Bir cinayet ve suç örgütü olan Türkiye Cumhuriyeti halklara, insanlığa karşı işlediği ağır suçlardan dolayı dosyası hayli kabarık sabıkalı bir terör devletidir. Hitler, Mussolini gibi soykırımcı katillerin dışında kimsenin örnek almadığı ve asla almayacağı bir utanç duvarıdır. Türk olmayan halklar, Sünni olmayan inançlar, kadınlar bir asırdan uzun süredir zulüm görmekte acı çekmektedir. Her günü ve anı, cehennem ve hapishane olan sabıkalı cumhuriyetin isminden başka hiçbir şeyi zamana uygun değildir.
Ne Türk anayasası, ne hukuku, ne genel ve yerel seçim sistemi demokratik değildir. Her şeyi bir göstermelik ve aldatmaca olan yalan devlet, özünde bir zulüm cumhuriyetidir. Devlet ve parti yöneticileri oldukça iyi eğitilmiş profesyonel yalancılara taş çıkartacak kadar kurnaz, sinsi ve ikiyüzlüdür. Yasaları gibi politikası, diplomasisi gibi temsilcileri birer yalan makinası gibi çalışmaktadır. Devlet kurumları ise birer zulüm ve şiddet makinası gibi çalışmaktadır. Sonu gelmeyen örfi idareler, sıkıyönetim, olağanüstü hal yasaları ve askeri darbeler TC’nin olağan halleridir. Yasaların izniyle kurulan demokratik partiler, seçili olan milletvekilleri, belediye başkanları ve meclis üyeleri efendilerin politikalarına ters düşüldüğünde muktedirlerin kurduğu cümle ile ağızlarından dökülen kelimelerle yasadışı ilan edilebilir, ardından kriminalize edilerek zindanları boylayabilir. TC devletini kompradorlar, generaller, bürokratlar yönetiyor. Anayasa ve yasalar birer maskedir. Her şey geçici ve iki dudak arasındadır. Asgari bir burjuva hukuku ve minimum düzeyde bile olsa bir demokrasi kültüründen yoksun feodal sopa ve cebirle yönetilmektedir.
Yasaların yaşamda karşılığı ve yeri yoktur. Pratikte ise hiçbir hükmü ve geçerliliği yoktur. Sömürü ve zulmün dışında insana, onura, hak ve adalete ait hiçbir şeyin güvencesi yoktur. Ülke 21. yüzyılda olunmasına karşı Ortaçağ karanlığını aratmayacak padişahvari tarzda yönetiliyor. Sarayın sultanları ordunun generalleri ülkeyi yönetiyor. Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten AKP-MHP faşistlerinin Osmanlı hanedanlarından özde bir farkları yoktur.
Kırıntı halinde bile özgürlük bırakılmadı. Yasa ve anayasalarda yazılı olan demokratik görünüm bile kalmadı. Budayıp biçmedikleri, kesip yok etmedikleri, çalıp çırpmadıkları, üzerine çökmedikleri hiçbir şey bırakmadılar.
Kabul etmek gerekir, var olan ve her gün daha fazla ağırlaşarak devam eden sömürü ve zulüm karşısında bugün en diri, en direngen, en örgütlü duran güç Kürt ulusal özgürlük hareketidir. Özgürlük tutkunu Kürt kadınlarıdır. Meydan ve sokaklarda, parlamento ve yerel yönetimlerde, dağda ve zindanda boyun eğmeyerek direnen, yürek ve aklını barikat yapıp ellerini zalimlere kaldıran, sözünü eylem ve direnişle söyleyen ağırlıklı olarak Kürt halkı ve Kürt kadınlarıdır. Ne Kürt halkı 40 yıl öncesinin Kürt’üdür, ne direniş, bilinç uyanış ve örgütlülüğü kırk yıl öncesinde ki zamandadır. Akan, çoğalarak büyüyen her türlü faşist gerici barikatları yıkarak yürüyen Kürt kadınları ezilen, özgürlük adalet ve umut arayan herkese örnek pratikleri yaşatıyor ve yazıyorlar. Bu durumdan en şiddetli şekilde rahatsızlık duyan hoşnut olmayan adı tarihe yazılı olan Türk faşizmidir. Her sözü, her vaadi, her politikası yalan ve aldatmaca üzerine kurulu olan muktedirler, direnerek özgürleşen, birleşerek çoğalan Kürt özgürlük yürüyüşünü durdurmak, kendisine endekslemek, yedeği durumuna düşürmek için sahte çözüm, diyalog ve dostluk cümleleri kurarken diğer yandan ise utanç verici tasfiye ve imha saldırılarını artırarak teslimiyeti dayatıyorlar.
Dostluk ve barış adına kanlı ellerini her uzatışlarında, her yalan ve sahte cümle kurduklarında zulüm katlanarak çoğalıyor. Rojava’daki halkların özgür iradesini kırmak, yaşam alanlarını imha etmek için saldırılarını daha da artırdılar. Kürt halkının kırk yılda büyük emek ve fedakarlıkla yarattığı kazanımları elde ettiği değerleri yok etmek istiyorlar. Ellerinde direniş, özgürlük ve umut hakkı olan silahları bırakmasını, direnişe son verip, teslim olup Türk postalları altında ezilmesini istiyorlar. DEM Parti’ye Erdoğan’ın üçüncü kez cumhurbaşkanı seçilmesi için anayasa değişikliğine evet demesini, yoksa kapatılacağı tehdidi savuruyorlar. Teslimiyet ve tasfiye kabul edilirse kayyumlara son verebileceklerini, Kürtlerin de muktedirlerin yedeğinde Türkiye yüzyılında yer alabileceğini söylüyorlar. Eğer direnilirse yeni kayyumların, ağır tecridin, imha saldırılarının devam edeceği tehditini savuruyorlar.
Kürt halkı bırakalım Kürdistan’ı, Ortadoğu ve ezilen dünya halklarına örnek olan direnişi ve yürüyüşüyle “Diz üstü çökerek köle gibi yaşamaktansa ayakta dimdik direnişimizle, bizler için yaşam olan ölümü tercih ederiz’’ demektedir. Kırk yıldır sabıkalı cumhuriyet, Kürt halkının onurlu direnişini kıramadı, iradesini teslim alamadı. Bir işgalci ve işkenceci olarak Kürdistan topraklarında tutunmaya çalışan muktedirler kan ve zulümle Türk tipi demokrasiyi egemen kılmaya çalışıyor. Ancak nafile! Türkiye Cumhuriyeti, Kürt halkının örgütlü gücünü yenemiyor. Bükemediği bileğin önünde şaşkın ve çözümsüz.
Kayyum sadece seçili irade gaspı değildir. İşgal ve ilhaktır. Ağır tecrittir. Asimilasyon ve Türkleştirme politikasıdır. Ortak yaşama ve fikre vurulan darbedir. TC zulmüdür. Zulüm karanlıktır. Kürt halkının direnişi rengi ise aydınlıktır. Özgürlüğe en fazla özlem duyan, aydınlığa en güçlü ihtiyacı olan, yaşadıkları cehennemi cennete çevirmek isteyen Kürt kadınlarının direnişi, onurlu duruşu, öncü ve cesur yürüyüşü Türk faşizmini yaşatmak istediği kıyamet içinde yalnız bırakacaktır.
(Yeni Özgür Politika – 14 Kasım 2024)