AKP’nin iç dinamiklerinde oluşan ve Tayyip Erdoğan’ın bütün etki gücüne ve çabasına rağmen engelleyemediği çözülme devam ediyor. 23 Haziran 2019 tarihinde yenilenecek olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri dahil olmak üzere AKP’nin kendi içerisinde yaşadığı krizi engellemeye yönelik bir kısım planlar devreye konulmaya başladı.
MHP Genel Başkanı tarafından belirlenen, başta cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP tarafından kabul gören ‘beka’ üzerinden geliştirilen seçim propaganda stratejisi başarısız kaldı ve AKP-MHP iktidar bloğu önemli şehirleri kaybetti.
İstanbul üzerinden gelişen kriz karşısında seçimlerin iptal edilmesinde yine Bahçeli’nin ‘İstanbul beka sorunudur’ söyleminin AKP tarafından benimsenmesi önemli bir rol oynadı. Bahçeli’nin, 23 Haziran 2019’da AKP’nin kaybetmesi veya kazanmasından sonra politik gelişmelerin yönünü belirlemek için inisiyatifi elde tutmak ve AKP’ye yön vermek istediği anlaşılıyor.
İstanbul’da seçimlerin yenilenmesi kararı ile aslında AKP’nin iç politik krizinin çok daha derinleşeceğini gösteren çok sayıda veri ortaya çıktı. İstanbul yenilgisi esasen doğrudan Erdoğan’ın yenilgisi olarak okunacaktır.
Bu nedenle, cumhurbaşkanı 31 Mart 2019 öncesinden farklı olarak İstanbul seçimlerinde aktif olarak ön plana çıkmıyor. Bunun temel nedeni de geçen haftaki yazımda belirttiğim üzere, seçimlerin İmamoğlu tarafından kazanılması halinde, yenilginin muhatabı olarak Yıldırım’ın işaret edilmesidir.
AKP, hata yapmaya devam ediyor
Araştırma şirketleri tarafından yapılıp kamuoyuna sunulan anketlerde İmamoğlu’nun yüzde 1 ilâ 4 önde olduğu görülüyor Anketlerin güvenilirliği bir yana İstanbul sokaklarında hissedildiği kadarıyla İmamoğlu’nun İstanbul seçmeni tarafından benimsendiğini söylemek mümkün. Ancak, İmamoğlu’nun anketlerde önde görünmesi mutlak kazanacağı anlamına gelmez. Böyle bir psikolojik yanılsama belki de kaybetmenin en önemli nedeni olabilir.
AKP tarafından yapılan anketlerde İmamoğlu’nun önde görünmesinin, iktidar bloğundan kaygı ve telaş yarattığı görülüyor. Bu durum seçim stratejisine de yansımaya başladı. Birincisi, İmamoğlu’nun isminin kullanılmaması bunun yerine “CHP’nin adayı” kavramının ön plana çıkartılması kararı alındı.
Buradaki amaç 31 Mart 2019 seçimlerinde AKP oy vermiş ama şu an İmamoğlu’na vermeyi düşünen yüzde 10’luk bir seçmen kitlesini etkilemektir.
Çünkü CHP’ye karşı olumsuz bir algısı olan bu seçmen kitlesinin İmamoğlu yerine CHP ismi ön plana çıkartıldığında oy vermeyeceği düşünülüyor. Aynı şekilde İmamoğlu ismi sokakta ciddi bir karşılık buluyor ve insanlarda pozitif algı oluşturuyor.
İmamoğlu’nu ismini kullanmayarak oluşan bu pozitif algıyı kırmayı amaçlıyorlar. İktidar bloğunun medyası da alınan bu kararı hızla uygulamaya koyarak adeta İmamoğlu isminin kullanılmasını yasakladı.
İkincisi, önemli ve belki de en tehlikeli olan ise gerçek olmayan bilgiler üzerinden İmamoğlu’na yönelik her aracı kullanarak psikolojik savaşın yoğunlaştırılmasıdır. Örneğin İmamoğlu’nun bir televizyon kanalında yapmış olduğu konuşmanın bir bölümü kesilerek, PKK ve Gülen Cemaati’ne hitaben “gelin İstanbul’u birlikte yönetelim” demiş gibi gösteren bir video piyasaya sürüldü. Bu videonun hileli olduğu daha birkaç saat içinde anlaşıldı.
