Orhan yoldaşın kendisiyle, halkla, yoldaşlarıyla birlikte verdiği mücadele ve emek, denilebilir ki, çevresindeki herkesi etkilemiştir. Bir komünistin sadece düşmanla değil kendi içinde de mücadele etmesinin önemini kavramıştı. Esasında onun hayatı partiyle tanışmadan önce de hep bir direniş içerisinde olmuştur. Yoksul bir Ermeni ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve faşizmi çocukluğunda tanımaya başlamıştır. Bu, yoldaşın partiyle buluşmasını, komutanlaşmasını, öncüleşmesini yani ömrünün sonuna dek komünizm mücadelesi saflarında olmasını sağlamıştır.
Çok az insan devrimin “yükünü” kanının son damlasına kadar taşıyabilir. Orhan yoldaş, bunu yapabilen ölümsüzlerimizden biridir. Ölümsüzlerimizden devraldığı bayrağı zafere taşımak için gücü, aklı, bilinci ve inancıyla son nefesini verene kadar mücadele etti. Mütevazı devrimciliğiyle her yerde farklı bir isimle tanındı. Aldığı farklı isimlerle komünizm mücadelesini gittiği her yere taşıdı. İsimler, yollar, yerler değişti fakat amacı hiç değişmedi. Çünkü amaca kilitlenmişti. Bu yüzden de yaşadığı hiçbir zorluk ve faşist baskı, onu amacından döndüremedi. Yüreği ve aklı sistem karşısında çok çabuk çelikleşmişti. Küçük burjuva zaaflar yoktu onun yaşamında; olabildiğince mütevazı, sadelikten yanaydı hep.
Az ve öz konuşur, yapması gerekenin ise fazlasını yapardı ve bunu hiç anlatmazdı. Devrimci kültürün dejenerasyonunu tartıştığımız bu zamanlarda, Orhan yoldaşa ve onun gibi ölümsüzleşen bütün yoldaşlarımızın yaşamından öğrenmeye daha çok ihtiyaç var. Yoldaşın arkadaşlarının da anlattığı gibi gerçekten fakirdi. İnsan şaşırıyor, nasıl olabilir de burjuva-feodal sistemin ülkemizde girmediği bir nokta kalmamışken, yoldaş kendisini bu sisteme karşı nasıl korudu diye? Aslında bu da bir mücadele biçimi, insanın kendi zaaflarıyla mücadelesi ve belki de en zoru. Düşmanın karşısındaki tutum nettir, ya sonuna kadar savaşırsın ya da ihanet çağrılarına teslim olursun. Ama insanın kendi zaaflarıyla mücadelesi, alışkanlıklarından vazgeçmesi zorun da zorudur. Devrim mücadelesinde yaşadığımız en çetrefilli sorunlardan biri de budur. Bir devrimcinin zaaflarını yenmesi ve kendisini devrim lehine değiştirip-dönüştürmesidir esas olan. Bunu bize Orhan yoldaş pratiğiyle anlattı ve biz onun yoldaşları olarak “güne, saate sarılıp” hem kendimize hem de halkımıza defalarca anlatmalıyız. Ta ki bizler de Orhan yoldaş gibi kızıl bir yıldız olup gökyüzünde yerimizi alana kadar.
Adanmış bir komutandı Orhan yoldaş. Bildiği her şeyi yoldaşlarıyla paylaşır, aynı zamanda da hem yoldaşlarından hem de etrafındaki diğer insanlardan öğrenirdi. Birden fazla alanda yürüttüğü askeri faaliyetini ve bilincini geliştirmenin peşindeydi. Rojava’da DAİŞ çetelerine karşı yürütülen şehir ve köy savaşlarının, bizim savaş taktiğimiz olan kır gerilla savaşıyla farklarını, olumlu-olumsuz yönlerini, değişen ve dönüşen savaş tekniğini ve bilgisini her zaman canlı bir biçimde somutlamaya çalışırdı. Çünkü öncü bir komutan olmanın sorumluğunun bilincindeydi. Bunu hem düşman bilinciyle hem mütevazılığıyla hem de öğretme ve öğrenmedeki çabasıyla ortaya koyuyordu. Bu sebepledir ki Reqa’daki okul saldırısında doğal öncü misyonunu fazlasıyla yerine getirmiş ve Enternasyonal Taburdaki yoldaşlarda hem büyük bir morale hem de cesarete sebep olmuştur.
Adanmış bir savaşçıydı komutan Martager. Ondaki enternasyonal bilinç, Ortadoğu’nun farklı ülkelerinde faşizme karşı savaşmasına yol açtı. Kendi gözümüzle görmesek de komutan Martager’i tanıdığımızdan biliriz ki, gittiği her yerde hem halk nazarında hem de yoldaşlarında olumlu, devrimci bir iz bıraktı. Gösterişten uzak, emekçi ve sürekli üretken yaşam ritmiyle hem Ortadoğu halklarının hem de enternasyonalizm mücadelesinin tarihinde yerini aldı.
Adanmış bir devrimciydi Orhan yoldaş. Gittiği her yerde halkla bağ kurmaya çalışır, sorunlarını, çelişkilerini öğrenir ve böylece onlarla kurduğu ilişki gün geçtikçe güçlenirdi. Çünkü böyle öğrenmişti öncellerinden. Bir devrimcinin gittiği her çalışma alanında her yönden kitlelere dayanması önemlidir. O da bunun farkında olarak ve Mao’nun “kitlelerden kitlelere” ilkesini de esas alarak kendisini kitlelerden hiç koparmamış, kitlelerden öğrendiklerini pratikte uygulayarak tekrar kitlelere götürmüştür. İşte bu bilinç Nubar Ozanyan Ermeni Taburu’nun kurulmasını sağlamıştır. Nubar Ozanyan Ermeni Taburu, Nubar Ozanyan ve proletarya partisinin öncülüğünde şu an Rojava topraklarını savunmakta ve Ermenilerin soykırımdan sonra yeniden uyanışını sağlamaktadır.
Adanmış bir komünisttir Nubar Ozanyan. Proletarya partisinin bayrağını Rojava topraklarında dalgalandıran ilk neferimizdir. Söz ve eylem birliğini Rojava topraklarında savaşarak MLM biliminin güncelliğini ispatladı. O, bir kez daha neden Rojava topraklarını savunmamız gerektiğini bize hatırlattı. Bir kez daha ezen-ezilen çelişkisinin ancak zoru zor ile yıkmakla başarılabileceğini ortaya koydu. İçinden geçtiğimiz bu süreçte, faşist TC devleti ezilen halklara karşı topyekün bir imha saldırısına yine girişmişken, bir kez daha hatırlatmak gerekir ki; Nubar Ozanyan sınıf mücadelesinin proletarya partisinin öncülüğünde komünizmle son bulacağını anlattı ve biz onun yoldaşları bir kez daha and içiyoruz ki Nubar Ozanyan şahsında bütün ölümsüzlerimizi takip edecek, onların mirasını halkların özgürlüğüne kavuşturacağız. (Bir KKB savaşçısı)