“Yaşasın enternasyonal mücadele!”. Enternasyonal Özgürlük Taburu (EÖT – IFB)’nun kuruluş bildirgesinin son sloganıydı. Birçok ülkeden devrimciler, hepsi aynı amaç etrafında birleşti: DEAŞ faşizmini yenmek ve Rojava Devrimi’ni savunmak. İşte bu enternasyonalizm bayrağı altında onlarca Avrupalı, Türkiye’deki yoldaşlar ve farklı devrimci örgütler tarafından kurulan Enternasyonal Özgürlük Taburu’nda silahlanmayı ve savaşmayı seçti.
2011 yılında, Arap dünyası halkları ekonomik sefaletten ve askeri diktatörlüklerin faşizminden bitkin düştüğünde, halklar diktatörlerine karşı ayaklandı. Bu ayaklanma Tunus’la başladı, ardından Libya, Mısır, Suriye… Emperyalistler bunu, Ortadoğu’nun yeniden paylaşımı için bir fırsat olarak gördü.
Ortadoğu, özellikle de Suriye, o dönemde bir iç savaşın ortasındaydı ve birçok siyasi değişim ve gelişmeye maruz kalıyordu. Arap ülkelerinin çoğunda devrimciler ve ilericiler irade ortaya koymayı başaramayıp İslamcı eğilimler ya da milliyetçiler tarafından ezilirken, Suriye’nin kuzeyinde yeni bir durum ortaya çıktı. Uzun süredir Türk ve Arap rejimlerinin baskısına maruz kalan Kürt halkı, parçalanan Suriye’de ilerici ve demokratik bir temelde kendilerine bir yer açmayı başardı.
Kürt ulusal özgürlük hareketi DEAŞ’a karşı savaşırken ulusların eşitliğini, azınlıkların kendi kültürlerini yaşama ve dillerini konuşma haklarını ve meşruiyetini, kadınların özgürleşmesini vb. talep etmekteydi. Rojava Devrimi bu şekilde tanınmaya başlandı.
Kobane Savaşı uluslararası dayanışma hareketinin ilgisini çekmede önemli bir rol oynadı. Kobane için Türkiye’den birçok devrimci Rojava’ya katıldı ve IŞİD’e karşı Rojava Kürtlerinin yanında yer aldı. Böylece Türkiyeli devrimciler, devrime gelip destek vermek isteyen tüm dünya devrimcilerine öncülük rolü oynadılar.
10 Haziran 2015 sanki dün gibi hatırlıyoruz. Birçoğumuz evden devrime destek veriyor, metropollerdeki Kürt eylemlerine ve etkinliklerine katılıyor ya da sosyal ağlarda günlük rutinimizi sürdürürken, o akşam eve döndüğümüzde en coşkulu haberle şaşırdık. Haberin fotoğrafında askeri üniformalı yoldaşlar, kızıl fularlar, komünistlerin sembolü olan orak çekiçli bayraklar ve hatta Franco faşizmine karşı savaşan İspanyol cumhuriyetçilerin bayrağı da vardı. Açıklamalarında “Rojava bugün: Almanya’nın kuşatması altındaki Paris Komünü, İspanya iç savaşının ortasındaki Madrid, İkinci Dünya savaşındaki Stalingrad’dır” deniliyordu. Bugüne kadar bize ilham vermeye devam eden devrimci direniş sembolleri olan pek çok referans…
“İşçiler, emekçiler, kadınlar, gençler ve farklı inanç ve kimliklerden insanlar, çevreciler, anti-emperyalistler, anti-faşistler, anti-kapitalistler, demokratlar ve dünyanın her yerinden devrimciler: hepinizi Rojava devrimini savunmaya, daha fazla hak kazanmaya, Ortadoğu devrimini genişletmek için savaşmaya ve zaferler kazanmaya, Enternasyonal Özgürlük Taburu bayrağı altında halkların kardeşliğini genişletmeye çağırıyoruz.” EÖT’ün kuruluş bildirgesi böyle sona eriyordu.
Bir çoğumuz bu çağrıya yanıt vermek istedik. Bir süre sonra Rojava’ya vardık, askeri eğitim dönemi bitmişti, cepheye katılmaya hazırdık, EÖT’e katılmaya hazırdık, Rakka’yı özgürleştirme operasyonları yeni başlamıştı.
Cephede ve EÖT’de geçirilen ilk günler; anlamaya, tanımaya çalışmakla geçen günlerdir. Cephenin ve savaşın nesnel gerçekliğini anlamak ve orada bulunan yoldaşların ve örgütlerin öznel gerçekliğini anlamak… Dünyada devrimci ve sosyalist hareket bölünme özelliği ile bilinirken, taburda var olan birliği hissetmek güzeldi. Taburda tüm siyasi eğilimler mevcuttu ve ifade edilebiliyordu; bireyci anarşistlerden ya da özgürlükçü komünistlerden Marksist-Leninist örgütlere kadar, devrimci olduğu sürece, perspektiflerine katıldığı ve askeri disipline saygı duyduğu sürece siyasi ve ideolojik kimliği olan herkes EÖT’e katılabiliyordu.
