federasyon, eyalet vs.) benimser, isterse ayrılıp kendi devletini kurar. Bu noktada ezen ulusun söz ve yetkisi yoktur. Ezen ulusun devrimcileri ve komünistleri ezen ulus içinde ezilen ulusun bu hakkını savunur, topluma benimsetmeye ve gerçekleşmesini sağlamaya çalışır. Kürt meselesi açısından yegane devrimci çözüm ve de elbette gerçek çözüm budur. İster barışçı biçimde TC’ye bunun kabul ettirilmesi isterse de zora dayanan biçimlerle gerçekleşecek bir yöntem olsun sorunun temel çözümü bunu içerir.

Ezen ulus saflarında Kürt sorununun bundan başka çözümü olduğunu savunmak ezen ulus egemenliğini sürdürmek anlamına gelir. Bu niyetten bağımsız olarak ezilen ulusu ezen ulusa bağımlı kılmak anlamına gelir. Bu ilkesel bir tavizdir. Aynı zamanda büyük ve ezen ulus şovenizmidir. Türkiyeli devrimci ve demokratların Kürt ulusal hareketiyle ile dayanışma adına ve ulusal hakların kazanılması mücadelesini onun siyasal programı eksenine dayandırarak yürütmek, bunu esas almak onun durduğu nokta itibariyle geri ve objektif olarak Türk ulusunun ezen konumunun çıkarına dayanması anlamına gelir. Hele de ayrılma hakkını garanti altına almaksızın, Kürt Ulusal Hareketinin demokratik özerklik projesini KKTH yani Özgürce Ayrılma Hakkı diye sunmak, Türk egemenliğinin lehine durumu korumak demektir. Ulusal sorunda Türk halk kesimini doğru bilinçlendirmemek, onun toplumsal gelişimini kösteklemektir. Kürt ulusu lehine de asla değildir.

Bugün Kürt Ulusal Hareketiyle onun siyasal projesi ekseninde iştahla ve kayıtsız şartsız, onun belirlediği temelde bir ulusal kurtuluş programında ortaklaşmak, bunu çözüm adı altında savunmak, Marksizm’i unutmak, sosyal şovenizmin yelkenlerini doldurmaktır. Kürt Ulusal Hareketi’nin bu program değişikliği özellikle devrimci hareketin zayıflığından kaynaklı bir yere kadar anlaşılabilirdir. Devleti uzun süreli savaşla yenememiş olması, bunun devrimci güçlerin yeterli gelişkinlikte olmamasından kaynaklı nesnel zemini yaratılamadığı için kendi ulusal çıkarları adına bu reformist yolu benimseyebilir. Bunu doğru bulmasak da anlamak mümkündür.

Ancak ezen ulus cephesinde duran siyasal anlayışların Türk egemenliği ve şovenizmiyle bu denli geri bir noktada mücadele cephesi belirlemesi, hem anlaşılmazdır hem de ezilen ulusun aleyhinedir. Türk ulusuna adeta Kürt ulusunun birlikte yaşama paradigması, ayrılma hakkı açıktan savunulmadan şirin gösterilmeye ve kabul edilir bir nokta eksenine oturtularak, bu kesimleri ikna etmenin argümanı yapılmaktadır. Bu örtülü ama oldukça tehlikeli bir konumlanıştır. Evet Kürtlerin bir arada yaşama iradesi, Türk ezilen kesimler üzerinde bir baskı aracına dönüştürülmelidir, gericiliğe karşı bu irade güçlü bir silah haline getirilebilir ama asla Özgürce Ayrılma Hakkı gizlenerek, örtbas edilip gözden kaçırılarak, bu yapılmaz. Tam tersine bu hak bir an dahi unutulmadan sürekli ve kararlı şekilde propagandaya dönüştürülerek yapılmalıdır.

 

Demokratik özerklik ezen türk ulusunu ikna argümanı!

Peki Kürt ulusal hareketiyle ittifaklar, ortak siyasal tutumlarda sürekli kendi bağımsız kimliğini koruduğunu söyleyen kesimler böyle mi yapmaktadır? Kesinlikle çizgileri bu değildir. Özgürce Ayrılma Hakkı yerine sürekli şekilde bir arada yaşama, demokratik özerkliğin kabul edilmesi ekseninde bir tutum vardır. Oysa pekala bir demokrasi kaygısı varsa da, bunu reformcu tarzda gerçekleştirme hevesi olsa da, kendi bağımsız siyasetinin ulusal sorunda ana ekseni Özgürce Ayrılma Hakkının gerçekleşmesi, garanti altına alınması eksenine oturmalıdır.

