Emperyalist ülkeler ABD ve Rusya arasında özellikle Suriye meselesi üzerinde sürdürülen anlaşmanın dengesiz bir hal alması ve kâh ABD’nin kâh Rusya’nın çıkarlarının bu anlaşmanın tam bir mutabakata varamaması Suriye’deki kan bataklığının derinleşmesine yol açmakta; Ukrayna’da süren çatışmalı ortamın yeniden savaşa dönüşmesinin an meselesi haline gelmesiyle dünya çapında çatışmalı ve savaş halindeki bölgelerde artış yaşanmaktadır. Keza petrolde esas krizin 2018’de başlayacağı, artık emperyalist-kapitalist ülkelerin sırrı olmaktan çıkarken, bu konuda yeni arayışlar bu savaş halinin süreceğinin de göstergesidir.
Savaş halinin süreceğine en önemli kanıtlardan biri de ABD ile İsrail arasında sonuçlanan anlaşmadır. Dikkatle incelenmesi gereken bu anlaşmaya göre ABD’nin İsrail’e önümüzdeki 10 yıl içerisinde 38 milyar Dolarlık askeri yardım yapmasını öngören ve aylardır süren müzakerelerin ardından varılan anlaşma iki ülke yetkilileri tarafından Washington’da imzalandı. ABD Başkanı Barack Obama, İsrail savunmasına dair “sarsılmaz taahhütlerini” yineledi. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu da “Bu anlaşma İsrail ve ABD arasındaki ilişkinin güçlü olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor” dedi. ABD ve İsrail arasında 2007’de yapılan son anlaşma toplam 30 milyar Dolarlık yardım içeriyordu. ABD yönetimi, İsrail’e 2009’dan bu yana 23.6 milyar Dolar askeri finansman, 3.4 milyar Dolar da füzensavunma finansmanı sağladı.
Yeni anlaşmayla 2019’dan itibaren ABD, İsrail’e 10 yıl boyunca her yıl 3.8 milyar Dolarlık yardımda bulunacak. Yardım sayesinde İsrail, yeni nesil F-35’lerin alınması dahil olmak üzere savaş uçağı filosunu yenileyebilecek ve füze savunmasını güçlendirebilecek. Bu yardım sadece, İsrail’in Filistin’e dönük saldırılarının süreceği anlamına gelmiyor. Keza geçtiğimiz günlerde Suriye’de “geçici ateşkes”i delen ilk grup olarak öne çıkan El-Nusra çetecilerinin İsrail hastanelerine taşınarak tedavi edildiği ve yeniden Suriye’ye gönderildiği açığa çıkmıştı.
KHK’ler, 24 Ocak kararlarının bir benzeridir
Diğer yandan ülkede 2. ayını geride bırakarak 3. ve “son” ayına giriş yapan OHAL, kademe kademe toplumsal muhalefetin tasfiyesi projesini hayata geçirme doğrultusunda ilerlerken, görünen OHAL’in 3. ayını tamamlaması ile sonlanmayacağı… AKP’nin OHAL’in egemenlere sağladığı pervasızlık ve Kanun Hükmünde Kararname (KHK)’ler yoluyla kanun yapmak gibi “zahmetli” işlerden kurtularak devletin ve sermayenin işinin kolaylaştırması gibi “rahatlıklara” hala ihtiyacı var.
Keza OHAL döneminde Meclis’ten 4 kanun çıkıp, ama aynı bu süre içinde Bakanlar Kurulu tarafından 8 tane Kanun Hükmünde Kararname (KHK) yayımlanması ve sadece 1 Eylül’de Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında üç ayrı KHK yayımlanması bunun bariz örneklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu KHK’ler içerisinde öne çıkan ise neredeyse tamamı HDP ve DBP’li belediyelerin oluşturduğu 28 belediyeye kayyum atanmasını da kapsayan “bayramlık” 674 Sayılı KHK oldu.
674 Sayılı KHK’nin diğerleri gibi en önemli özelliği birbiriyle ve de OHAL ile ilişkisi olmayan birden çok yasada değişikliği barındırıyor olması. Tabii bunun özellikle AKP döneminde gündeme gelen “torba yasalar” ve “gece yarısı kararnameler” gibi bir halk düşmanı kökeni var. Buna rağmen toplumsal muhalefet nedeniyle şimdiye kadar Meclis’ten geçirilemeyen kanun değişiklikleri KHK ile halledilmeye çalışılıyor.
Mesela tek başına 674 Sayılı KHK Adli Tıp Kurumu Kanunu, Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun, Ceza Muhakemesi Kanunu, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Pasaport Kanunu gibi kanun değişikliklerin hepsini kapsıyor.
Yine aynı KHK’de; hakkındaki soruşturma ve kovuşturmalar nedeniyle kayyum atanan şirketlerin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilmesi, TMSF’nin bu şirketlerin varlıklarının satışı ve tasfiyesini öngören değişiklikler de yer alıyor.
KHK’ler bu yönleriyle 12 Eylül darbesinin ardından geçirilen 24 Ocak kararlarıyla benzer özellikler taşımaktadır.
Başta Kürt ulusu ve hareketi olmak üzere ülkenin devrimcilerini, ilericilerini ve demokratlarını hedef alan saldırılar KHK’lerle sınırlı değil. Devlet T. Kürdistanı’nda tarihinin en büyük askeri operasyonuna hazırlanırken (Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 8 Eylül, Haber Sol) başta Dersim ve Elazığ’da 41 bölge için 2 haftalık “özel güvenlik bölgesi” uygulamasına geçti, diğer yandan son üç hafta içerisinde 24 kişinin tutuklandığı Tokat ve Cerattepe davasının görüleceği bölgelerde OHAL’in keyfiyetiyle eylem yasaklarına başvurdu.
“Para kan kokar, kir kokar…”
İtalya’da mafya ve devlet arasındaki yakın bağlantıları kaleme aldığı için hem İtalya devleti hem de mafya tarafından ölümle tehdit edilen ve bu yüzden senelerdir uluslararası insan hakları kuruluşlarının sağladığı korumayla yaşamını sürdürebilen gazeteci Roberto Saviano, Almanya’de geçtiğimiz günlerde kendisine verilen ödülü alırken yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
“Para kokar aslında. Para kan kokar. Kir kokar. Kaçak petrolün, silahın, karanlık ilişkilerin kokusu siner üzerine… Suriye’de IŞİD, bu parayı kullanıyor mesela… O paralardan bu kokuları temizleyen merkezler var Avrupa’da… Yazar, bunları bilmek, yazmak ve sonuçlarına katlanmak zorundadır.”
Saviona, bir gazeteci olarak bir yandan dünyadaki kirli ilişkilere vurgu yapıp bir yandan da kendi sorumluluklarını belirtiyor. Komünistlerin, devrimcilerin ise bu sorumluluklara ek ve daha büyük bir görevi vardır: Dünya halklarını yoksulluğa, göçe, ölüme mahkum eden bu çıkar ilişkilerini altüst etmek ve dünya halklarının çıkarına bir dünyayı inşa etmek…
Bugün bir yandan KHK’lerle, bir yandan işten atma ve açığa almalarla, bir yandan da gözaltı, işkence ve tutuklama terörü ile OHAL’in her türlü yüzünü görmeye başlayan ülkede; komünistlerin ve devrimcilerin eksik bıraktığı ve tamamlaması için adım atması gereken nokta da burasıdır.