Dil, yoldaşlar arasında daha iyi iletişim kurmak ve günlük yaşama katılmak için bazen bir engel olabiliyordu. Ancak bunu yapmak isteyen enternasyonaller için Kürtçe veya Türkçe öğrenmek zor değildi. Yine de savaşta yoldaşların sizden ne beklediğini anlamak kolaydır.
Bir uyum döneminden sonra faaliyet ve özne olma dönemidir. EÖT’deki Batılılar olarak devrimci olmanın sadece savaşın büyük günlerinde veya büyük muharebelerde kanıtlanan bir şey olmadığını, devrimci olmanın günlük yaşamda kanıtlandığını, birbirimize olan saygı, karşılıklı yardımlaşma, mütevazilik, fedakarlık ruhu, günlük olarak emekçi olmayı çabucak öğrenirsiniz. Bunlar EÖT’de yer alabilmek için olmazsa olmaz özelliklerdi.
Eğitimde olduğu gibi askeri hayat devam ediyor; “Rojbaş”, nöbet sırası, mutfakçılık vb. günlük işler hayatımızı oluşturuyordu. Bu işlerin organizasyonu ve rutin rotasyonu, komutanlar ve savaşçılar arasında ilişkilenmenin doğru bir zemine oturmasını sağlıyordu.
Her zaman operasyonlarda yer alabilmek için sabırsızlanan bizler, ilk başlarda DEAŞ çetelerinin bazen sinsi, bazen kitlesel, bazen akşam karanlığında, bazen şafak vakti, bazen gece yarısı saldırılarına karşılık vermekle yetiniyorduk.
Rojava topraklarını özgürleştirmek ve savunmak için şehitler vermek zorunda kaldık. Taktik olarak çok zengin ve aynı zamanda pratik olarak çok barbar olan DEAŞ bizi şaşırtmayı biliyordu. Ancak EÖT’ün moral üstünlüğü, çoğu zaman geri çekilmek zorunda kalmaması anlamına geliyordu. Komutanlarımız her zaman çatışmaları doğru bir şekilde organize etmeyi ve bize savaşma gücü vermeyi bildiler.
Bir devrimci, halka karşı sorumluluğunu ve devrimin yaşayacağı tehlikeleri bilir. Avrupa’da karşı devrimin şiddeti o kadar yoğun olmayabilir. Çünkü düşman burjuva demokrasisi sistemi aracılığıyla devrimci güçleri nasıl yönlendireceğini bilir. Ancak özü aynıdır. Bu nedenle belki bazı Avrupalılar Ortadoğu’daki silahlı mücadeleye uyum sağlamakta zaman zaman zorlanmış olabilir, ancak sağlam devrimci hırslarla ve aynı zamanda gerçekçi bir şekilde gelenler, şehit olsun ya da olmasın, EÖT’de ve mevcut yoldaşlar arasında genellikle olumlu bir iz bıraktılar.
Haziran 2015’teki kuruluşundan ve DEAŞ’a karşı yürütülen özgürleştirme operasyonlarından, 2018’deki Afrin Savunması’na ve 2019’da Türk devletine karşı Serekaniye Savunması’na kadar EÖT Kürt, Türk, Avrupalı, Doğu Asyalı veya Amerikalı, anarşist veya komünist bileşeniyle, bugün çok gerekli olan birlik ilkesinden bir an bile vazgeçmeden her zaman mücadeledeki yerini almıştır. Taburumuz, bu kadar farklı kültür, ulus ve ideolojiyle birliğimizi nasıl koruyabileceğimizi anlamaya çalışan dünyanın dört bir yanındaki birçok devrimci için bir model olmuştur.
Ne yazık ki Rojava post-modernist pasifizm ve enternasyonal devrimci hareketinin sübjektivist ve dogmatik yaklaşımları nedeniyle ‘80lerin-’90’ların Lübnan’ı kadar olamadı. Uluslararası devrimci durum da aynı durumda değildi. Bazı enternasyonaller dönüşlerinde ülkelerindeki devrime daha iyi hizmet etmeyi öğrenmek amacıyla geldiler, burada sadece silahlı mücadeleden bahsetmiyorum, Türkiye ve Ortadoğu’da ki devrimci hareketin özgünlüklerini, iradesini ve sürekliliğini öğrendiler ve böylece geri döndüler.
Bazıları ise Ortadoğu’yu emperyalist çelişkilerin merkezi ve gericiliğe, emperyalizme en fazla darbe vurulabilecek yer olarak görerek hayatlarını bu mücadeleye adamayı seçtiler.
Rojava Devrimi sürecinde özellikle mücadelenin yoğunlaştığı bu gibi dönemlerde, sadece taktiksel bir zeminde kurulmuş olan EÖT, tüm dünyanın dikkatini çekmeyi başardı.
Bugüne kadar mücadelenin her yoğunlaşma dönemlerinde dünyada, bir zamanlar sadece taktiksel bir koalisyon olan EÖT’ün tüm ezilenlere umut olmasını isteyen büyük bir çoğunluğun olduğunu hissediyoruz.
Bir TKP-ML/TİKKO Savaşçısı