Dokuz yaşında bir çocuk. Elinde savaştan kaçarken yanında getirdiği kırık oyuncağı ve bir kaç yağmur damla su yanaklarında. Dokuz yaşında, evinde bomba sesleri altında uyumaya çalışırken annesinin ansızın “kalk gidiyoruz” dediği ve giderken her şeyini geride bırakan, sadece yanağında bir yağmur damlası ile yollara düşen bir çocuk. Dokuz yaşında bir çocuk, mülteci kamplarında soğuktan üşüyen ve açlıkla yüzleşen ama her daim yanağında yağmur damlası taşıyan. Dokuz yaşında bir çocuk, küçücük dünyası ile büyük şehre gelen ve yanağındaki yağmur damlası ile polisin sürdüğü akrebin altında kalarak ölen.
Kirli savaşlar en çok çocukları vurur o tertemiz yüreklerinden. Fırtınalı bir havanın daldaki çiçeği koparıp atmasıdır savaş çocuk için. Göç ile tanışırlar küçücük yaşlarında. Kimisi satılır köle pazarlarında, kimisi boğulur mavi sularda ve kimi ölür kuruyan dudaklarıyla Şengal dağlarında. Kaçmayı başaranlar sığınır o canavar şehirlere. Yaşarlar ama açlıkla, linçle, yoksullukla. Çocuk gelin olurlar geldikleri yerde ve çocuk işçi olurlar tamirhanelerde. Raşid Oso bu çocuklardan biri. İstanbul Okmeydanı’nda sokakta oynarken akrep tarafından ezildi. Kanlar içinde kalan çocuğu ambulans çağırmak yerine araca aldı polisler. Tutanak için ise “gerek yok, Türk polisi adaletlidir” denildi ve dünya kanlar içinde hastanede yanağında yağmur damlası ile hayata gözlerini yuman Raşit’in yüzünde bir kez daha tanık oldu adalete.
Uyumaya korkmak ve
korkarak uyanmak
Yaşadığımız dünyanın özellikle bazı coğrafyaları çocuklar için tam bir cehennem. Emperyalistler ve onların yerli uşakları daha fazla kâr hırsı yüzünden “insanlığı” tüketmekte ve bu tüketimden en fazla payı çocuklar almaktadır. Geceleri uyumaya korkan ve korkarak uyanan bir dünya çocuk… Emperyalistlerin ve yerli uşaklarının yaptıkları zaten ortada peki ya bizim yapmadıklarımız? Bence cevap ve bu anlamda çözüm tam da burada yatıyor. Bizim yapmadıklarımız onların kurtuluşudur ve uyumayan her çocuğun gözlerindeki korku aynı zamanda bizim korkumuzdur. Biz ne kadar susar ve ne kadar örgütlenmezsek o kadar ölür ve o kadar uyuyamaz çocuklar.
Raşit, korna ve insan sesleri arasında bilmediği bir dil ve tanımadığı yüzler ortasında oynuyordu. Dalmıştı belki geldiği topraklara ve özlüyordu elbet yitirdiklerini. Sonra birden bir gürültü… O bu sesi duydu peki ya siz? Sonra karadı her şey. Keskin bir kan kokusu geldi burnuna ama acı hissetmiyordu. İçinden bir çığlık attı. O bu sesi duydu peki ya siz? Sonra birilerinin onu havaya kaldırdığını hissetti. Bedenini çuval gibi koydular koltuğa. Derin bir nefes aldı tam bu sırada sahraları ayağı kaldıracak bir rüzgâr sesi geldi kulaklarına. O bu sesi duydu peki ya siz? Sonra hastaneye getirdiler onu. Durmuştu gülüşü, solmuştu yüzü ve dinmişti acıları. Annesi geldi çığlık çığlığa. Karıştı ağıtlar birbirine farklı dillerde. O bu sesi duydu peki ya siz? Sonra kazma sesleri. Kürekle atılan topraklar ve ayak sesleri. Hepsini duydu o peki ya siz?
Bu bozuk düzenin kirli çarklarında hayatta kalmaya çalışan tüm çocuklar için, tecavüze uğrayan, köle pazarlarında satılan tüm kadınlar için, yok edilen doğa için gideceğimiz tek bir yol var, yapacağımız tek bir şey var. Örgütlenmeli, ayağı kalkmalı ve bu çürük düzeni tarihin çöplüğüne yollamalıyız. Raşit’in çığlığını durdurmanın tek yolu bu! Binlerce çocuk bize bağırıyor şimdi. Bu çığlıklara kulak olma zamanı.
(Bir ÖG okuru)