Adalet sözcüklerde hak ve hukuka uygunluk, doğruluk, herkese kendi hakkını verme diye tanımlanıyor. Adalet kavramıyla ifade edilen olgunun var olabilmesi için ortada bir eylemin-hareketin var olması gerekiyor. Bununla birlikte eylemi-hareketi gerçekleştiren kişi ya da topluluklarla bu eylem-hareketten etkilenen (olumsuz yönde etkilenen) kişi ya da bir topluluğun var olması zorunluluğu doğuyor. Adalet en az iki kişi arasında gerçekleşen herhangi bir eylem-hareketin ortaya çıkardığı “çözülmesi, çözüme kavuşturulması” gereken şeyler üzerinde “uzlaşma” sağlanması-hükme bağlanması gereken bir konunun, sorunun çözümüne yönelik bir eylemdir.
Her eylemde olduğu gibi adalet kavramıyla biçimlendirilen eylem de sınıfsal bir karaktere sahiptir. Adalet, adaleti ele alış biçimi ile var olan iki sınıftan birine hizmet eder; ya burjuvazi ya da proletarya. Kavram olarak her iki sınıf da “adalet”i kullanmasına rağmen içerik olarak/yöntem olarak ele alışta keskin karşıtlıklar vardır. Kavramların içeriği burjuvazi ve proletarya tarafından kendi görüşleri (dünya görüşleri) doğrultusunda biçimlendirilir. Örnek olarak 18. yy’daki özgürlük-eşitlik-kardeşlik kavramlarını verebiliriz. “Özgürlük günden güne güçlenmekte olan kapitalist sınıfın istediği gibi ticaret yapabilme özgürlüğü idi. Eşitlikten anlaşılan, kapitalistlerin feodal egemen sınıflarla aynı imtiyazlara sahip olabilmeleriydi. Kardeşlik ise kapitalistlerin feodal devletin baskılarına karşı birbirlerini korumaları, desteklemeleri anlamına geliyordu.” (Emile Burns, Marksizm Nedir, s. 24)
Burjuvazinin varlığı ve bu varlığının devamı, artı-değer sömürüsüne dayalı “kâr”a bağlıdır. Artı-değer sömürüsü ve bu sömürüden kaynaklı kâr ortadan kalktığında/kaldırıldığında burjuvazinin de yaşaması mümkün değildir. Bundan dolayı da diğer kurumları gibi burjuvazinin hukuku ve hukuksal kavramı olan adaleti, artı-değer sömürüsü ve kâr elde etme sürecinin devam etmesini sağlamak üzerine kuruludur. Bu kâr elde etme süreci doğallığında kâr elde etmeye çalışan kişinin kendi sınıfından bile olsa diğer kişilerle rekabet içinde olmasını gerektirmektedir. Bundan kaynaklı olarak burjuva toplumunda “herkes toplumu dıştalayarak” birey olmak zorundadır. “Burjuva toplumu Marks bundan dolayı sık sık.. ‘herkesin herkese karşı savaşı’ olarak karakterize eder.” (Grundrisse, Çevirenin Önsözü, s.40) Herkesin herkese karşı savaştığı ve azami kâr elde etmeye çalıştığı bir toplumsal sistemdir kapitalizm. Adalet ve hukuk anlayışı da bu çevrede gelişir. “Bu savaşta her birey toplumun geri kalan kısmının çıkarlarını hiç umursamak zorunda olmaksızın, hatta o çıkarlara karşı kendi keyfince seçtiği çıkarlarını korumak için mücadele verir. Bu hakkı hukuken tanınmış ve kurumsal güvenceye alınmıştır.” (Grundrisse. Çevirenin Önsözü, s. 40) Kapitalist ekonomik alt yapının oluşturduğu hukuk ve hukukun kavramı olarak adalet bireyi, bireyin mülkiyetini korumak ve daha fazla kâr elde etmek için her şeyin yapıldığı bir toplumsal üst yapıyı işaret eder. Burjuva adaleti bu çerçevede her ne pahasına olursa olsun “doğruluğu” başkasına “hakkını vermeyi” değil karşı taraftan azami olarak “ne kapabilirim”i ve bunun için “hangi yol ve yöntemleri uygularım”ı propaganda eder ve harekete geçirir. Çıkarlarını korumak için her yol mubahtır. Zayıfın karşısında güçlünün, yoksulun karşısında zenginin, yoksul emekçi halk karşısında kompradorun, proletaryanın karşısında burjuvazinin sesidir. Burjuva adalet “paran kadar konuş” demektir.
