Özyönetim direnişlerine ve Newroz’a gölge düşüremeyecekler!
Amed’de başlatılan haber nöbetine katılmaktaki amacım, abluka, katliam ve baskılara rağmen özyönetim mücadelesi veren Kürt halkının sesi olmaya çalışan, özgür basın emekçisi meslektaşlarımızla dayanışmak ve haber ablukasına karşı birlikte mücadele etmekti.
Haber Nöbeti’nde nelerle karşılaştık, üç günü nasıl geçirdik elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım. Haber Nöbeti boyunca, Cizre’de haber takibi sırasında mahsur kaldığı bodrumda katledilen Azadiya Welad gazetesi yazı işleri sorumlusu meslektaşım Rohat Aktaş‘ın gazetesinde çalıştım. Yoldaşlarından Rohat’ı dinledim ve bizlere devrettiği özgür basın mücadelesinin sorumluluğunu bir kez daha omuzlarımda hissederek Rohat’ın ayak izlerinden yürüme şansı buldum…
İlk gün bir araya gelip görev yerlerimizi belirledikten sonra aylardır yasaklı bölge ilan edilerek katliamların gerçekleştiği Sur’un yolunu tuttuk. Buraya gelmeden önce Sur’da yasağın kalktığını duymuştuk, ancak geldiğimizde gördük ki yaptığı katliamdan geriye delil bırakmak istemeyen TC devleti, Sur’da gerçekleştirdiği vahşetin izlerini silmek için yasağı kaldırmış ancak ablukayı sürdürüyordu. Sur’da yasaklı bölge ilan edilerek katliamların gerçekleştiği mahallelere giden bütün ana yollar ve caddeler, beyaz perdelerle kapatılmış ve bırakın içeriye girmeyi görmenize dahi izin verilmiyor. Bu perdeler keskin nişancılardan korunmak için hevallerin açtığı perdeler değil, devletin içeride yaptıklarını ört bas etmek için açılan perdeler.
Tabi bu kadar gizemin arkasında nelerin olduğunu bölge halkıyla yapmış olduğumuz sohbetlerde anladık. Sohbet sırasında bir kişi, çatışmaların yaşandığı bölgelerin “temizlendiğini” ve devletin bu “temizlikten” sonra Sur’da hiçbir şey olmamış gibi yasağı kaldıracağını bildiklerini söyledi. Orada yapılan “temizlik” büyük belediye kamyonlarıyla yıkılan ve yakılan evlerin kalıntılarının tamamen ortadan kaldırılması olmuş!
Tartışılanlar ya da bizim objektifimize yansıyanlar sadece bununla da sınırlı değil. Bu moloz yığınları arasında, Sur’da cenazelerini almak için hala bekleyen ailelerin çocuklarının olabilme ihtimali de çok yüksek.
Sur’un etrafında ve içerisinde çok yüksek “güvenlik” önlemleri var(!)
Hatta o kadar ki, at arabasında yorgan yastık taşıyan birisinin fotoğrafını çektiğim bir anda, arka planda beliren akrep tipi zırhlı araçtan, “Fotoğrafçı, çekme, polis memurunu çekmek yasak, çekme…” diye sesler yükseldi. Arkasından eli silahlı bir özel hareket timi gelerek, “Sen neden devlet memurunu çekiyorsun?” diye makinemdeki fotoğrafları silmek istedi. Anlayacağınız Sur’da yasak “yok”, işgal var! Abluka var ve çok yoğun “güvenlik önlemleri” var(!)
Sur’dan, Bağlar’a direniş kazanacak…
Yine aynı gün içerisinde Sur’dan sonra sokağa çıkma yasağı ilan edilen Bağlar ilçesine geçtik. Yine aynı manzara! JİTEM, JÖH, PÖH ve Esadullah-DAİŞ Timleri’nin Sur’da yıkmak üzere olduğu mevziler Bağlar’da yeni katliamlara gebe bir şekilde inşa ediliyordu. Ancak ne manzarada ne de Kürt halkının tutumunda değişen bir şey var. TC’nin kolluk güçleri her tarafı sarmış ve ağır savaş araçlarını konuşlandırmış, ölüm makinesi gibi bekleyişini sürdürüyor. Bir tarafta ise biraz sitemkar, çoğunluğu direnişi ve ne olursa olsun işgale izin vermeyeceğini söyleyen Kürt halkı var. Bağlar halkıyla sohbet ederken bir arkadaşın söylediği sözler hala kulaklarımda; “Yüzyıllardır bitireceğiz diye uğraşmaktalar. Ancak bitiremediler. Şimdi mi yapacaklarını sanıyorlar bunu…”
Nöbette ilk gün…
Azadiya Welat’ta ilk günümüze gündem toplantısıyla başladık. Gözümden kaçmayan ve en çok hoşuma giden ise Kürtçe bilmememe rağmen meslektaşlarımın ilkelerinden vazgeçmeyerek toplantılarını Kürtçe almaları oldu. Tabi tercüman aracılığıyla anlaşmakta çok zorlanmadık.
