6 Şubat tarihli iki büyük deprem, tarihi Kilikya topraklarını vurdu. Depremin gerçekleştiği toprakların aktif fay hatları üzerinde olduğu biliniyor. Bu bölgede yüzyıllardır depremler olmuş, yerleşim yerleri yıkılmış ve insanlar depremle birlikte yaşamayı öğrenmişlerdir. Şehirler ve şehirleşme deprem gerçeğine göre örgütlenmiştir. Yaşam alanı olarak kullanılan evler bir iki katlı ve birbirine yakın olarak Ermeni taş ustalarının ellerinde imar edilmiştir.
Kuşkusuz bu durum o günün koşullarında depremi bilimsel temelde bir kavrayıştan ve ona karşı önlem almaktan çok, insanlığın yüzyıllardır kendi sosyal pratiğinden deneyimlediği derslerden çıkarılmıştı. Deprem bölgesinde evler, deprem gerçeğine uygun inşa edilmişti.
Yüzyılın başında Ermeni, Rum ve Süryanilere yönelik gerçekleştirilen soykırım coğrafyamızda bu tarihsel deneyimi de ortadan kaldırdı. Soykırımdan geçirilen sadece insanlar değildi. İnsanlığın coğrafyamızda yüzyıllarca yıldır biriktirdiği deneyimler de ortadan kaldırıldı. Anadolu coğrafyası bu anlamda da çoraklaştırıldı.
Cumhuriyet Türkiyesi’nin ortalarında yaşanan şehirleşmeyle birlikte insanlar şehirlere göç etti. Şehirler; geçmişin yüzyıllık bu pratik deneyimleri yerine iktidarı elinde turan komprador bürokratların ve onların aç gözlü müteahhitlerinin talan ve rant alanı olarak ele alındı. Deprem gerçeğine uygun yapılaşma yerine aşırı kâr hırsının ürünü olarak her yere bina dikildi.
Ermeni taş ustalarının elinden çıkan; coğrafyaya ve deprem gerçeğine uygun yapılaşma yerine deyimin gerçek anlamıyla “inşaat ya Resulullah” denilerek aktif fay hatları üzerine, depreme dayanıksız, çok katlı binalar dikildi. Ne var ki soykırımla ortadan kaldırılan “deprem hafızası”nın önemi kendini yine bir depremle gösterdi.
Soykırımla coğrafyayı Türkleştirmeye soyunanlar insanlığın binlerce yıllık tarihsel hafızasını da ortadan kaldırdı. Aradan yüzyıl geçmesine rağmen devletin sahipleri aynı pratiklerinde ısrar ediyorlar. Türk devleti, kendi eliyle hazırladığı deprem katliamını fırsat bilerek Kürt-Arap Alevi halkının bölgeden göç ettirmeye zorlamakta, bölgenin demografik yapısını bozmaya çalışmaktadır. Dağı, taşı, ormanı, suları, insanları Türkleştirmeye, bitmeyen ve asla sonlanmayacak olan yüz yirmi yıllık Turan hayallerini gerçekleştirmeye çalışıyor.
Her şeyi “Yıkma ve Bozma” aklı üzerine kuran devlet, deprem felaketini de kullanarak Arap-Kürt Alevilerini imha edip geride kalanları asimilasyona uğratmaya çalışıyor. Ayrım yapmayı ve ötekileştirmeyi bilmeyen, kardeşçe yaşamayı ilke edinen, “bir hırka bir lokma” felsefesini uygulayan Kürt-Arap Aleviler, yüzyıllarca yıldır yaşadıkları topraklarda yokluk ve yalnızlık içinde çaresizliğe muhtaç bıraktırılıyor. Onlara göç dışında başka bir seçenek bırakılmıyor. Halkı kuru ekmekle yaşamaya zorlayanlar hep aynı suçlulardır.
İttihatçı-soykırımcı Türk devletinin yüzyıldan fazla bir zamandır uyguladığı politika aynıdır. Tarihte gerçekleşen soykırımların her dönem yaslandığı üç temel sacayağı olmuştur. “İmha ve yok etme”, “zorla tehcire ettirme”, geride sağ kalanları ise “Türkleştirme”ye zorlama…
Ermeni Soykırımı sürecinde yüz binlerce kimsesiz sahipsiz çocuk zorla Müslümanlaştırıldı. Arap aşiretlerine, Türk ailelere teslim edildi. Evlatlık verilen çocuklar sahipsiz-kimsesiz-dayanıksız bir yaşamın ateşi içine atıldı. Çocuk yürekleri acı ve çileyle büyüdü. Koyunlarında kendilerine ait olmayan dinin, dilin ve türkülerin çocuklarını büyütmek zorunda kaldılar. Önce dinleri kırıldı. Dilleri kesildi. Yetim bırakılarak boyunları bükük kaderlerine razı olmaları istendi.
Şimdi benzer acılarla asimilasyon ateşine atılmak istenen çocukların kaderi üzerine fetva veriliyor. Diyanet denilen karanlık ve gericilik merkezi, depremzede çocuklar için “nikah düşer” fetvasıyla başka bir zulüm yapılmaya çalışılıyor.
Buna izin vermeyelim. Coğrafyamızda işlenen suçların hesabı sorulmadıkça, bu suçlarla gerçek anlamda yüzleşilmedikçe aynı “kader planı”nın gelip bir kez daha bizi vuracağını bilelim.
(Yeni Özgür Politika – 21 Şubat 2023)