Hukuk kavramı olarak adalet ise, ideoloji, siyaset, kültür, din gibi bir üst yapı kurumudur. Üst yapı kurumları ekonomik altyapının belirleyiciliğinde şekillenir. Tüm üretim araçlarının mülkiyetinin toplumsallaştırıldığı, kâr için üretimin, artı-değer sömürüsünün ortadan kaldırıldığı bir toplumsal yapıda oluşacak üst yapı kurumları da toplumsal bir niteliğe sahip olacaktır. Bu toplumsal yapı olan sosyalizmde “herkesten yeteneğine göre herkese emeğine göre” şiarı rehberdir. Bu şiar tüm üretim-tüketim sürecinin toplumsallaşmasını sağlamaktadır. Üretimin, üretim araçlarının ve paylaşımın toplumsallaştığı bir yapıda adalet de diğer üst yapı kurumları gibi toplumsallaşmaya ayak uydurmak zorundadır. Eski adalet anlayışı da yıkılmak, yeni bir içeriğe-öze-niteliğe sahip yeni bir adalet anlayışı kurulmak zorundadır. “Herkesten yeteneğine göre, herkese emeğine göre” şiarı yerini “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” şiarına bıraktığında, yani komünizme geçildiğinde, ise tüm toplumsal yapı; ekonomik alt yapısı ve üst yapı kurumlarıyla tamamen değişecektir.
“Emekçilerin sosyalizmi kurmaya başlamasıyla birlikte toplumun üyelerinin hayat görüşlerinde, davranışlarında değer yargılarında da değişmeler başlar. Kapitalist düzende hiç değişmeyecek gibi görünen engellerin hepsi zamanla ortadan kaldırılır. Ailelerin geliri ve toplumdaki yeri ne olursa olsun, bütün çocuklara aynı eğitim ve gelişme imkanı sağlanır. ‘Kast’ farkları silinir. Çocuklar zihinleri kadar ellerini de kullanmasını öğrenirler. Zihin el emeklerinin bu eşitlenme süreci, bütün halk kitlelerine yayılır. Herkes bir ‘aydın’ olur, ayrıca aydınlar artık kendilerini el emeğinden ayırmaz, el emeğinin üstünde görmezler.” (Emile Burns, Marksizm nedir?, s. 86)
Toplumsal bir adalet anlayışı için sosyalizmi mi bekleyeceğiz? Elbette ki hayır. Ekonomisi, hukuku, kültürü, siyaseti vb. ile var olan tüm toplumsal yapıyı altüst etmeye, yıkmaya yeniyi kurmaya yeltenenler, yeni insanı yaratmaya çalışanlar işe öncelikle kendilerinden başlamalıdır. Hukuk ve adalette yeniyi ve yeni insanı savunan herkes yaşama tarzını ve düşünme tarzını değiştirmek zorundadır. Ünlü bir sözü şöyle değiştirebiliriz: Buna pratiğini söyle sana hangi sınıftan olduğunu söyleyeyim.
“Bir toplumun üretim tarzı nasılsa, toplumun kendisi, fikirleri ve teorileri, siyasi görüş ve kurumları da esas itibariyle öyledir. Veya daha kabaca söylersek; insanın yaşama tarzı nasılsa, düşünme tarzı da öyledir.” (Stalin, Cilt 15, s. 143)
Tüm toplumsal yapıyı değiştirmek için belli bir program ve ilkeler bütünü içerisinde bir araya gelen (eylemde birlik, irade birliği, disiplin) ideolojik-politik-yapısal birlik oluşturanlar “hukuk ve adaletteki yenilenmeyi, yeni özü” kendi aralarında yaratmayı başarmaları gerektirir. “Parti, saflarının birliğini korumak istiyorsa, o zaman pratiğinde, tüm parti üyeleri için, gerek önderler gerekse sıradan üyeler için aynı şekilde bağlayıcı olmayan ‘seçkinler’ ve disipline uymak zorunda olan ‘seçkin olmayanlar’ diye bir bölünme olmamalıdır. Bu ön koşul olmadan, partinin bütünlüğü ve parti saflarının birliği sağlanamaz.” (Stalin, Cilt 15, s. 67)
Ancak ideolojik-politik-yapısal yetkinliğe ulaşanlar, yaşam tarzını ve düşünme tarzını MLM perspektifiyle dönüştürenler, egemenlerin adalet anlayışını dıştalayan yeni bir adalet anlayışı yaratabilirler. Bu adalet anlayışı disiplin anlayışından, disiplin anlayışı da adalet anlayışından ayrı-bağımsız ve birbirine karşıt değildir.