Toplantının ardından haber ablukasına inat, Bağlar’dan evlerinden zorla çıkarılan halkın arasına karıştık tekrar. Yaptığımız sohbetlerden geriye aklımda sadece halkın devlete ve bu saldırının sorumlularına yönelik öfkesi kaldı. Evlerinden zorla çıkarılan hevallerden birisinin yaptığımız sohbet esnasında konuşurken alnında ve boynunda şişen damarları, öfkesinin içinde bir volkan gibi olduğunu yansıtıyor ve her an patlamaya hazır bir bomba gibi duruyordu.
Artık kaybedecek hiçbir şeylerinin olmadığını söyleyen hevaller devleti de umutlarını yitirdikleri barışı da istemediklerini sürekli yineliyorlar.
Bunun yanı sıra farklı görüşlere mensup kişilerin öfkesine de maruz kalmadık değil! Gözlerinin önünde Kürt halkının evlerini top ve tanklarla yıkmaya hazır işgalci TC’nin güvenlik birimleri terminatör gibi dursa da, öfkelerini öz yönetim ilan eden yine kendi halkına yönetiyorlardı. Yani evlerinden çıkmalarına ve kaos ortamına yol açan tarafın orada direnen ve özyönetim ilan eden gençlerin olduğunu söyleyerek, devleti aklamaya çalışıyorlardı. Bu kişilerin AKP tabanlı ya da faşist olduklarını ayırt etmekte zor değil elbette!
“Devletçi değiliz, halkçıyız!”
Haber Nöbeti’nde Azadiya Welat’tan arkadaşlarla bol bol zaman geçirme şansım oldu. Yürüttüğümüz bütün tartışmalar, sıcak sohbetler, takip ettiğimiz haberler… Kuşkusuz çok anlamlıydı. Özellikle kadın meslektaşlarımın Newroz sıcaklığındaki, içten sohbetleri, dostlukları her şeye değerdi…
Sur’a haber takibi için giden 4 arkadaşımız asker tarafından alıkonularak kartlarına el koyduktan sonra geri bırakıldılar. Geri geldiklerinde ise ablukaya ve basın kimliklerine yönelik saldırıya inat, orada kolluk güçlerinin onlara yönelik hakaretlerini dalga geçerek anlatıyorlardı. Muhabirleri saatlerce alıkoyan askerler, Ocak ayında katlettikleri ve haftalarca bedeni sokak ortasında kalan 16 yaşındaki Rozerin Çukur’u hatırlatarak “Rozerin’i hendeğe gömdük, gidin alabiliyorsanız alın” gibi söylemler kullanarak muhabirleri kışkırtmaya çalışmış ve nefretini kusmuş. Tüm bu olan bitene rağmen asker muhabirlere; “Siz devletçi misiniz?” diye “manidar” bir soru da yöneltmiş.
Söylemlerinden ve özgür basına yönelik tüm saldırılardan da anlaşılacağı gibi güçlerini devletlerinden alıyorlar. Ancak unuttukları bir şey var; bizler de özgür basın emekçileri olarak gücümüzü yıllardır yok edemedikleri Kürt halkının direnişlerinden, kadınların, emekçilerin, gençlerin, LGBTİ’lerin, ezilen ve yok edilmeye çalışılan tüm kesimlerin özgürlük mücadelesinden alıyoruz. Onun için meslektaşımın, askerin sorusuna verdiği cevap aslında söylenecek fazla söz bırakmıyor; “Hayır, biz halkçıyız!”
Burada bir kez daha anladım ki, ne Kürt halkının özgürlük mücadelesine engel olabilirler ne de bu mücadelenin bir meşalesi olan Newroz’un kutlanmasına…
Newroz pîroz be!
Haber Nöbeti’nden Özgür Gelecek muhabiri