İşçi katliamı, kadın katliamı, Kürt katliamı, çevre katliamı… TC’nin katliamlar serisi saymakla bitmiyor. Her geçen gün yeni bir katliama gözümüzü açarken bunlardan sonuncusu 10 Ekim günü Ankara’da emek örgütlerinin çağrısıyla gerçekleştirilecek olan barış, demokrasi ve emek mitingine yapılan bombalı saldırı oldu.
Miting alanına yürüyüş gerçekleştirecek kitleye TC-DAİŞ işbirliğinde gerçekleştirilen katliamda TTB’nin açıklamasına göre 100’ün üzerinde kişi öldü; yüzlerce kişi ise yaralandı. Katledilenler arasında ise 5 isim vardı: İşçi mücadelesinin en ön saflarında yer alan İnşaat-İş Sendikası üyeleri Tekin Arslan, Serdar Ben, Erol Ekici, Tayfun Benol ve Gazi Güray.
2014’ün Ağustos ayında tanıdık onları. Esenyurt Belediyesi’nin ortak olduğu RDS Enerji ve REFORM İnşaat’ta çalışan işçilerin 2 yıldır ücretlerini alamaması üzerine direnişe geçmişler, ayrıca sendikanın kuruluşunu da bu direnişin başlangıcı itibariyle açıklamışlardı. Sonrasında tanışıklığımız PTT işçileri direnişi ve İnşaat-İş Sendikası’nın Kobanê’yi yeniden inşa sürecine ilişkin başlattığı kampanya ile beraber devam etti.
Özellikle Torunlar ve Esenyurt MarmaraPark katliamı ile birlikte gündemleşen inşaat işçilerinin güvencesiz, sigortasız, düşük ücretle çalışma koşulları ve işçilere taşeron dayatmasına karşılık “Dünyayı biz inşa ediyoruz, altında biz kalıyoruz. Artık Yeter!” diyerek örgütlenmeyi yol olarak gösteren İnşaat-İş Sendikası, inşaat işçilerinin kanı üzerinden yükselen patronlara karşı örgütlediği direnişlerle cevap oldu-oluyor; Ankara’da kaybettiğimiz 5 emekçi ise her direnişin parçasıydılar. Özellikle Tekin Arslan, Erol Ekici ve Serdar Ben ile takip ettiğimiz hemen her eylemlerinde yolumuz kesişiyor; Tekin’in sol yumruğunu kaldırarak attığı sloganlar ve ajitasyonları ile militanlığı, Erol’un mütevazılığı, Serdar’ın örgütçülüğü ilk gözümüze çarpan özellikleri oluyordu.
Zamanımızı mücadeleye ayarlayalım!
Ve devlet onları katletti. İnşaatlarda, fabrikalarda, işyerlerinde katledemediği işçi ve emekçileri, bombalarıyla öldürdü.
Esenyurt MarmaraPark AVM inşaatında kaldıkları çadırda çıkan yangınla, Torunlar’da yere çakılan asansörle, henüz geçtiğimiz günlerde (14 Ekim) Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin ek bina inşaatında çatının çökmesiyle katledilen sınıfdaşlarından aldıkları sorumlulukla alanlarda, meydanlarda olmayı seçen beş nefer; eşit ve sömürüsüz bir dünya için taleplerini haykırmak için gittikleri Ankara’da katledildiler. Zannettiler ki, bu 5 yoldaşın katledilişi işçi sınıfını yıldıracak; mücadeleyi kesintiye uğratacak. Ama hayır!
Bugün birçok işyerinde işçi ve emekçiler, ücret iyileştirmesi, güvenceli çalışma şartları için ve işten çıkarma ile taşeronlaşmaya karşı mücadelelerini büyütüyorlar. Mayıs ayında metal işçilerinin direnişi ile işçiler fabrikalarda üretimi durdurarak patronlara korku salması ise hala aklımızda! İşçi sınıfının örgütlülüğü, burjuvazinin korku dağlarını kuşkusuz büyütüyor.
Zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların örgütlülüğüne karşı işten çıkarmalara, sınıfı birbirine düşmanlaştırmaya, sarı sendikalara başvuran; en iyi haliyle bile işçi ve emekçilere ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışan sistem, küresel ekonomik krizin pençesinde can çekişiyor.
Küresel ekonomik krizin Türkiye’deki yansımaları 2008 yılından beri en ağır haliyle gözlemlenirken bataklıklarında çırpınan egemenler, halkı zulümle, katliamla, baskıyla bataklığına çekmeye çalışıyor. Ancak tarih defalarca gösterdi, sistemin bu kriz hali, ezilenlerin lehine çevrilebilir. Bu krizi halkın, ezilenlerin lehine çevirmek, ideolojisinden beslendiğimiz işçi sınıfının örgütlülüğünün elinde.
İşçi katliamlarına, ücret eşitsizliğine, güvencesiz çalışma şartlarına “zamanımızı” mücadeleye ayarlayalım. Günlerimiz Tayfun’u, saatlerimiz Gazi’yi, dakikalarımız Tekin’i, saniyelerimiz Serdar’ı, saliselerimiz Erol’u göstersin! O zaman zafer gelecektir.