Durum ise vahim denecek kadar tersi bir noktadadır. Adeta Türkiyeli devrimciler ve demokratlar olarak Kürtler adına ezen ulus olan Türk toplumsal kesimlerine garantiler verilmekte, kesinlikle ayrılma durumu olmayacağı propaganda edilmektedir. (Nitekim S. Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı da bu temelde propaganda konusu yapılmıştır.) Bunu demokrasi mücadelesini geliştirmek, Kürt ulusal haklarında bir basamak olarak görmek tutarlı bir gerekçe olamaz. Temel ilkeler siyasetin ya da taktiğin kurbanı haline getirilemez.

Ki Özgürce Ayrılma Hakkı ekseninde odaklanmak, siyaseti bu temele oturtmak, Kürt ulusal haklarının özerklik temelinde kısmi kazanımına da engel değildir. Zaten bu mücadelenin temel motoru Kürt ulusal hareketidir. Bu durumda bahsini ettiğimiz devrimci ve demokrat kesimler tutarlı olmak için Kürt ulusal hareketinin ideolojik ve politik önderliğini kabul ederek, kendi bağımsız siyasetinden vazgeçtiklerini ilan etmelidirler. Şu an ki konumlanışları basit bir kuyrukçuluk değildir. Mevcut siyasi çizgileri ile sosyal şovenizme, “Kürt haklarını savunma adına” toplumsal taban yaratmakta ve aynı zamanda siyasi meşruiyet kazandırmaktadır. Bu çizgi ezen ulusun damarlarında dolaşan gerici ve şoven kanı temizlemez; tam tersine şovenizmin temizlenmesi adına demokrasi adına, özgürlükçülük adına ve sağlıklı bir toplumsal gelişim yaratma adına toplumsal sürece yeni ve tehlikeli bir sosyal şovenizm pompalar.

İlkesel savruluşlar tehlikelidir. İlkeleri olmayan bir duruş sorunun gidişatı karşısında rüzgarın etkisinden kurtulamaz. Bugün Özgürce Ayrılma Hakkına sürecin iklimi ve ruhuyla burun kıvıranlar sınıf mücadelesinin başka sorunları karşısında da benzer savrulmalara kapılarını sonuna kadar açık tutacaktır. Hiç kuşkusuz bu savrulmada kaçınılmaz olacaktır.

 

Boykota şovenizm yaftası: Teorik ve siyasi miyopluk!

Bu eksende bir tutumu benimsemeksizin seçimlerden dolayı boykot tavrını hedefe koyarak, Kürtlerin mücadelesinden destek esirgendiği tespiti yapmak, devrimin olanaklarına kapıları kapattığını ifade etmek en hafifinden muzdarip olduğu sorunu Kürtler üzerinden örtmektir. Alınan politik tutuma, Kürt meselesindeki temel ilkelere ve genel olarak Kürt ulusal sorunu ve hareketiyle ilişkilenmenin niteliğine bakmaksızın mevcut rüzgarın ve politik iklimin etkisinde sadece seviyesi düşük bir eleştiri niteliği taşır. Kendi sorununu ve mevcut açmazını tespit edip onunla yüzleşmeksizin kraldan daha kralcı konumlanışları, hem ciddiyet sorunu yaratacak hem de olabildiğince yüzeyselleşmesine neden olacaktır.

Kürtleri Cumhurbaşkanlığı adaylığına herkesten daha fazla layık olarak görmek, Kürtlere sistemde daha güçlü konum elde etme teşvikini onların belirlediği siyaseti de aşarak demokrasi ve devrim adına bir balon gibi şişirmek aynı zamanda reformizmin kucağına Kürtleri daha fazla itelemek anlamına gelmektedir. Kürt halkı dayanışma adı altında adeta sistem içiliği kutsallaştırarak, ezen Türk ulus egemenliği lehine bir çözümün zararlarına dair hiç bahis açmadan demokrasinin gelişeceği hülyaları kurmak, Kürtlerin çıkarına gibi görünen ama bulunduğu nokta itibariyle kendi görevini, sorumluluğunu ve iddiasını unutmak şovenizmle layıkıyla mücadele etmemek anlamına gelmektedir.

Boykot tavrını reformist dalganın tehlikelerine ve devrimci iklimin olanaklarını sisteme yedekleme değil sistemden koparmaya odaklanan taktik politikayı hedefe koyma hakkı yoktur. Kürt ulusal mücadelesine sosyal şoven kaygılarla mesafeli duranlara yönelik eleştirilerde politik olarak haklılık gerekçeleri vardır. Ancak Kürt meselesinde konumlandıkları noktadan sorunla ilişkilenmede bu kesimlerin bir nevi ikiz kardeşi konumundadırlar. Onlar sağı temsil ediyorsa bu anlayış sadece bu konuda solda yer alıyorlar. Ancak solun sağa, sağında sola evrilmesi hiç de zor değildir. Sınıf mücadelesi ve sosyal yaşam bunun acı, trajik ve hüzünlü örnekleriyle doludur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu