AKP iktidarı, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından OHAL’in sunduğu tüm fırsatları “Allah’ın lütfu” olarak değerlendirmeyi sürdürüyor.
Uzunca bir süredir Meclisi devre dışı bırakan AKP iktidarı, OHAL’in ilanıyla birlikte bunun yasal zeminini de sağladı. Böylece kendisine karşı darbe girişiminde bulunan, dün aynı yolda yürüdüğü güç odaklarını rahatça tasfiye etme olanağı buldu. Diğer yandan 15 Temmuzla birlikte yakaladığı kitlesel desteği ve OHAL’i rakip klikleri bertaraf etme, onlar karşısında ön alma ve üstünlük sağlama, devamında tasfiye etme yolunda önemli bir avantajı yakaladı.
15 Temmuz’dan bugüne değin ortaya koyduğu pratikler AKP iktidarının söz konusu elverişli koşulları sonuna kadar değerlendirmede büyük bir ısrar içinde olacağına işaret ediyor.
Son olarak yayımlanan 696 sayılı KHK ile yaşama geçirilmek istenen uygulamaları bu arka plan içinde yorumlamak doğru olacaktır. AKP hükümet olduğu ve giderek de iktidara yerleştiği, kurumsallaştığı andan itibaren, devleti başkanlık rejimi hedefiyle yeniden yapılandırmaya çalıştı/çalışıyor. Devletin başta Türk hakim sınıfları ve onlarla işbirliği halindeki emperyalistlerin ihtiyaçları ekseninde re-organizasyonundan söz etmek mümkün.
Anlaşılan o ki, TC devletinin başkanlık rejimi doğrultusunda yeniden örgütlenmesi konusunda bir mutabakat söz konusu. Ne var ki bu rejimde kurulacak güç dengeleri ve çıkar paylaşımında inisiyatifin kimde olacağına dair şiddetli bir hesaplaşma yaşanıyor. CHP’nin başkanlık sistemine yönelik kimi zaman yükselen çıkışlarını bu kapsamda yorumlamak yerinde olacaktır.
OHAL ilanı ve KHK rejimini de devletin söz konusu re-organizasyonu kapsamında ele almak yanlış değildir. Siyasal düzlemde kendini AKP’de ifade eden hakim sınıf kliği, OHAL ve KHK’ların sağladığı avantajı, devletin içinde inisiyatifi ele geçirmek, gücünü pekiştirmek, mevzilerini sağlamlaştırmak için kullanmak istemektedir.
Öte yandan bugün ciddi anlamda geriletilmiş ve zayıflatılmış olan ancak hala devletin çelik çekirdeğinde ciddi bir etkinliği bulunan ve siyasal bağlamda CHP’de karşılığını bulan diğer bir hâkim sınıf kliği de, mevcut pozisyonunu korumak, kaybettiği inisiyatifi yeniden ele geçirmek adına yollar aramakta, muhalefetini bunun üzerinden inşa etmeye çalışmaktadır.
Yüksek yargı başta olmak üzere devlet aygıtının kilit önemdeki pek çok organının AKP iktidarının ihtiyaçları doğrultusunda yeniden düzenlenmesini içeren söz konusu KHK’de özelikle de sivillere cezasızlık ya da başka bir deyişle af anlamına gelen düzenlemeye yönelik tepkilerin düzen partileri cephesinden öne çıkmasının nedenini bu arka plan içinde tartışmalı!
AKP iktidarı, KHK’de 121. maddede yer alan “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır” ifadeleriyle rakip klikler karşısında elde ettiği inisiyatifi, bu düzenleme ile yasal bir statüye kavuştururken, bu adım ile etkisi altındaki tabana, kitleye de güçlü bir çağrı yapmaktadır.
Böylelikle AKP iktidarı, rakiplerinin, önümüzdeki dönem için olası bir 15 Temmuz girişimine karşı sokağa çıkardığı tabanı ve militarist güçlerini yasal bir koruma zırhı içine almış oldu. Bu düzenlemenin iktidar dalaşı açısından en önemli mesajı rakiplerine yöneliktir. AKP, devlete yerleştikçe, onun içinde kuramsallaştıkça ve ona hâkim oldukça bu mekanizmanın içinde var olan özel savaş örgütlerini, bu kapsamdaki olanakları, kendi tasarrufları için kullanmaya başlamış dahası doğrudan kendisine bağlı örgütlenmeler yaratmaya yönelmiştir.
Halka düşmanlıkta ortaklar
Bu bağlamda diğer düzen partilerinin temelde karşı çıkışı söz konusu düzenleme ve buna bağlı bir şekilde bugün daha güncel bir tartışma olarak ortaya çıkan paramiliter yapıların AKP’nin kontrolünde örgütlenmesidir.
CHP’den İYİ Parti’ye geniş bir yelpazede düzen partilerinin muhalefeti esasta sivillere cezasızlık getirilmesi değil, AKP’nin güdümündeki paramiliter grupların af parantezine alınması ve bu anlamdaki icraatlarının yasal bir zemine kavuşturulmuş olmasıdır. “İç savaş” ifadesi düzen partileri tarafından AKP iktidarının sistem içinde, iktidarını korumaya yönelik hazırlıkları bağlamında kullanılmaktadır.
Söz konusu düzenlemeye dair iktidar katındaki başlıca kavga bu çerçevede yürümektedir.
CHP, İYİ Parti veya diğer düzen partilerinin devletin bekası adına kurşun atan ve hizmet eden sivillerin korunmasına yönelik esaslı bir eleştirisi yoktur. Zira korumaya ant içtikleri, kendilerini vakfettikleri devlet tamda bu temel üzerinde yükselmiştir. Osmanlının son dönemlerinde 2. Abdülhamit’ten İttihat ve Terakki’ye oradan Kemalist Cumhuriyete bu çizgide bir süreklilik vardır.
1915 Ermeni Soykırımı ona eklenen bir halka olarak Koçgiri halk isyanı devamında Şeyh Sait ve onun artçı sarsıntıları olarak ortaya çıkan Ağrı ve Zilan isyanları ile Dersim direnişi ve buna eklenebilecek yığınla pratikte bu konudaki yaklaşım açıkça ortaya koyulmuştur. Devlet, daima bekasının sağlanmasına yardımcı olan sivilleri korumuş, kollamış ve yasal olarak haklarına sahip çıkmıştır.
Sözgelimi, CHP’li tek parti iktidarı döneminde 1931 tarihli kanunun isyan mıntıkasında işlenen ef’alin suç sayılamayacağına ilişkin 1. maddesi buna örnektir. Söz konusu madde de Erciş, Zilan ve Ağrı dağı ile Erzincan’ın Pülümür ilçesi etrafında cereyan eden isyan olayları sırasında görev yapan devlet memurları, askerler ile bunlarla hareket eden bekçi, korucu, milis ve ahalinin icraatlarının suç sayılamayacağı ve bu konuda herhangi bir yargılama yapılamayacağı söylenmektedir.
Bu konuda, dünyada faşizm deneyimlerinden çıkarılarak, Türk-Kürt uluslarından, çeşitli milliyetlerden, inanç ve kimliklerden emekçilerin kanıyla yazılan koskoca bir tarih ve bunu sürekli bir biçimde güncelleyen geliştiren “şanlı” bir devlet geleneği bulunmaktadır. Türk hakim sınıflarının Nazilerin SS-SA’larının; Çarlık Rusyası’nın 1905 devrimine karşı örgütlediği Kara Yüzler ve de Mussoli’nin Kara Gömleklileri’nin deneyimlerinden zengin bir şekilde faydalandığına şüphe yoktur.
Toplumsal muhalefet hedef tahtasında!
Söz konusu KHK’larda sivillere yönelik cezasızlık maddesi ve ona bağlı bir şekilde su yüzüne çıkan paramiliter örgütlenmelerin bir değer hedefi ise AKP iktidarının korunması bağlamında toplumsal muhalefettir.
Açık ki Suriye’de çatışmaların başladığı günden itibaren sürece doğrudan taraf olan AKP iktidarı, geçen süre içinde cihatçı yapılarla kurduğu ilişkilerle önemli bir birikim sağlamıştır.
Denilebilir ki, Suriye’deki çatışmalar ve AKP iktidarının burada oynadığı rol, onun yeni bir özel savaş aygıtı kurması için uygun bir zemin yaratmıştır. Öz yönetim direnişleri sırasında kamuoyuna yansıyan “Esadullah Timi” bu yapılanmaların bir yansımasıdır. Gezi İsyanı sırasında büyük bir korkuya kapılan AKP iktidarı, “evinde zor tuttuğu” yüzde 50’yi 15 Temmuz’da sokağa çıkarmıştır, şimdi de bunların içinde paramiliter örgütlenmeler yaratmaktadır. Başlıca hedefin, devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerle değişik sınıf ve katmanlardan AKP karşıtı muhalefet olduğu aşikârdır.
KHK’da geçen “terörist eylemlerin bastırılması” ifadesi tam da bu kesimlerin icraatlarını aklamak ya da başka bir deyişle yasal bir kılıfa sokmak içindir. SADAT, Osmanlı Ocakları ve bugün ortaya çıkan HÖH yapılanmaları tam da bu paranteze giren güçleri düşman ilan eden/edecek olan tetikçilerdir.
“Dernek” faaliyeti statüsü altında örgütlenen Trabzon merkezli Halk Özel Harekât isimli oluşumla özel savaş örgütlenmelerinde kitlesel, açık bir paramiliter yapının kurulması aşamasına geçildiği anlaşılıyor.
Dernek kurucusu ve başkanı Fatih Kaya’ya ilişkin “Türkmen Dağındaki Kayı (IYI) Tim Komutanı (Kaynak: “trabzonhabercisi.com”) ifadesi bahsi geçen yapılanmanın niteliğini de açıkça ortaya koyuyor. AKP’nin Suriye’de IŞİD, El- Nusra vd. cihatçı örgütlerde savaştırdığı faşist, gerici unsurlara bugün HÖH adı altında yeni bir görev verilmektedir. Kaya’nın cihad çağrıları, R.T. Erdoğan’a atıfla, başkomutan ifadeleri ve görev beklediklerine yönelik demeçleri de bu yapının AKP iktidarının emrine amede olduğunu göstermektedir.
Faşist teröre karşı özsavunma ve devrimci zor!
Tüm bu tartışma içinde can alıcı soru siyasal iktidarın söz konusu örgütlenmelere neden ihtiyaç duyduğudur. Alperen ve Ülkü Ocaklarına eklenen Osmanlı Ocakları, dahası Suriye’den devşirilen IŞİD, Nusra, ÖSO, Sultan Murat ve diğer sultan tugaylarına yeni bir güç eklenme gereği nereden ortaya çıktı?
Görünen o ki AKP iktidarı, 15 Temmuz darbe girişimini takip eden günlerde gücünün ve kitleselliğinin son sınırını zorladı. Daha ileri gidemeyeceğini anlayan iktidar, bu defa bu tabandan örgütleyeceği paramiliter güçler, mafya ve çete artıklarıyla, korku ve şiddet üzerinden gücünü tahkim etme yoluna yöneldi.
Tek başına bu durum bile AKP iktidarının toplumsal düzlemde çok ciddi bir aşınmaya uğradığını önümüzdeki süreç açısından da ciddi bir meşruiyet sorunu yaşayacağına işaret etmektedir. 15 Temmuzdan bu yana zaten iktidarını OHAL ve KHK rejimiyle, gerçek faşist yüzünü göstererek sürdüren bir yapıdan söz ediyoruz.
Siyasal iktidarın söz konusu tasarrufu özellikle de 2019’da yapılacağı söylenen Başkanlık seçimlerine yönelikte bir hazırlık amacı taşımaktadır. Amaçlanan toplumsal mücadele dinamiklerinin yok edilmesi, iç savaş çıkarsa da rakiplerin ezilip geçilmesidir!
Anlaşılan o ki, AKP, gerek iktidar katındaki çıkar dalaşının gerekse de toplumsal çelişkilerin keskinleşmesiyle, büyümesiyle zorlu günlerin yaşanacağına dair bir beklenti içindedir. AKP bir yandan olası bir ikinci Gezi vb. isyanları karşısında mevzilerini yeniden tahkim ederken diğer yandan iktidarının etrafını kalın duvarlarla koruma altına almaya çalışıyor.
Bu tasarruf hırçın dalgalarla boğuşan bir denizcinin daha büyük bir fırtına öncesinde daha etkili bir dalga kıran inşa etmesine benzemektedir.
Süreklileşen ve bu eksende giderek de derinleşen ekonomik krizin, sefalet, açlık ve yoksulluk girdabına her gün biraz daha çektiği milyonlarca emekçiye; koyu karanlık bir iklimin deyim yerindeyse bir karabasanın dayatıldığı bir coğrafyadan söz ediyoruz. Evleri, yurtları yerle bir edilen, zindan ve işkence mengenesinde acı çeken Kürtlerin; IŞİD, El-Nusra ve bilumum cihatçı-gerici faşist çeteler tarafından hedef alınan Alevilerin; devletin açıkça teşvikiyle her gün cinayete kurban giden kadınların, LGBTİ+ların derinleşen ve mayalanan öfkesi gün gibi ortadadır.
Öyle görünüyor ki, hakim sınıflar, sömürü ve zorbalık şiddetlendikçe buna karşı tepkinin ortaya çıkacağını öngörüyor. Tüm bu tantananın, hakim, güçlü pozlarının, esip gürlemelerin nedeni de budur! Mezarlıktan geçerken ıslık çalanların korkusunu yaşıyorlar. Paramiliter güçlerin başlıca görevinin yığınların devrimci ve demokratik mücadelesi olacağı ise gün gibi açıktır.
Ezilen yığınların bu saldırıya karşı yanıtı, özsavunma ve zora zorla karşılık vermek olmalıdır! Dönemin ana halkası, her türden gerici ve faşist saldırganlığa karşı zor temelinde özsavunmanın örgütlenmesidir!