İçişleri Bakanı Soylu’nun İmamoğlu’na atfen “kendisiyle tartışan bir gencimizi dövdü” iddiası da dövüldüğü iddia edilen gencin “kimse bizi dövemez” açıklamasıyla yalanlandı. İmamoğlu’nu PKK yöneticileriyle yan yana gösteren montajlanmış fotoğraflar kullanıldı. Yunanistan’da yayımlanan Etnos gazetesinin İmamoğlu için Pontuslu dediği haber AKP yöneticileri tarafından kamuoyunda acil kodla gündeme getirildi.
Daha sonra söz konusu gazetenin ve Yunan takımı Paok’un da sahibi olan Rus kökenli iş insanı İvan Savvidis’in Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile arkadaş oldukları ortaya çıktı. En son cumhurbaşkanı “İstanbul Konstantinopol olmayacak” açıklamasıyla İmamoğlu’na karşı psikolojik savaşa dâhil oldu.
Öte yandan belirlenen bu iki stratejinin ciddi bir etki yaratmadığı tersine İmamoğlu’nun ‘mağdur’ görülmesinin bir aracı haline geldiği hissedilmeye başlandı. İmamoğlu’na yönelik yapılan bu yayınların AKP’li seçmeni ters yönde etkilemesi iktidar medyasının bazı yazarları tarafından da eleştiri konusu oldu.
Bu tür yöntemlerin Yıldırım’a verilen desteği olumsuz yönde etkilediği de dile getiriliyor.
Erdoğan, seçim sonrasını da kapsayan yeni bir strateji belirmeye başladı
AKP’nin, İstanbul seçimlerini kazansa da kazanmasa da çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunu biliyor. Özellikle ABD, AB ve hatta Rusya ile kurulan dengeleri sürdürme şansı artık bulunmuyor.
Toplumu çok ciddi oranda etkileyen ekonomik göstergelerin negatif yönde ilerlediğini ve bunun önümüzdeki aylardaki etkilerinin daha da sert olacağına yönelik çok sayıda veri var. Ekonomik, politik ve toplumsal ilişkilerde kontrolsüz bir şekilde yükselen kriz, AKP’nin politik stratejisinde bazı değişimleri zorunlu hale getirmeye başladı.
İstanbul’da yenilenecek olan seçimleri iktidar bloğunun devletin bütün olanaklarını kullanarak kazanmasının dahi Türkiye’nin karşı karşıya olduğu devasa sorunların çözümünde ciddi bir etki yaratmayacağına, mevcut ekonomik-politik tablonun çok daha olumsuz olacağı yönünde çok sayıda analiz var. Özellikle seçimlerden sonra uygulamaya konulacak olan ekonomik kararların ciddi toplumsal sarsıntılar yaratacağı belirtiliyor.
Bu durumun AKP’nin özellikle Erdoğan’ın politik geleceği bakımından ciddi riskler oluşturma ihtimali taşıdığı da sıklıkla dile getiriliyor. Bu olumsuz durumun önüne geçebilmek için bir kısım hamleler yapılmaya başladı.
1. AKP içerisinde ortaya çıkabilecek bölünmeleri minimum düzeyde tutmak
Davutoğlu, Gül ve Babacan’ın bir politik hareket olarak ortaya çıkışını engellemek veya çıksalar da etkisizleştirmek için hamleler yapılmaya başladı. Erdoğan’ın gücü tek elde toplamasının ne ülke için ne de kendisi için bir politik istikrar sağlayacağı görüldü.
Hatta tersine etki alanının hızla kaybolmaya, AKP içerisindeki mutlak otoritesinin dahi sarsılmaya başladığı görülüyor. Davutoğlu’nun çıkışı bunun çok açık bir göstergesidir. Babacan-Gül ikilisinin önümüzdeki süreçte atacağı adımlar da dikkate alındığında İstanbul seçimleri sonrasında politik denklemin değişme eğiliminin çok daha hızlı olacağını tahmin etmek zor değil.
Erdoğan, bunu engellemek için birçoğu AKP kurucusu olan ancak uzun bir süredir kenarda tutulan, atıl bıraktırılmış, hatta yalnızlaştırılan deneyimli kadroları yeniden aktifleştirme kararı aldı. Öncelikli olarak geçmişte TBMM Başkanlığı yapmış Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Ali Şahin, Köksal Toptan ve İsmail Kahraman’dan oluşan Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu oluşturuldu. Kurul üyeliğinin bir sınırı yok ve tamamen Erdoğan’ın tercihine bağlı. İhtiyaç duyuldukça sayı artabilir.
