Bir ülkenin ekonomisi ile hükümet sistemi arasında doğrudan ilişkiler olmasından dolayı, ekonomik gelişmelerin politik tutum ve kararlarla bağlayıcılığı oldukça güçlüdür. Bu nitel durumu, Türkiye ekonomisi ve AKP hükümeti arasındaki ilişkiden gözlemleyebiliyoruz.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle birlikte ayyuka çıkan ekonomik kötüleşme; büyüme verisi, enflasyon verisi, kamu maliyetinin bozulması, cari işlemler açığına ilişkin veriler, Türkiye’de 2017 yılından itibaren çok ciddi bir bozulmanın olduğunu göstermektedir.
2017 yılında ekonominin yüzde 7.4 büyüme oranının, 2018’de yüzde 3’e düşmesi ve 2019’da yüzde 9’da seyretmesi, 2020’de ise 1.8’e kadar bir değişim göstermesi, Türkiye’nin son üç yılda büyüme ortalamasının yüzde 2’nin altında olduğunu doğrulamaktadır. Ekonomide yaşanan bu tıkanma, kişi başına geliri 8500 dolara düşüren ciddi gerilemeye neden olmaktadır. Enflasyonun tek haneli rakamlardan, çift haneli rakamlara kadar yükselmesi; Türk parasının tüm zamanların en dip noktasına kadar değersizleştirmiştir.
İnsanların yüksek faizli kredilerle borçlanarak yaşaması ve Erdoğan’ın bunu ekonomik büyüme olarak topluma lanse etmesinin arkasında yatan gerçek, faizli kredilerin oranında artan yüzde 35’lik orandır. Halkı borçlandırarak devlet kasasını dolduran AKP iktidarının, devlet kasasını halka açmak yerine, kasayı boşaltıp halkı borçlandırarak yoluna devam etmesi şu an yaşanılan ekonomik krizin en belirgin hâlidir.
Erdoğan’ın yanlış para politikaları sonucu enflasyonun yükselişi, Türkiye’ye yerli ve yabancı yatırımların teşviklerini de azalmıştır. Türkiye ekonomisinin her zaman olan yapısal sorunlarının karşısında özellikle, AKP hükümetinin ekonomiyi kendi siyasal çıkarları doğrultusunda yönlendirmesi, Türkiye’de üretim ve istihdamı oldukça gerileten bir nedendir. Bunun yanında üretimin olmasını koşullayan talep oranının azalması, Türkiye’de istihdamın azalmasına ve ülkenin gelişimi için para politikalarının tıkanmasına sebep olmaktadır.
Erdoğan’ın Türkiye’yi ekonomik olarak iyileştirme siyasetinin dar bir saray politikası içinde gelişmesi ve BİST Genel Müdürü Hakan Atilla’nın istifası, Türkiye ekonomisinin baş sorumluları olan saray ekibinin, artık ekonomi konusunda da, “saray entrikalarının” çözüm üretmede etkili olduğunu ortaya koymaktadır.
Kapitalist düzende siyasal iktidarlar ekonomi planlamalarında esas görevlerinden biri piyasalara güven vermektir. Çünkü devletin ve vatandaşlarının temel hareket mekanizması olan ekonomik istikrar, devletin bütün aygıtlarını biçim ve içerik bakımından belirleyen noktadadır. Ülke ekonomisinin geleceği açısından verileri güven uyandıran ekonomik çalışmalar bir ülkenin; kısa vadeli, orta vadeli ve uzun vadeli ekonomi stratejisini belirleyen temel ölçüdür.
Bir ülkede enflasyon yüzde 30’lara tırmanırken enflasyonu yüzde 12’lerde göstermek, o ülkenin başında bulunan iktidarın, ekonomi konusunda hiçbir altyapısının olmadığını izah etmektedir. Zira AKP iktidarı tarafından enflasyon paketinin neredeyse günlük olarak değişmesi, Erdoğan iktidarının ekonomi konusunda kurumsal yeterliliğinin olmadığını ifade etmektedir. AKP hükümetinin rasyonel akılla hareket eden ekonomistlerinin olmadığı; kur, enflasyon ve faiz arasındaki ilişkilerin doğru analiz edilmemesinden anlaşılmaktadır.
AKP rejiminin ekonomi vizyonununda, iktisat bilimine aykırı olan bu yöntemleri, ancak dünyada tek adam rejimiyle yönetilen ülkelerde görülebilecek ekonomi yönetimidir. Enflasyonun yükselişinde üretim maddelerinin ithalat yoluyla gerçekleşmesi ve bu yolla artan dış borçlar, Türkiye ekonomisinin kötüleşmesine neden olan en önemli enflasyon baskısıdır. Bunun yanında birde işgücü maliyetini hesaba katarsak maliyetin iki katına çıkması yaşanılan ekonomik krizin en belirgin gerçekliğidir. Tüm bu acı tabloya rağmen zamanın Ekonomi Bakanı’nın, “ben doları umursamıyorum” demesi, AKP iktidarının ekonomi konusundaki yeterliliğinin hangi düzeyde olduğunu çok açık bir şekilde görünür kılmaktadır.
Ki, kuru umursamayan bir hükümetin yüz milyar dolarlık bir kaynağı, sadece kuru ayakta tutmak için devam ettirmesi, AKP hükümetinin, Türkiye’yi hangi çıkarlar doğrultusunda işlevsizleştirdiklerini sorgulatan önemli soru işaretlerini de akla getirmektedir. Ekonomi konusunda Erdoğan rejiminin göstermiş olduğu tutarsızlıklarla, Türkiye ekonomisinin kötü gidişatı, vergiler bazında ülke ekonomisinin bir başka boyutunu oluşturmaktadır.
AKP hükümetinin Kambiyo Vergisi’ni yüzde 1 ilan ederek, piyasaya güvensizlik vermesi ve sermaye kontrolünü kendi egemenliği için yönetmesi, dolar tasarrufu yapan vatandaşlar açısından, telaş uyandıran bir itimatsızlık yaratmaktadır. Gelişmekte olan bu olumsuz ekonomik veriler, Türkiye halkını zengininden fakirine, gelecek yönünden oldukça karamsarlığa itmektedir. Zenginin ekonomik yatırım endişesi ve fakirin açlık sınırına gelmiş hâli, ülkenin her alanda yaşadığı krizlerin ana kaynaklarından birisidir.
Buna bağlı olarak, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik koşulların, AKP iktidarının geleceği açısından belirleyici olması kaçınılmazdır. AKP hükümetinin iktisadi alanda hissettirdiği dışsal etki, AKP’nin Türkiye’yi getirdiği yoksulluk sınırıyla baş başa bırakmıştır. Nitekim, hükümet politikalarının iktisat bilimine göre egzojen (dışsal) bir değişken olması, siyasi yönetimlerin iktisat üzerindeki geçici etkilerine yol açmaktadır.
Fakat bu geçici etkiler iktidar politikalarının derin çıkmazlarıyla iç içe geçtiği zaman, iktisadi olarak birçok ekonomik kavramın içeriğinden soyutlanarak, somut ekonomi biçimiyle olan bağını koparmaktadır. Bu yüzden bozulan bir ülke ekonomisinin kurumsal bir iktisadi akılla düzeltilmesi; o ülkenin sosyo-ekonomik açıdan yıllarını alacak zaman kayıplarını doğurmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ebedi bir yönetim modeli olmayışından dolayı, Türkiye’nin geleceğinin demokratik bir yönetim şekline duyduğu acil ihtiyaç ülkeyi, şu anki yönetim modelinden tasfiye edecek şiddetli bir Türkiye muhalefetini büyütmektedir.