31 Temmuz’da yürürlüğe girecek yeni infaz düzenlemesiyle kadına ve çocuğa karşı suç işleyenlerin tahliyesinin yolu açılıyor. Kadın katillerine, istismarcılara, tecavüzcülere af getiriliyor!
2 yılda en az 15 kadın Covid-19 izni, şartlı tahliye gibi nedenlerle hapishanelerden çıkan erkekler tarafından öldürüldü. Devletin kol kanat gerip sırtının sıvazlanmasından cesaretlenen erkek, “ne yaparsam yapayım nasılsa af gelir, çıkarım” diye düşünerek bütün öfkesini ve düşmanlığını kadına kusuyor. Cezaya ya da yaptırıma uğramama garantisi var ne de olsa. Devlet zaten kadınları ve çocukları korumuyorken şimdi eski/yeni bir katiller ve istismarcılar sürüsü sokaklara salıverildiğinde bu gayriinsani döngü kendini tekrar edecek.
Toplumu kadın üzerinden yeniden biçimlendirme çabasına yön veren saldırganlık hiç bitmiyor. Ailede kadına biçilen rol hatırlanırsa toplum mühendisliğinde neden önce kadından başlandığını, varlığının üretim ve kâr makinesi olarak nasıl işlevlendirilmeye çalışıldığını, aksi durumda onu nelerin beklediğini anlarız.
Bu toplum tahayyülünün çekirdeği burjuva “muhafazakâr Türk ailesi” olacak. Herkes haddini ve yerini bilecek. Kadınlar asli görevleri olan “karılık” ve “anneliği” asla unutmayacaklar. Onları eve ve mutfağa zincirleyen yazgılarını değiştirmeye çalışmayacaklar!
Onlar için burjuva aile öyle vazgeçilmez bir kurum ki, onu bu gericileşme ve muhafazakarlaşma dalgasına uygun hale getirmek, onu her açıdan müebbet cezası çekilen bir işkencehaneye dönüştürmek için yeni yollar aramaktan ve zincirleri daha da sıkmaktan başka bir yol görmüyorlar. Çünkü kadın hareketinin gücünden, dinamizminden ve kapsama alanının genişliğinden alabildiğine korkuyorlar.
AKP-MHP rejimi -bütün bileşenleri ve gönüldaşlarıyla birlikte- kapitalizmin çok yönlü kriziyle debelenirken toplumu çeşitli araçlarla kendi suretine uygun şekilde kurgulamaya çalıştığının son 20 yıldır tanığıyız. AKP’li yıllarda kadınlar, çocuklar, LGBTİ+lar yaşama hakları hiçe sayılarak en diplere itildi.
Hayatın her alanındaki toplumsal cinsiyet eşitsizliği adım adım devasa ölçülerde arttı. Gerek eğitimde gerekse toplumsal hayattaki gericileştirme-dinselleştirme saldırısı çok net bir sınıfsal muhteva taşımaktadır. Bu cendereler içinde emekçiler düşünemez, itiraz edemez hale getirilmek istenmekte, daha da ehlileşmiş bir sınıf yaratılmanın yolları döşenmektedir.
Hatırlayalım belli başlı gelişmeleri:
-2008’de 4+4+4 eğitim sistemine geçildi. Kız çocuklarının evlere hapsedilip başının bağlanmasının maddi zemini yaratılmış oldu. Kadın düşmanı dindar nesillerin üretiminin garantisini ailede ve eğitimde gören sistem bekçileri buradan yürüdüler. Laik eğitim ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin iyice ufuklardan silinmesini hedefleyen bu kapsamlı saldırının nasıl büyük bir tehlike olduğu toplumda yeterince görülüp anlaşılmadı. Laiklik sadece bir yaşam tarzı meselesi olmadığı gibi kadın ve aile ilişkisi de tek başına ideolojik bir yaklaşım değil, esas olarak kapitalist sistemin en küçük ekonomik birimi olan aileye kadını zincirleme meselesidir.
2016’da çocuk istismarcıları affedilmek istendiğinde kitle tepkisini görünce geri adım attılar. 2020’de konuyu yeniden gündemleştirdiler. Bugün çocuk istismarcılarının, kadın katillerinin affedilip salıverilmeyecek olmasına hayıflanıyoruz!
İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline de bir günde gelinmedi. Bütün bu adımlar birbiri ardına, toplumun nabzı gözetilerek atıldı ya da tepki çekince vazgeçilmiş gibi davranıldı. Sonra usul usul yeniden ısıtılmaya, kapıdan girilemeyince pencere zorlanmaya başladı. Hedefte 6284 ve nafaka hakkı var!
Daha önce nabız yoklanarak yolu düzlenen kadının nafaka hakkının süreye bağlanması, mal paylaşımında dava açma süresinin kısaltılması, eşin ölümünde kadının payının verilmek istenmemesi… gibi kadına yönelik daha bir dizi saldırı adımı hazırda tutuluyor. Şimdilerde Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, ‘süresiz nafaka uygulamasının kabul edilebilir olmadığını’ belirterek “Mağdur erkeklerin yanındayız” dedi. Bütün bunlar bize elbette bir şeyler söylüyor, kazanılmış hakları mümkün olduğunca en alt sınırlara çekmek -mümkünse hepsini ortadan kaldırmak- kadını ekonomik olarak da erkeğe ve ömür törpüsü bir evliliğe boyun eğdirmek!
Yapılıp edilenlerde, söylenip yazılanlardan, bizzat pratiğe dökülenlerden anlaşılıyor ki, kadınlar toplumsal hayatın dışına sürülüp “aile birliği”nin harcı yapılmak isteniyor. Geleneğin, dinin ve kapitalist sistemin erkek egemen dayatmalarının her gün yeni bir örneğini piyasaya sürüyorlar.
Yeniden düşünmeye bile gerek yok ki, Erdoğan şahsında ete kemiğe bürünen, İslam’ı ideolojik yakıt olarak kullanan neoliberal faşist rejim, son seçim sürecinde yanına aldığı azgın kadın düşmanı HÜDA-PAR ve Yeniden Refah Partisi ile saldırganlığına kaldığı yerden devam ediyor. Tam anlamıyla “yerli ve milli” bu Taliban koalisyonunun hedefinde öncelikle kadınlar vardır. Toplumu daha koyu bir karanlığa boğabilmek, toplumsal yaşamı şeriat kurallarına uygun hale getirme projeksiyonunu kadınlar üzerinden şekillendirmek, toplumun en küçük birimini sömürü ve baskı sistemi açısından daha da “elverişli” ve “işlevli” kılmak elden hiç bırakmadıkları varlık nedenleri adeta.
Kadınlar bu zorbalığa yine boyun eğmeyecek. Birbirlerini ve uzanabildikleri herkesi aydınlatacak, tehlikenin büyüklüğünü göstererek birbirlerinden güç alacak ve daha önce sayısız kez olduğu gibi bu yolu da sabırla yürüyüp geride kimseyi bırakmamayı gözetecekler.
Bugünkü koşullarda buna rağmen ilk etapta püskürtemeyebiliriz bu saldırıları. Katiller ve tecavüzcüler sokaklara salınabilir, nafaka hakkı kuşa çevrilebilir. Bunlar moralimizi bozmamalı, kollarımızın yana düşmesine yol açmamalı. Tersine, öfkemizi bilemeli, onu konuşturmanın yeni yol, yöntem ve araçlarını bulup hayata geçirme arayışlarımızı kamçılamalı. Özsavunma ağlarımızı güçlendirip yaygınlaştırma yönelimlerini hızlandırmamıza yol açmalı.
Rejimin ödüllendirip sokaklara saldığı kadın katilleri, tecavüzcüler, istismarcılar karşılarında bizleri bulmalı, kadın özsavunma birimlerinden korkar hale gelmeli. Kadın olmanın ve kadın hareketinin bir özelliği de en zor koşullara dahi boyun eğmemek, karanlıkların boğuculuğundan çıkmanın bir yolunu eninde sonunda bulmak değil mi zaten?
Jin Dergisi 30 Temmuz 2023