Erdoğan’ın böyle bir kurul oluşturmasının birçok gerekçesi olabilir. Öncelikli olarak yenilenmesine karar verilen İstanbul seçimlerinin sonucuna göre AKP’den kopup yeni parti kurmaya yönelenlerin olası etkilerini kırmak, özellikle kendi tabanına içte birleştirici bir rol üstlendiği mesajını vermek ve yeniden güven tazelemek olarak sıralayabiliriz. Yüksek İstişare Kurulunda yer alan Cemil Çiçek devleti temsil yönünün güçlü olmasıyla, Köksal Toptan merkez sağ kimlikten gelmesiyle, Bülent Arınç ise ‘özgül ağırlığının’ varlığı ve dengeleyici rolüyle ön plana çıkmasıyla dikkat çekiyor. Bu kurulun öncelikli görevlerinin Erdoğan’ı yalnızlıktan kurtarma ve daha az hata yapmasını sağlamak olduğu anlaşılıyor.
Ancak bu kurulun etki gücü hakkında şimdiden net yorumlar yapmak oldukça zor.
2. MHP ile ilişkilerin yeniden dizayn edilmesi
15 Temmuz 2016’da, Gülen Cemaati’nin darbe girişiminden bu yana Bahçeli’nin iktidara yön verdiği ve alınan bütün politik kararlarda son derece etkili olduğu biliniyor. Son 3 yılın verilerine bakıldığında fiilen iktidar ortağı gibi hareket eden MHP, AKP tabanını da ciddi oranda etkilemeye başladı.
31 Mart 2019 yerel seçimlerinde AKP’nin yönettiği 8 ilin belediyesini kazandı. MHP’nin inisiyatifinde gelişen ittifak AKP’nin kadroları, yöneticileri ve özellikle tabanı tarafından içselleştirilemedi. Seçimlerde MHP’nin ‘Cumhur İttifakına’ olan katkısının yüzde 3-4’ü geçmediği yapılan anketlerde görülüyor.
Yüksek İstişare Kurulu’na atanan Arınç’ın MHP ile yapılan ittifaka karşı çıktığı biliniyor. Arınç’ın böylesi bir göreve gelmiş olması, MHP ile olan ilişkilerin boyutunu yeniden tartışmaya açacaktır. MHP ile olan ittifak ani bir kararla dağılmaz ama şu ana kadar olduğu gibi devam etmez. İstanbul seçimlerinin yenilenmesinde ciddi bir etkisi olan Bahçeli, mitilini İstanbul’a atacağını yani 23 Haziran 2019’a kadar aktif çalışacağını belirtti.
Hatta AKP, İstanbul çalışmasını daha planlamadan Bahçeli, 14 ilin MHP il başkanlarını toplantıya çağırarak seçimler için görev verdi. Ancak, Bahçeli’nin bu hamlesi başlamadan bitti denebilir. Mitili İstanbul’a değil Ankara’ya attı. MHP’li yöneticilerin de ciddiye alınabilecek bir çalışma yapmadıkları görülüyor.
Bunun bir nedeni Kürt seçmeninin tepkisini çekmeme kaygısı ama esas önemlisi AKP’nin MHP ile olan ilişkilerine bir çeki düzen vererek araya mesafe koymaya başlamasıdır.
3. Erdoğan tarafından açıklanan yargı reformu paketi
Yargı paketinin hukuksal içeriği henüz netleşmedi. Ancak küçük de olsa bir kısım düzenlemeler içeriyor. Uygulamaya nasıl yansıyacak birlikte göreceğiz. Erdoğan, AB ile ilişkileri nerdeyse dondurma durumuna getirmişti. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkma kararı Türkiye’nin AB stratejisinde de bir kısım değişikliklere yol açtı. Erdoğan, AB’nin Brüksel’deki yöneticilerine seslenerek “Bunlar daha iyi günleriniz” demişti.
AB kriterlerini ve müzakere sürecini adeta rafa kaldırarak, demokratikleşme hamleleri yerine MHP’nin özel katkısıyla tek kişinin gücüne dayanan rejimin inşasına yöneldi.
İngiltere’nin AB’den çıkma kararının sonuçları Londra için adeta bir yıkım yaratmaya başladı ve ortaya çıkan kriz halen aşılmış değil. Erdoğan’ın “Bunlar daha iyi günleriniz” tespiti tersten Türkiye için geçerli olan bir kavrama dönüştü. Ankara’nın ABD ile olan askeri-ekonomik-politik krizine AB ile ortaya çıkan ekonomik-politik kriz eklendi.
Bu olumsuz gelişmelerin Türkiye’nin geleceği bakımından ciddi risklere dönüşeceği hemen herkesin gördüğü bir realitedir. Hem devlet hem de iktidar açısından ortaya çıkan yüksek düzeyli risklerin aşılması için Erdoğan’ın yeni hamlelere ihtiyacı var. Bu nedenle öncelikli olarak AB ile müzakere sürecinin yeniden ama kontrollü bir şekilde canlandırılmasına karar verildi. Demokratikleşme merkezli ilan edilen yargı reformu bu sürecin bir parçasıdır.
Ancak cumhurbaşkanı tarafından açıklanan reform paketinin içeriği henüz netleşmedi ve uygulamada nasıl olacağına dair bir fikir yok. Yani AB tarafından belirsizlik ve güvensizlik esasen devam ediyor.
Avrupa Parlamentosu’nda hazırlanan raporda Ankara’nın demokratikleşme eksenli AB kriterlerinden ‘hızla’ uzaklaştığı tespiti yer alıyor. İktidar yargı reformu ile bu olumsuz etkiyi kırmaya çalışacak. Ne kadar etkili olur birlikte göreceğiz.
4. Politik istikrarsızlığa yol açan partili cumhurbaşkanlığı sisteminden vazgeçme eğilimi
MHP tarafından gündemleştirilen ve AKP tarafından uygulanmaya konulan “cumhurbaşkanlığı sistemi”nin Türkiye’nin politik gerçeğine uyum sağlamadığı görüldü. Tabii burada “parlamenter sistem-cumhurbaşkanlığı sistemi” gibi iki kavram üzerinden tartışmak sorunun biçimsel yanıdır.
Önemli olan hangi sistemin demokratik olduğu ve kurumsal yapıların demokratik bir tarzda işletildiğidir. Bu nedenle parlamenter sistem olabilir ama demokratik olmayabilir. Sistem başkanlık olur ama demokratik olabilir. Tam tersi de geçerlidir.
MHP-AKP bloğunun uygulattığı sistem, iktidarın tek elde merkezileştirmesi olarak işlev gördü. Bu da politik istikrarsızlığın bir aracı haline geldiği ve sistem bakımından ciddi riskler oluşturmaya başladı. Bu sistem aynı zamanda Erdoğan’ın politik geleceğini de etkileyecektir. Erdoğan tarafından Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’na alınarak Saray’a taşınan Bülent Arınç’ın bir hafta önce “Bu partili cumhurbaşkanlığı doğru model olmadı.
Acaba hem ülkemiz hem de Başkanımız Erdoğan’ın geleceği için parlamenter sisteme dönmemiz daha mı hayırlı olur, diye düşünüyorum” sözleriyle gündeme geldi. Erdoğan’ın yanına taşınan Arınç’ın yapmış olduğu bu açıklamanın sadece kendi kişisel görüşü olmadığı Davutoğlu, Gül gibi aktörlerin de gündeme getirdiği değerlendirilmektedir. Aynı şekilde Yüksek İstişare Kurulu üyeliğine atanan Cemil Çiçek, Köksal Toptan ve Mehmet Ali Şahin’in de partili cumhurbaşkanlığına karşı ve parlamenter sistemden yana oldukları biliniyor.
Önümüzdeki dönemde AKP içerisinde partili cumhurbaşkanlığı modelinden vazgeçilmesinin gündeme gelmesi sürpriz sayılmamalıdır.
Bunun bir başka anlamı Erdoğan’ın politik geleceğinin devamı için politik hareket alanını sınırlayan ve geçmiş parlamenter yapıya uygun bir düzenlenmenin gündeme gelme olasılığıdır.
Sonuç
AKP’nin uyguladığı çok yönlü politikaların, ülkenin artık kaldıramayacağı ciddi krizlere yol açmaya başladığı toplumun bütün farklı kesimlerinde görülmeye başladı. Krizi doğru yönetmek yerine içinde debelenen ve çok daha fazla karmaşık hale getiren AKP, stratejik çözümler üretme ve uygulama kapasitesini toptan kaybetmiş görünüyor. İstanbul seçimlerini kazanarak psikolojik bir nefes almak isteyen AKP’nin bunu başarması da çok zor görünüyor.
AKP’nin değişik düzeydeki yöneticilerinin İmamoğlu’na yönelik yapmış olduğu akla, mantığa sığmayan açıklamalar, İstanbul seçimlerinin AKP için kötü sonun habercisi gibi görünüyor.
AKP’nin İstanbul seçimlerini kaybetmesi onu belki de kendi gerçeğine döndürür. Yıllardır yapılan eleştirileri dikkate alarak ‘yeni’ politikalar belirleyebilir, MHP’nin politik hegemonyasından çıkar, ülkenin toplumsal gerçeklerini görür. Bunu yapmadığı takdirde İstanbul seçimleri dahi AKP’yi kurtaramaz.(Sendika.org. 2 haziran 2019)