DerlediklerimizGüncel

Mustafa Peköz | Belirlenen strateji: HDP’nin itibarsızlaştırılması ve Kürtlerin bölünmesi

"Devlet, HDP’ye nefes aldırmıyor. Her yönden kuşatmaya almış durumda. Bütün örgütlerini işlevsizleştiriyor. Toplumu psikolojik olarak kontrol etmeye çalışıyor. 6 bine yakın üye ve yöneticisi cezaevinde ancak halen ayakta duruyor"

Son günlerde Kürtlere yönelik izlenen tasfiye politikası birçok kanaldan yoğun bir şekilde devam ediyor. Açık ve gizli hamleler birbirini tamamlayacak şekilde uygulanmaya başladı.

Devlet kendi içerisinde bir yönetim krizi yaşıyor. Bu durum ağırlaşarak devam ediyor. Sistemin nasıl şekillendirileceğine dair aralarında devam eden tartışma bir şekilde uzlaşıyla sonuçlanacaktır. Bugünkü somut durumun politik analizi yapıldığında, bir tarafında AKP-MHP ittifakına dayanan blokun diğer tarafta CHP-İyi Parti merkezli muhalefet blokunun yer aldığı bir rekabetten bahsedebiliriz.

Saadet Partisi, Deva Partisi, Gelecek Partisi gibi doğrudan sisteme entegre olan muhalefet partilerinin pozisyonları giderek ‘önem’ kazanacak gibi görünüyor. Ancak bu tablo her an değişebilir ve güç dengeleri yeniden tanımlanabilir. Sistemin farklı blokları önümüzdeki süreçte devletin stratejik hedefleri doğrultusunda ‘orta’ bir yol bulabilirler ve dengeleri yeniden şekillendirebilirler.

‘Cumhur’ ve ‘Millet’ ittifaklarının pozisyonu devletin uluslararası, bölgesel ilişkilerine ve iç politik dengelerine ve gelişmelerine göre yeniden tanımlanacaktır. Hangisinin ön plana çıkartılacağı veya yeni ortak bir denge oluşturulacağı devletin belirleyip uygulayacağı stratejiyle doğrudan ilişkilidir.

Devletin Kürt politikası çok yönlüdür

Devlet, özellikle Kürt sorununa yaklaşımına göre mevcut politik partiler içerisinde belirleyeceği yeni bir kısım planları uygulamaya koyacaktır. Bu bakımdan devletin tek bir Kürt politikasının olmayacağı, gelişmelere göre farklı politikaları uygulamaya koyacağı ve buna uygun bir kısım partilere sorumluluklar vereceği açıktır.

Bu nedenle Kürt coğrafyasında, devlet, çok yönlü hamlelerini eş zamanlı devreye sokuyor. Önceliği ve temel stratejisi Kürt hareketinin politik etki alanını bütünüyle sınırlamak, toplumsal dinamiklerini kırmak ve etkisizleştirmektir. Toplumsal gücünün kırılması veya dağıtılması en önemli hedeftir. Kürtlerin oy potansiyeli, sistem içi dengelerin nasıl şekilleneceği ve sistemin nereye doğru evirileceği konusunda belirleyici olacaktır. Bu nedenle Kürtlerin politik bir güç olarak sürece dâhil edilmesi istenmiyor. Bunu kırmanın tek yolu da Kürtlerin politik ve örgütlü bir güç olmalarını engellemek, mevcut örgütlü potansiyelini bütünüyle dağıtmaktır.

AKP’nin Kürtlere yönelik izlediği politika artık deşifre oldu ve bütünüyle MHP’lileşen bir çizgiye geldi. Bahçeli’nin aktif desteğiyle İçişleri Bakanlığı’nda tutulan Soylu’nun izlediği tasfiye ve yok etme politikası da esasen MHP’nin Kürt politikasının AKP iktidarına doğrudan kabul ettirilmesidir.

