Özgürlük zorunluluğun bilince çıkarılması olduğu gibi, yine zorunluluğun bilince çıkarıldığı noktada başlar. Özgürlüğü hayat geçirecek olanlar en başta özgürlük durumundan en uzak olan ezilip sömürülen halk kitleleridir. Roma imparatorluğu ve bin yıllarca süren köleci sistemin çöküp ortadan kalkmasını sağlayan, Paris Komünü, 1917 Rusya’sını ya da 1949 Çin’ini ortaya çıkaran da bu gerçeklikti.
Bugün artık Roma İmparatorluğu da köleci sistemde tarihe karışalı bin yıllar oldu. Tarihin ilerleyen seyriyle sömürünün, köleleştirmenin şekli, sınıflar berraklaşıp netleşse de ezen ezilen sınıflar arasındaki mücadele biçim ve yöntemleri farklılaşıp daha da karmaşıklaştı. Her farklılık ya da karmaşa büyük ya da küçük bir çelişkiye tekabül ettiğine göre yüzyılın gerçekliği devrimci ve komünistlere çok daha zorlu ve boyutlu görevler yüklemektedir. Bu görevleri nasıl yerine getirebileceğimize dair hepimizin ortaklaşabileceği pek çok genel doğruyu (ya da yanlışı) dile getirebiliriz. Ancak burada önemsenmesi gereken, bu görevlerin bilince ne kadar çıkarıldığı, yerine getirmesi noktasında ortaya konuların pratikteki karşılığıdır.
Pratiğimizin bize işaret ettiği nokta pozitif ise bu aynı zamanda devrimci mücadelenin örgütlenip ilerletilmesinde kilit bir yerde duran komünist partinin ideolojik ve politik olarak sağlıklı bir bünye ve güçlü bir irade sahibi olduğunu gösterir ki, bugün devrimci mücadele ve yaşam her şeyden çok buna ihtiyaç duyuyor. Çünkü çokça da ifade ettiğimiz düşmanlarımızı yenilgiye uğratmak için; saflarımızı düzenli tutmak, uyumlu bir çalışma yürütmek, proleter ideolojiyle donatılmış militan ve kadrolarına sahip olmak, ilkeli dolayısıyla ideolojik ve politik olarak sınıfsal duruşu sağlam olan bir komünist parti olmadan mümkün değildir.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası AKP kliğinin saldırıları devleti yeniden yapılandırma hamlesiyle devam etse de, bu durum egemen sınıflar için kendi içinde ciddi açıkları da barındırmaktadır. (Kolluk güçleri özellikle ordu başta olmak üzere devlet kurumları içinde yapılan tasfiye, Kürt ulusal hareketi, devrimci ilerici güçlerle yürüttüğü savaş, artık bir hata olduğunu kendilerinin de dillendirmeye başladıkları bölge siyaseti vb. bunlardan bazıları) İçinde bulundukları durumun farkında olan Türk egemen sınıf klikleri devletin bekası adına bir araya gelerek bu süreci anlatmak için var güçleriyle “birlik”, “uzlaşı” mesajlarıyla aldatıcı bir bahar havası estirmekten geri durmamaktadır. Bu sınıflar halka devrimci ve ilerici güçlere saldırı söz konusu olduğunda birlikte hareket etmekten hiçbir zaman imtina etmeseler de, kendi aralarındaki iktidar dalaşı geçici uzlaşmalarla geri plana itilmiş gibi görülse de, esas gücü elinde bulunduran klik (bugün AKP kliği) kendini güvende hissettiği anda karşısına çıkan ilk fırsatta diğer kliğe yeniden saldıracak ve bugün iktidarın “bu ülke hepimize yeterli” sözü “yarın bu ülke bize ancak yeter”e dönüşecek ve diğer kliği etkisizleştirme harekatına girişecektir.
Bu yanıyla egemen sınıfların bugün çizdikleri tablo elbette bizi şaşırtmıyor ve önemsenmesi de gerekiyor ancak bundan daha fazla bizi ilgilendiren acil görev ve üstüne kafa yormamız gereken mesele, Türk egemen sınıflarının bu tavrına karşılık bizim yani Türkiye devrimci ve komünist hareketi, ilerici güçleri olarak nasıl bir karşı duruş sergileyip düşmanın saldırılarını boşa çıkarabileceğimizdir.
Türk egemen sınıflarının hem dış (halk) hem de iç (birbirleriyle) çelişkilerinin derinliği onları getirdiği nokta artık bir devlet krizine dönüşmüşken bu süreci halk kitlelerinin lehine sonlandırmak şüphesiz süreci doğru okumak, beklemekten ziyade hareket etmek, bunu yaparken de kadro ve militanları doğru konumlandırmak önemli bir yerde durmaktadır. Ancak bunu nasıl yaptığımız ya da güçlerimiz doğru konumlandırıp korumaktan ne anladığımız da çok önemlidir. Maceracı değil ama atılgan ve cesur olmak devrimci mücadelenin ilerletilmesindeki önemli halkalardan biridir. Diğer bir halka ise bir an bile olsa aklımızdan çıkarmamamız gereken kitlelerin gücüdür. Bu yanıyla kitlelere güvenerek yolumuzu bir an olsun onlardan ayırmamak, özetle denizde balık olmak bizi egemen sınıfların saldırılarından koruyacak ve ona etkili vuruşlar yapmamızı sağlayacak en sağlam barınaklarımızdır.
Kadro ve militanlarımızı korumak adı altında geri çekilip izleyici duruma düşmek Türk egemen sınıflarının kendini yeniden tahkim etmesine hizmet eden tasfiyeci bir yaklaşımdan başka bir anlam taşımayacaktır. Bu da bizi hedefimiz olan zincirlerinden arınmış bir dünyaya değil esarete götürür. Özgürlük ise en başta adım atmaktan geçer.