Selahattin Demirtaş, 25 Şubat’ta CNN-Türk’te Ahmet Hakan’ın programında yaptığı açıklamayla, Kürt meselesinde sürecin tıkanmasının nedenlerine dair bilinen sırrı kamuoyu ile paylaştı. Sürecin ne aşamada olduğunu, bir süredir yaşanan tıkanmaların kaynağına dair net açıklamalar yaptı.
AKP hükümeti Kobanê serhildanı sonrası yaşanan krizin aşıldığı ve artık yeni bir evrede olduklarını, son hamlelerin yapılacağını yaygın bir şekilde propaganda etti. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş “silah bırakma iradesinin” Newroz’da açıklanmasını beklediklerini ifade etti, AKP’nin basın sözcüleri Öcalan’ın silah bırakma çağrısı yapacağını, bunun her an olabileceğini Ocak ayından bu yana yazıp çiziyor. Hatta o denli iddialı ifade edildi ki, açıklamanın HDP’nin elinde olduğu Kandil’in onayının alınmasıyla birlikte deklere edileceği söylendi. Hükümet ve AKP yetkilileri ile HDP İmralı heyeti tarafından ortak açıklama olarak yapılacağı da belirtildi. Bu haberler çok kısa sürede “Kandil engelliyor”, “kriz var” haberlerine yerini bıraktı. Kandil ile İmralı arasında çelişkiler olduğu, Öcalan’ın manevi önder derekesine indirilerek pasifleştirilmeye çalışıldığı da belirtildi. Devlet cephesinde yapılan enformasyon İmralı’nın silah bırakmada kararlı olduğu ancak PKK’nin buna yanaşmadığı şekline büründü. Bu haberlerin yalan, dolan, hile olduğu tarihsel deneyimle kolaylıkla fark edilmiştir.
Oynamak İsteyen, Kağnı Gıcırtısında Bile Oynar!
Ancak devletin yaşanan süreçte ve yapılan görüşmeler de yalan, hile ve entrikalar dışında ahlaksızlık ve pervasızlıkta da ne kadar cüretli hale geldiğini göstermektedir. Demirtaş’ın bu konuda paylaştığı bilgiler bu tespitin sağlaması niteliğindedir. Demirtaş ortak yapılacak açıklamanın krize dönüşmesi konusunda şunu ifade ediyor: “Bir taslak metin üzerinde anlaşılmıştı, ama hükümet bu metni değiştirmek istedi ve bu metni açıklayalım dedi. Hükümet, Öcalan PKK’ya silah bırakma çağrısında bulunuyor diyecekti. Biz de bunun doğru olmadığını açıkladık”. Açıklamadan da anlaşılacağı üzere devlet Öcalan’a ait olmayan ve kendi istediği bir açıklamayı şekillendirerek HDP’ye bunu dayatmaya çalışmış. Bu durum devletin dengesinin ne düzeyde bozulduğu, gerçeklikten nasıl da koptuğunun göstergesidir.
“Çözüm süreci” adı verilen süreçte krizin temel sebebinin hükümetin önce silah bırakma taahhüdü verilmesi ve sonrasında müzakere sürecine geçilmesini, Öcalan ve PKK’nin ise önce müzakereye geçilerek silahsızlanma sürecinin bunun bir ürünü olması istediği anlaşılıyor.
Peki bu kriz hakiki bir kriz midir, yoksa bilerek kasten üretilen yapay bir kriz mi? Esasında bu yaklaşım devletin hem ciddiyetini hem amacını çok net ve keskin hatlarıyla ortaya koymaktadır. Kürt meselesi devlet açısından sosyal ve siyasal bir krizdir. Kürt meselesi eksenli yaşanan hiçbir sorun kuşkusuz yapay bir sorun olarak tanımlanamaz. Sosyal, tarihsel, politik karakteri bu sorunun ürettiği krizleri yapay olmaktan çıkarmaktadır. Ancak müzakere, barışı oluşturma, “çözüme ulaşma” eksenli yürüyen politik sürecin niteliğine, ciddiyetine zıtlık oluşturan bir yapay krizler süreci yaşanmaktadır. Devlet bu krizleri sistemli, bilinçli, organize bir şekilde üretmekte, bu noktada sınırsız bir yaratıcılık sergilemektedir. Kimi zaman bu şiddetli çatışmalara dönüşen krizler olurken, kimi zaman vaatlerle pratik arasında ki gece ve gündüz kadar olan farktan kaynaklanmaktadır.
Ancak son yaşanan krizin nedeni artık bu kadar da olmaz dedirten türdendir. Zira yapılmayan bir açıklamanın dikte edilmesi ve HDP heyetine okutulması dayatılmaktadır. Olmayacak duaya amin denilmesini beklemek, açıkça ben kriz yaratmak için bahane arıyorum demekten başka bir anlama gelmez. “Oynayacak insan, kağnı gıcırtısında oynar”, oynamaya niyeti olmayana düğün, şenlik yetersiz gelir. TC’nin oynamaya niyetinin olmadığı çok açıktır. Zira sorunun büyüklüğü ve niteliğine karşı ortaya çıkan uzlaşma seviyesi esasında egemen ulus için düğün şenlik havasındadır. TC’nin pekte normal olmadığını söylemek mümkündür bu durumda.
Yaratılan Yapay Krizler Ve Kat Edilemeyen Yol!
Devletin oyalama, zaman kazanma, sürüncemede bırakma politikası bilinmektedir. Ancak bu noktada artık elinde yeterli malzeme kalmayınca, tüm araçlarını tüketince, sıkışma durumu yaşayınca bu defa işi pişkinlik ve akla ziyan ahlaksızlığa vurmaktadır. HDP ile ortak açıklama yapmayı bahşedilen bir şey, verilen bir taviz gibi paketleyip, bunun karşılığında silah bırakmayı almayı hesaplamaktadır. Hem de bu konuda asıl muhatapları (İmralı ve PKK) by-pass etmeye çalışarak bu yapılmaya çalışılmaktadır.
Peki bu bilerek kasten yaratılan yapay kriz nasıl yönetilmektedir. Devlet büyük bir köpük yaratmaktadır. Saldırgan olduğu kadar, Türk şovenizmini sürekli besleyen bir şekilde süreci yönetmektedir. En çok görülen “biz tüm gerekleri yerine getirdik şimdi sıra HDP’de, PKK’de” tutumudur. Bunu bir amentü gibi her durum ve koşulda tekrarlamaktadırlar. Yine sürekli yapıldığı gibi kararlı bir şekilde Kürt hareketi arasında sorun varmış gibi yansıtılmaktadır. Artık bu bir çeşit psikolojik savaşa dönüşmüştür. Son olarak Yalçın Akdoğan; “top HDP’de o topu çeviriyor, PKK ise topu patlatmak istiyor” diyerek adeta dalga geçmektedir. Bu da yetmemektedir. Bitmek tükenmez yollardan biriside Abdullah Öcalan’ın gücünün testten geçirilmesidir. Bülent Arınç 26 Şubat’ta A-Haber’e verdiği röportajda var olan tıkanmayı kast ederek, “şimdi İmralı’nın gücünü göreceğiz” demektedir.
Dikkat çekici nokta hepsi de aslında olmayan sorunları sorun gibi sunmak, aşılmış meseleleri yeniden ısıtıp ısıtıp gündeme taşımaktadır. Bunların hepsi artık kesin olarak söylenebilir ki; zaman kazanma hesaplarıdır. Görüşmelerle bu aslında olmayan yapay sorunlar gündemden düşürülebilir, ancak yeni sorunlar ve krizler çıkması kaçınılmazdır. Türk egemen sınıfları buradan karnını doyurmaktadırlar. Yapay krizlerle ne görüşme, ne diyalog verim üretebilir. TC’nin de zaten bir sonuç üretme niyeti olmadığı açıktır. Olmayacak talepler, sınırı olmayan pervasızlıklara yenilerini eklemesi kaçınılmazdır. Bu bir politikadır. Zira bu neviden sorunlarla haftalar aylar kazanmaktadır. Bunun devam etmeyeceğine dair tek bir olumlu işaret yoktur. Tam tersine krizlerin nedenleri açığa çıktıkça bu pervasızlığın devam edeceğine dair düşünceler daha fazla pekişmektedir.
Esnekliğin, Faşist Cepheden Suiistimali!
Devletle Öcalan görüşmeleri sonunda oluşturulmuş, formüllendirilmiş ancak sonrasında devletin gündeme getirmekte isteksiz davrandığı müzakere maddelerine ve içeriğine de devletin konumlanışını anlamak açısından kabaca bakmakta fayda var.
Demirtaş’ın açıkladığı on madde şunlardır: 1- Demokratik siyasetinin içeriği tartışılmalı. 2- Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarını tartışmalıyız. 3- Özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri, 4- Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına ilişkin başlıklar, 5- Çözüm sürecinin sosyo ekonomik boyutları, 6- Çözüm sürecinin yol açacağı yeni güvenlik yapısı… 7- Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal güvenceleri neler olabilir? 8- Kimlik tanımı, kavramına ilişkin eşit mekanizmaların geliştirilmesi, 9- Demokratik cumhuriyet, ortak vatan, milletin demokratik ölçülerle tanımlanması, 10- Bütün bu demokratik hamleleri içselleştirmeye yarayan yeni anayasa…
Kürt ulusal hareketinin özerklik talebini dahi net ifade etmediği bu müzakere ilkeleri karşılığında silahlı mücadeleyi sonlandıracağını taahhüt etmesi söz konusudur. Taleplerin esası ulusal sorun eksenli değil ana ekseni özgürce siyaset yapma ve sistem içinde demokratik hakların genişletilmesi temellidir. 1-3 ve 9. maddeler ise Türk ulusal egemenliğinin yeniden biçimlendirilmesi ve Kürt ulusal haklarının genişletilmesini içeren ulusal demokratik yanı vardır. Ancak ortaya konulan bu ilkeler manzumesi sistem içi ve reformist karakterlidir. Türk egemenlerinin hem toplumsal açıdan, hem siyasi rejimi aşısından, hem de bölgesel politikası açısından Kürt meselesinin yarattığı ağır sorunlardan dolayı bir denge bulma ihtiyacına karşı, bu uzlaşma ilkelerine ayak diremesi ibretliktir.
Bu ayak direme bir yanıyla Türk egemen sınıflarının ideolojik ve siyasi çizgisindeki faşist karakterin ne kadar sağlam ve köklü olduğuna işaret ederken, aynı zamanda bitmek bilmez bir yüksek kazanç elde etme iştahını göstermektedir. Türk egemen sınıfları, Kürt meselesinde yeni kurulacak dengelerde azami oranda egemenliğini korumak, Kürtlerin ise kazançlarını zayıf tutma hesabı yapmaktadır. Ancak ezilen ulus için bundan daha fazla tavizin yönetilmesinin zor olduğu açıktır. Türk egemen sınıflarının bu bağlamda özellikle hem Kürt sorununa yeni bir biçim bulmaya ihtiyaç duyması, hem dış politikasında hesaplarını tutturabilmek için Kürt barışına ihtiyaç duymasına rağmen izlediği oyalama politikası, bu meselede hala esneme payının olduğuna dair inancından kaynaklanmaktadır.
Tarihin akışı ve konjonktürün Kürtler lehine olduğu koşullarla; Türk egemenlerinin bu güveni ve hala Kürt tarafında esneme payının olduğu düşüncesi arasındaki çelişki sürecin ağır aksak ve tıkanmalarla devam edeceğini göstermektedir. TC’nin Kürt hareketinin “barış”a mahkum olduğuna dair tespitinin süreçte kriz üreten bir faktör olduğunu da tespit etmek gerekir. Ortaya çıkan tablo Kürt hareketinin hem barış hem de ulusal haklar meselesinde son esneme sınırına dayandığını göstermektedir. Bunun ötesinde yaşanacak esnemenin politik sürece bakıldığında TC’nin yeni beklentileri gündeme getirmesine ve yeni krizlere zemin sunmasına neden olacağı gibi, bunun Kürt hareketi cephesinde yönetilmesinin daha da zorlaşacağını göstermektedir.