Kürtleri tasfiye politikasında, devletin ekonomik, politik ve toplumsal bütün olanakları kullanılmasına rağmen istedikleri sonuç elde edemiyorlar. Devlet, bir yanda Kürtlere yönelik şiddetin bütün yöntemlerini kullanarak tasfiye politikasını en kaba ve görünür şekilde uygularken diğer yandan yeni hamlelerle sürece müdahale etmeye çalışıyor.

Burada iki yöntem ön plana çıkıyor: Birincisi, bugüne kadar AKP, Kürtlerin önemli bir kesimi üzerinde bir politik hegemonya kurdu ve önemli bir oranda başarılı oldu. Kürt sorununda bir çözüm gücü olarak ön plana çıkan AKP, Kürt seçmenin oyunun yaklaşık %40’ını alıyordu. Ancak gelinen aşamada AKP’nin açık bir şekilde MHP’lileşmesiyle bu süreç tersine işledi ve AKP’ye oy veren Kürt seçmen kitlesinde belirgin bir kopuş yaşanmaya başlandı.

Devlet, Kürtlerin en azında belirli bir kısmını yeniden kontrol altına alabilmek için mevcut politik partiler dışında ‘yeni’ bir süreci devreye soktu. AKP’den kopmuş olan Davutoğlu ve Babacan’ın kurmuş olduğu partilerin, Kürtlerin farklı toplumsal kesimlerini etkilemek ve kendi politik alanlarına çekmek için yoğun bir çaba içerisinde oldukları görülüyor.

Bu iki parti henüz yeni kurulmuş olmalarına rağmen özellikle Kürt illerinde çok ciddi olarak örgütlenmeye başladıkları, kanaat önderleriyle, etkili aşiret liderleriyle, liberal Kürt kesimleriyle ilişki kurmak için önemli adımlar attıkları söylenebilir. İstanbul gibi 11 milyon seçmeni olan bir şehirde daha ilçelerinde ciddiye alınabilecek bir örgütlenme yaratamamışlarken, Kürt illerinin en uzak ve en küçük ilçelerinde dahi örgütlenmelerini tamamladıkları görülüyor. Gelecek ve Deva Partileri, kendi programlarına “Anadilde Eğitim, Yerel Yönetimlerin Güçlendirilmesi” gibi bir kısım temel ilkeleri koyarak AKP’yi ikame etmeye çalışıyor.

Bu iki partinin bu politik yönelimi devlettin stratejisinden bağımsız değildir. Devlet tek bir politika ile değil farklı zamanlarda, politik gelişmelere, uluslararası ve bölgesel denkleme göre uygulayacak ek planları her zaman yapar.

Kürtleri tasfiye etmek için bütün olanaklarını kullanmasına rağmen bu politika başarısız kalırsa, Kürtlerin taleplerinin bir kısmını gündemleştiren yeni kurulan partileri devreye sokabilir. Bugün açısında Gelecek Partisi üzerinde daha çok AKP’ye oy vermiş Kürt muhafazakâr seçmeni ve Deva Partisi üzerinde AKP’ye, BDP ve HDP’ye oy veren liberal ve demokratik değerleri ön planda tutan Kürt seçmen kitlesini etkilemeye ve kontrol altında tutmaya çalışacağı anlaşılıyor.

İkincisi, bu iki partinin Kürt seçmen kitlesi üzerindeki etki alanının belirli bir sınırı geçmeyeceği biliniyor. Bu nedenle hem bu partilerin etki alanını genişletmek hem de özellikle HDP’ye oy veren Kürt seçmen kitlesinin HDP’ye olan güvensizliğini derinleştirmek için yeni hamlelere ihtiyaç duyuluyor.

Bunun başarmanın yolu da HDP’ye yönelik eleştirileri en uç noktaya çıkartmak ve seçmen kitlesinin tepkisini öfkeye dönüştürmektir. Bunun etkili olabilmesi için içte olan birilerinin konuşmaya başlaması ve HDP’yi hedefleyecek bir şekilde “eleştirileri” yoğunlaştırması gerekir. Son birkaç aydır gündeme gelen tartışmalar dikkate alındığında Kürt seçmen kitlesi tarafından bilinen, tanınan, etkili olabilecek olanların belki de iyi niyetle yaptığı değerlendirmeler karşımıza çıkıyor.

Örneğin yıllardır Türkiye’de belediye başkanı, milletvekili olarak görev yapmış, her fırsatta “demokratik siyaset içerisinde çözüm” diyen kişinin daha sonra mücadelede tek çözüm yolunun “halk savaşı” olduğunu söylemesi ya da “Bu devlet sizim değil, İzmir, İstanbul, Ankara bizim değil, bu devletten bana ne, bu devlet demokratikleşmez” gibi ‘radikal’ gibi görünen söylemlerde bulunması devletin medya aygıtları tarafından sürekli gündemde tutuluyor.

Aynı şekilde “HDP yönetiminde bulunan hâkim anlayışın demokratik değerleri işletmediği” düşüncesinin dile getirilmesinin, yıllardır “HDP’yi Kandil yönetiyor” iddiasını dile getiren devlet tarafından Kürtlerin toplumsal gücünü kırmaya yönelik bir araç olarak kullanıldığı ya da kullanılacağı açıktır.

Peki, bu değerlendirmeler ne anlamaya geliyor? Burada niyet sorgulaması yapmıyoruz. Kimin hangi amaçla söylediğini ya da bir anlık yapılan tepkisel ya da duygusal değerlendirmeler olup olmadığını bilemeyiz. Bu yorumlara açıklık getirilmediği sürece, var olan üzerinden bir analiz yapılır.

Kişilerin eleştirilerini, görüşlerini, değerlendirmelerini paylaşmasına olanak vermek, demokratik siyasetin bir gereğidir. Kişilerin kendilerine yabancılaşmamasının ölçütü kendi görüşlerini özgürce ifade edebilmeleridir. Ancak koşullar, mekânlar değiştiğinde farklı konuşmak ne samimiyet ölçütüne uyar ne de eleştirilen tarafın gelişmesine hizmet eder.

Sert eleştirel çıkışların politik etkisi

Devlet, Kürtlere yönelik kapsamlı saldırılara devam ediyor. Bu saldırılara karşı ciddi bir toplumsal tepki oluşturulamıyor ve HDP kendi politik rolünü oynayamıyor. Bu nedenle HDP seçmeninin ciddi bir tepkisi oluştu denebilir.

Devlet bu tepkiyi duygusal bir kopuşa dönüştürmek için bütün gücünü kullanıyor. HDP ile isimleri bütünleşmiş kişilerin yaptığı her çıkış aslında HDP’nin neredeyse gereksiz bir kurumsal yapıya dönüştüğüne dair dolaylı veya doğrudan yapılan yorumlar yoğunlaşmaya başlıyor. Özellikle Kürt seçmen kitlesinin HDP’ye yönelik tepkisinin daha da artmasına yol açıyor.

Adeta kışkırtma eğilimi ön plana çıkıyor. Örneğin HDP’nin “Türk partisi haline dönüştüğü, Kürtlerin taleplerinin artık ikinci plana atıldığı, Kürt sorununu savunmayacak bir politik çizgiye geldiği” gibi iddialar ya da eleştiriler Kürt seçmen kitlesinde hızla kabul görmeye başlıyor. Bunların süreklileştirilmesi esasen Kürt seçmen kitlesini HDP’ye oy vermemeye yönlendiriliyor. Bu da esasen devletin çok özel olarak istediği bir politik yönelimdir. Bu algıya yol açan temel neden ise HDP’nin açık politikasızlığıdır ya da politik sürece güçlü şekilde müdahil olamamasıdır.

