Biz kadınlar olmasaydık!
Ve bugün barış içindeki sokaklarımızda
Gençliğimi anımsayarak yürürken
Geçmişin utangaç yeni yetmelerinin
Bugünün görkemli kadınlarına
Dönüştüklerini görüyorum
Ve onlara yalvarıyorum
Alçakgönüllüğü bırakın
Ve çocuklarınıza mutlaka şunu anlatın
Bizler, kadınlar olmasaydı
1945 ilkbaharı da olmazdı…
Bu sözler savaşa uçaksavar nişancısı olarak katılan Sovyet kadın Noma Aleksandrova Simirnova’ya ait. Savaşa katılan kadınlara “kötü gözle” bakıldığı için cepheye gittiğini, savaşa katıldığını gizleyen, erkekler madalyalarını birer kahramanlık sembolü olarak gururla takarken o savaşa katıldığının anlaşılmaması için madalyasını gizleyen kadınlardandı. Ve bu dizeleri, o günlerin anılarını çocuklarına bırakmak için yaşıyordu.
Kadınların savaşlarda, direnişlerde, uzun erimli mücadelelerde yazdıkları destanların bir sır olarak kalması bizler açısından alışılmadık bir durum değil. Yok sayılan bir emek, sömürü aracı olarak görülen bir beden, ikinci sınıf olarak değersizleştirilen bir cinsiyet ve küçümsenen bir cins bilinci; bütün bunlar kadını hiçleştirmenin birer parçasıdır. Bulunduğu alan fark etmeksizin yukarıda özetlediğimiz kalıba sıkıştırılamaya çalışılıyor kadınlar. Erkek egemen devletin küçük bir temsili olan aile de başlıyor bu sömürü ve yok sayılma, devamında bu çember giderek genişliyor. Yani kadınlar bu halkanın birini yorsa başka bir engel çıkıyor karşısına. Ta ki, kadınlığı yok etmek için vurulan bu prangalara köklü bir başkaldırının şart olduğu gerçeği kavranıncaya kadar, etrafımızı saran bu halkalar gözümüzde büyüyor.
Bu zincirlerden kurtulma mücadelesi, aileden devlete kadar erkek egemenliğinin üreticisi bütün kurum ve ideolojilerin izlerini kendi savaş mevzilerimizden silerek, kazanma duygusunu ilk anda tadarak yolumuzu çizmekten ibarettir. Güçlenmeden, örgütlenmeden erkek egemenliğini üretiminin yapıldığı yerlerde yenemeyiz. Mevcut sistemi ayakta tutan bütün anlayışlar gibi kadını köleleştiren erkek egemenliğinin de karşısında duran devrimci saflarda yerimizi alarak erkek egemenliğine karşı daima güçlü bir barikat kurmuş oluruz. Daha önce de çok kez vurguladığımız gibi devrimci saflarda da erkek egemenliğinin kalıntılarıyla mücadele etme zorunluluğuyla karşı karşıya kalacağımızı bir an dahi aklımızdan çıkamadan bu işe girişmeliyiz.
TDH’nin bir parçası olarak kolektifimizin tarihi onlarca kadın yoldaşın emeği, ısrarı, kararlılığı, cüreti ve fedakarlığıyla yazıldı. Tarihimizin her anında dahası her zorlu dönemecinde kadın yoldaşların hiçbir çıkar gözetmeksizin adanmışlığıyla karşılaşırız. Mücadelenin her alanında her görevi üstlenmekten geri durmadılar. Ancak kadın yoldaşları duruşunun, kararlılığının, militanlığının kolektifimizin örgütsel yapısına ve kadın meselesini ele alışına yansıdığını söyleyemeyiz. Elbette meselenin bu yanı, daha uzun erimli bir tartışmayı zorunlu kılmaktadır. Bu tartışmayı bu kısa aralığa sıkıştırmak hem kadın yoldaşlara hem de eksiğiyle yanlışıyla beraber ortaya koyduğumuz kadın politikasına haksızlık olur. Yazının esas amacının tarihsel bir incelemeden ziyade, bu incelemeye kapı aralama, güncel durumumuza bakabilme ve kendi gerçekliğimizi gün güzüne çıkarma görevine aday kadınlara bir çağrı olduğunun altını çizelim.
Tarihimize ışık tutarak bugünümüzü aydınlatacak ve geleceğe daha emin adımlarla yürüyüşümüzü hızlandıracak kadın şehitlerimizin fedakarlık, kararlılık ve militanlıklarıyla yarattıkları bu mirası, örgütsel güce, ideolojik netliğe ve politik canlılığa dönüştürme göreviyle sınanan bu kadınlar kimlerdir? Bu görevleri hangi pratiklerinden somutlanmaktadır?
Kuşkusuz bu mirası yaratan yoldaşlar, gençliğin dinamikliğini, coşkunluğunu, canlılığını, değişim-dönüşüme açıklığını, ataklığını ezilen halkımızın çıkarları, kolektifimizin gelişimi ve en nihayetinde devrim için kendi sınırlarını aşma gayretiyle sonuna kadar kullanan yoldaşlardır. Bu yüzden bu görevi ilk omuzlayanlar da genç kadınlar olmalıdır-olacaktır.
Anda bizim durumumuzu doğru yorumlayan, ne yapması gerektiğini bilen, nasıl yapacağına bıkmadan kafa yoran, ne istediğini bilen, görevlerini daha iyi yapmak için sınırlarını zorlayan, hedefleri olan ve bu hedeflere ulaşmak için ısrarla ve inatla çalışan “ben” duygusunu “bizi” yaratmak için tereddütsüzce feda eden potansiyeli taşıyan genç kadınlar bu görevi yerine getirebilir.
Devrimci olmak nitelik gerektirir. Bu nitelik dünyayı doğru yorumlama ve değiştirme eyleminin birliğinde aranmalı. Ayrıca değiştirme eylemi içinde değişme çabası ve düzeyinde saklıdır. Değişmeyen değiştiremez, değiştirmeyen değişmez! (Sefagül Kesgin) Kadın bilincini örgüt bilinci ile bütünleştirmenin erkeklere aitmiş gibi görünen savaş alanlarında kadın önderliğini inşa etmenin, politik önderlikle parti önderliğini kendi mücadele deneyimiyle ortaya çıkarma eyleminin sembollerinden biri olan Sefagül yoldaşın değişim ile ilgili sözleri anda bizim durumumuza ayna tutmaktadır. Bu yüzden genç kadınların değişimi ile kurdukları ilişki de bir çağrı niteliği taşımaktadır. Peki, bu çağrıya nasıl yanıt vereceğiz?
Sorunlar karşısında çözücü olmak için bu sorunları kendi sorunumuz olarak kabullenmek gerekir. Sorunları kendi dışında gören bir yaklaşım, sadece andaki durumu tanımlamakla, eleştirmekle yetinebilir. Oysa bizim sorunumuz mevcut durumu analiz etmenin ötesinde değiştirme-dönüştürme iradesini göstermektir. Bu iradenin bir parçası olmak, büyütmek için çaba harcamak, bu bakış açısını kişilik olarak içselleştirmek sınıf mücadelesinde kendimizi konumlandırmakla ilgilidir.
Kendi gerçekliğimizin farkında olmak, gücümüzü doğru tespit etmek ve bu gücü yöneltecek hedefi doğru belirlemek… İşte bugün ihtiyacımız olan bu! Unutmamalıyız ki, yapamadığı bütün çıplaklığı ile ortadayken “yapamadım” deme devrimci erdemliliğini çoktan yitirmiş olanlar bu ihtiyaçları karşılama sorumluluğunu da çoktan unutmuşlardır. Bu yüzdendir ki, değişme iddiası taşımayanlar değiştiremez.
Ancak doğru bakış açısına sahip olunduğu, doğru yaklaşımda ısrar edildiği sürece tüm zaaf ve acemiliklerimize rağmen mücadeleyi ileriye taşıyabilecek güç biziz. İradesini yitirmiş, iddiaları silikleşmiş bir anlayış, bu güce sahip olamaz. Bu yüzden bu iş değiştirme ve yapma iddiasını taşıyan, kendi gerçekliğinin gözüne korkmadan bakabilenlerindir.
Bu potansiyeli bugün en fazla taşıyan genç kadın yoldaşlardır. Cins bilincini kazanma, devrimci saflarda ataerki ile mücadele pratiklerimizden kaynaklıdır ki, en zor tartışmaların yabancısı değiliz. En güçlü muhalefeti örgütle bu mücadelemizde öğrendik. Bu yüzden tartışma da, teori de, politika da, savaş da bizim işimiz. Bu yüzden kendi gerçekliğimizi tanımlamada, yanlış olana korkmadan yanlış demede, çizgiyi aşanlara dur demede, pek çok noktada sonuçlardan hareket etmiş olsak da oldukça cüretkar davrandık. Çünkü biliyoruz ki, tarihinden öğrenmeyen gerçeği hiçbir şekilde kullanamaz. (Bunu bize kendini durduğu yer için yeterli görme halinin bir zehir gibi nasıl bütün bünyeyi sardığını ortaya çıkan birçok pratik öğretti.)
Kendimizi yeterli görmüyoruz, görmemeye de devam edeceğiz. Şu çok basit bir bilgidir; kendini yeterli görenler için tekrar etmek zorundayız. Örgüt veya birey kendini yeterli görürse ilerleme durmuş demektir. Statüko ve durağanlık başlamış, mevcut durum dahi korunamaz hale gelmiş, geriye gidiş başlamıştır.
Bütün bu anlayışlarla yeni tanışmıyoruz. Şovenizmin, erkek egemenliğinin, dogmatizmin bir temsili olan ve bizim “yeni tanıştığımız durumla” köklü bir geçmişi olanlarla bu mücadelenin zorlu olduğu-olacağı açık. Ancak mutlaka başarmak, mutlaka kazanmak iddiasıyla ama aynı zamanda yapamadıklarını kabul etmeyenlere inat mütevazi bir yaklaşımla sadece görevlerimizi yerine getirdiğimizin bilinciyle yaşamımıza yön vermeliyiz.
Karşılaştığımız güçlükler yaşamın gerçeklerini daha iyi kavramaya doğru götürüyor bizi. Mücadele bize sürekli yenilenmeyi dayatıyor. Kim ki ilerlemenin önünde duruyorsa şunu bilmeli, devrimci savaşımız yeninin önündeki engelleri de tepeleyerek geçeceğiz. Peki nedir eski olan?
Geri olan yanlarımızdır. Mücadeleye yanıt olamayan yanlarımızdır. Geri bir pratik, geri bir düşünce içinde olmaktır. Geriye yaslanmaktır, geri yanlarımız ile uzlaşmaktır. Burjuva yanlarımıza savaş açma cüretini gösterememektir. Olanla yetinen devrimci yaşamın gerisine düşmüş demektir. Bugün “ben bu işi daha iyi nasıl yaparım” diyenlere ihtiyaç vardır.
Sınıf, örgüt bilincimiz ne kadarsa o kadar devrimciyiz. Nitelikli devrimcilik yapabilmek için yapılması gereken görevlerimize daha sıkı sarılmaktır. “Pamuk ipliği tutmuyorsa o zaman kendimizi görevlere zincirleyelim.” (Nurşen Aslan)
Bir Partizan