Devlet bütün baskılara rağmen, Kürtlerin politik bir güç olarak varlığını devam ettireceğini ve devletin yeniden şekillendirilmesinde Kürtler dikkate alınmaksızın bir adım atılmayacağı biliniyor. Kürtlerin talepleri asgari düzeyde kabul edilmesi sistemin varlık nedeniyle çelişiyor. Ancak Kürtlerin sistem içerisinde dahi politik bir güç olması, uluslararası ve bölgesel ilişkilerdeki gelişmeler dikkate alındığında Kürt sorunun çözümünün masada duracağı ve ne yaparlarsa yapsınlar muhatap alınmak zorunda kalınacağı görülüyor.

Kim görüyor bu durumu? Elbette ki devlet görüyor. Bunun için devletin arka plan politikalarında Kürtlere dair farklı projeler çekmecede tutuluyor. Devlet bütün saldırılara rağmen Kürtlerin politik gücünü kıramazsa sonuçta uluslararası ilişkilerin etkisiyle masada taraf olarak oturacaklardır. Kürtlerin stratejik çıkarları bakımından, eğer masada olurlarsa ortaya çıkacak tablo ile olmadıkları taktirde ortaya çıkacak tablo birbirinden çok farklı olacaktır.

Devlet, HDP’nin etkisizleştirilmesi, itibarsızlaştırılması için bütün olanaklarını kullanmaya devam edecek. Esas amaç Kürt seçmen kitlesi arasında bir bölünme yaratarak HDP’yi politik olarak sürecin dışına atmaktır. Bunu başarırlarsa tıpkı Lozan’da olduğu gibi, sadece Türkiye’de değil Ortadoğu’da ve uluslararası ilişkilerde Kürtler olmadan, Kürtler adına birileri konuşmaya başlayacak.

Devletin kendisi bunu başaramıyor ama Kürtler içerisinde ‘etkili’ insanların iyi niyetle yaptıkları bazı çıkışlar bu olumsuz süreci tetikliyor. Özellikle Kürt seçmen kitlesinin duygularına, eleştirilerine tercüman olan insanların politik denklemi hesaplamadan yaptıkları çıkış, devletin stratejik kurumları tarafından yoğun olarak kullanılarak Kürt seçmen kitlesi etkilenmeye çalışılıyor.

Dahası Kürt seçmen kitlesinin tepkisini yoğunlaştırmaya yöneliyorlar. Bunun bir sonraki adımı HDP’den kitlesel kopuşu sağlamak olur. Bu ciddi bir risktir ve küçümsenmemelidir.

HDP bu süreci kitlesiyle bütünleşerek aşabilir

Devlet, HDP’ye nefes aldırmıyor. Her yönden kuşatmaya almış durumda. Bütün örgütlerini işlevsizleştiriyor. Toplumu psikolojik olarak kontrol etmeye çalışıyor. 6 bine yakın üye ve yöneticisi cezaevinde ancak halen ayakta duruyor. AKP’nin veya CHP’nin bunun üçte biri yöneticisi cezaevine alınsaydı partilerinin kapısına kilit vurulurdu. Bunların hepsi bir gerçeği ifade ediyor.

Peki, HDP’nin ayırt edici özelliği nedir? Tek bir yanıtı var: HDP seçmeninin yüksek politik duyarlılığı ve tercihidir. Anketler de dahi en bilinçli tercih yapan seçmen kitlesinin HDP’de olduğu görülüyor. HDP’ye oy veren sıradan bir seçmen dahi, sistem partilerinin yöneticileriyle politik tartışmaya girer, fikirlerini çok net olarak ifade eder.

Bu nedenle HDP’yi güçlü kılan seçmen kitlesidir. Bunun bir başka anlamı şu: HDP politik ve örgütsel olarak seçmenine güven verirse bu saldırıların karşısında çok daha güçlü bir şekilde ayakta durur.

Politik ve örgütsel süreci yönetemeyen HDP merkezidir. Koronavirüs pandemisi sürecinde faaliyetlerini durdurdu, genel merkezi fiilen kapattı. HDP merkezi, politik stratejiler belirleyip uygulayamıyor. Tabanla merkez arasında örgütsel bağ önemli oranda kopmuş. Bu gerçeğin farkında olunması, gerekli önlemlerin alınması gerekir.

HDP, demokratik mücadelede ‘Üçüncü Yol’ ile neyi kast ettiğini çok net olarak ortaya koymalıdır. Politik denklem içerisindeki pozisyonunu belirlerken politik taleplerini netleştirmeli ve somutlaştırmalıdır. Demokratik siyaset içerisinde değişim projesinden ne anladığını açıklamalı ve kamuoyu ile paylaşmalı ve özellikle Kürtlerin politik, kültürel ve toplumsal taleplerini çok açık bir tarzda formüle etmelidir.

HDP, tartışmayı ‘TEK ADAM REJİMİ’ gibi kavramlar üzerinde yoğunlaştırmamaya dikkat etmelidir. Mesele ‘TEK KİŞİ’ değil ‘Sistemin daha merkezi ve otoriter’ bir yapıya kavuşturulmasıdır. Bu sistemi AKP’den çok MHP’nin istemiş olması ve ısrarla savunması dikkat çekici bir durum değil mi?

Bu nedenle HDP, demokratik siyasetin geliştirilmesine ve Kürt sorununun çözümüne kim ciddi yaklaşıyorsa onlarla politik görüşmelere yönelmelidir. Mesele ‘parlamenter sistem ya da başkanlık sistemi’ meselesi değil demokratik sistemin kurulmasıdır. Bu nedenle parlamenter sistemi koşulsuz olarak savunanların yanında yer almak gibi doğrudan taraf belirlemeye gitmemelidir. Sistemin demokratikleşmesine dayanan bir değişimi esas almalı ve ittifak ilişkisini buna göre belirlemelidir.

Ancak HDP için acil ve öncelikli mesele kendi seçmen kitlesiyle bütünleşecek, onları dinleyecek, eleştirilerini alacak, sürecin ruhuna uygun değişiklikleri yapacak bir toparlanma sürecine girmesi ve parti örgütleriyle bütünleşen, onları motive eden bir süreci başlatmasıdır.

HDP’nin temel problemi, seçmen kitlesiyle arasındaki organik bağı geliştirememesidir. Bunun tek bir yolu var: Seçmenini dinlemesi ve onlarla bütünleşecek örgütsel politikaları geliştirmesidir.

HDP merkezi hiçbir komplekse kapılmadan, bu sürece katkı yapabilecek herkesle bağ kurmalı, kapısını açmalı, destek istemelidir. Birlikte başarmak için dar ilişki sistemini aşmalı, kişisel egolar ve hesaplar bir kenara bırakılmalıdır.

2021 Mart’ına kadar ciddi sürpriz politik gelişmelerin yaşanacağı bir sürece giriyoruz. HDP Merkezinin hem politik olarak sürece müdahil olmak hem de örgütsel olarak hazır olmak için şimdiden yoğunlaşması gerekir.

HDP’yi itibarsızlaştırma hamlelerini ve Kürt seçmen kitlesini bölme planlarını boşa çıkartmak için HDP Ankara Merkezi gerekli ciddiyeti ve duyarlılığı göstermelidir.

Bunu aşmak ani reflekslerle, bir kısım açıklamalarla olmaz, bütünüyle politik ve örgütsel bir planlama içerisinde hareket edilmelidir. Aksi takdirde seçmenin HDP’yi politik olarak cezalandırması kimseye sürpriz gelmemelidir. O zaman yapılacak bir özeleştirinin de kıymeti olmaz.

2 Haziran 2020 Sendika.org

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu