1959’da Samsun’da doğdu Özenç. İlk ve orta öğreniminden sonra Samsun’dan ayrılarak 1976-77 öğrenim yılında Yüksek Mühendislik Okulu için Adana’ya gitti. Devrimci harekete Adana’da katıldı. Okulundaki faşist işgalin kırılması ve sonrasında devrimcilerin etkinliğinin artmasında en ön saflarda yer aldı. Adana’da devrimci hareketin gelişmesinde büyük sorumluluklar üstlendi.
Adana’nın emekçi mahallelerinden idam sehpasına bir direniş abidesi; Mustafa Özenç, 12 Eylül açık faşist darbesinin gerçekleşmesinin ardından bir grup arkadaşıyla birlikte Tarsus Karabucak Ormanı’na çekildi. 7 Ocak 1981 günü Ayhan Alan ile birlikte motorsikletle arkadaşlarının yanlarına dönerlerken, orman bekçisi Hayri Şimşek’in ihbarı üzerine düzenlenen operasyonun içine düştüler. Çıkan çatışmada Ayhan Alan yaralı yakalandı. İlk anda yakalanmayan Mustafa Özenç de çok geçmeden yakalanarak sorgu için Tarsus’a Jandarma Karakolu’na götürüldü.
Karakoldaki bir astsubay erlere dönüp bağırır, “Çözün şunun ellerini, bunlar ancak masum ve savunmasız insanları vururlar, bunlar satılmış ve korkaktırlar” Erler kelepçeyi çözerler. Mustafa Özenç’in üstünde, yakalandıkları sıra bulunamayan bir silah vardır. Kelepçesi çözülür çözülmez Mustafa Özenç, silahını çekerek, önce muhbir bekçi Hayri Simşek’e ateş eder, ardından silahına davranan Astsubay H. Hüseyin Özcan’a bir el ateş eder, silah seslerini duyunca odaya gelen Astsubay Nihat Özbay’a da ateş eden Mustafa, erlerin arasından elde silah geçer. Çıkış kapısında silahına davranan jandarma eri Şaban Öztürk’ü de vurduktan sonra karakoldan çıkıp gider.
Bir fırında iki gün saklanan Mustafa Özenç, Adana’daki arkadaşlarına telefon ederek yerini bildirince arkadaşları gelip onu Tarsus’tan götürürler. Bu arada her yerde, Adana’da Mustafa aranıp, üst üste operasyonlar düzenlenmektedir.
Sonunda yerini saptayan Cunta güçleri 2 Mart 1981 günü Adana’da İstiklal mahallesinde düzenledikleri bir operasyonda Mustafa Özenç’i yeniden tutsak ederler. Hemen sorguya alınan Mustafa, Karakol eylemi dışında hiçbir suçlamayı kabul etmez.
Kısa süren bir göstermelik yargılamadan sonra 13 Mart 1982 günü Adana 1 nolu Askeri Mahkemesi kararı verir: İdam!
“Niye pişman olayım ki, 4-1 galibim”
Oldukça hızlı bir onay süreci yaşanır. Askeri Yargıtay’ın onayından sonra Cunta’nın generalleri de beklemeden kararı onaylar.
Mustafa Özenç’in direnişi idam sehpasına kadar hiç durmadan sürdü. İdam sehpasında ise zafer sözcükleri vardı Özenç’in dilinde. İdam edilmeden kısa bir süre önce, uzman çavuşun alaylı bir tonda “Özenç pişman mısın?” sorusuna, “Niye pişman olayım ki, 4-1 galibim” yanıtını verir, Özenç. Zafer Türkiye emekçi halklarının sömürü, baskı ve zulme karşı verdikleri “insanca yaşama” mücadelesine adamış yiğit bir sıra neferinin olmuştur.
Bir mektup ve ‘O Büyük Gün’ün şiiri
20 Ağustos 1981’de Adana Cezaevi’nin infaz avlusunda gecenin üçünde Mustafa Özenç idam edilir. Geriye, yoldaşlarına yazdığı mektup ve ölüm uğruna zaferi kazandığını müjdeleyen şiiri kalmıştır:
“O büyük gün geldiğinde
ben kim bilir kaç yıldan beri
ebedi yatağımda toprağın derinliklerinde
sonsuz bir uykuda uyuyor olacağım
fakat alınca ne zamandır beklediğim haberi
uyanıp, sesimi kimse duymadan
o büyük zaferin tarifsiz coşkusuyla
kara toprağın altından, ben de haykıracağım.
Unutup geçmişte kalan acı dünü
kim bilir belki bir kış günü
üzerimi yorgan gibi kaplayan
bembayaz karın soğuğundan….
ya da sonbahar mevsiminde
kemiklerime işleyen yağmurdan duyacağım
ve milyonları saran o doyulmaz sevince
ben de sessizce ortak olacağım.
Mevsim ilkbahar sıcak bir yaz olsa da
gece gündüz fark etmez ben her zaman hazırım
adımın yazıldığı taş bile yıkılsa da
kalmamış ta olsa şu dünyada mezarım
hatırlayıp tek canlı gelmese başucuma
o müjdeyi ben doğadan alacağım
nasırlı ellerce yaratılan o görkemli bayrama
hiç kimse fark etmeden ben de katılacağım.”
Mustafa Özenç’in harekete yazdığı son mektubu:
“Ben hiçbir karşılık gözetmeksizin, kendimi Türkiye emekçi halklarının sömürü, baskı ve zulme karşı verdikleri “insanca yaşama” mücadelesine adadım.
Bizatihi emperyalizm tarafından yönlendirilen oligarşinin resmi, sivil tüm güçleriyle halka karşı ilan ettiği sindirme. köleleştirrne, yok etme savaşına karşı Türkiye halklarının “DEVRİMCİ YOL”unda mücadele ettim.
Yürüdüğüm yolun engebeli. dolambaçlı ve sarp olduğunu biliyordum. Doğruluğuna inandığım bu yolda ilk düşen de ben değilim. Son düşen de olmayacağım. Bu savaş kurtuluşa kadar sürecektir.
İnsanlığın bu onurlu savaşında bir sıra neferi olarak ölmek, ölümlerin en yücesidir.
Er ya da geç… Zafer Türkiye emekçi halklarının faşizme karşı birleşik devrimci savaşının olacaktır.
Her zaman için onur duyduğum. birlikte olduğumuz Türkiye emekçi halklarının kurtuluşu uğrunda omuz omuza çarpıştığımız Devrimci Yol saflarından beni ancak ve ancak ölüm ayırabilirdi. Ki bu da, geride mücadelemizi “kurtuluşa kadar” sürdürecek yoldaşlar olduğu müddetçe, şerefli bir nöbet teslimi olarak, beni hiçbir şekilde korkutacak bir olay değildir. Ancak istemeyerek bu nöbeti teslim ettiğim için üzüntü duyabilirim. Türkiye’de devrim yapmak için yola çıkan siyasi hareketimiz, izlediği doğru eylem ve mücadele çizgisiyle kısa sürede büyük mesafeler katetmiş ve emekçi kitlelerin büyük sempati ve güvenini kazanabilmiştir. Bu arada çeşitli eksikliklerimiz dolayısıyla sınıflar mücadelesinde yetişmek olanağı bulamadığımız olaylar olmuştur.
Devrimci Hareketimizin kazandığı prestijde hiç kuşkusuz, yiğitçe çatışarak, ya da işkence tezgahlarında direnip sır vermeyerek, ölen, sakat kalan ve zındanlara tıkılan yoldaşlarımızın payı çok büyüktür. Ne yazık ki yiğit yoldaşlarımızın kanı pahasına sağlanan bu prestije gölge düşüren, devrimci hareketimize önemli ölçüde zarar veren dönekler ve hainler de çıkmaktadır. Bunlar zora gelince “paçayı kurtarma” düşüncesiyle bir anda Türkiye emekçi halklarına karşı sorumluluklarını unutmakta ve acizlikleriyle hem kendilerini hem de diğer birçok kişiyi utanacak duruma düşürmektedirler.
İşin ilginç yanı böyle alçaklar, genellikle fazla işkence görmekten ziyade, psikolojik zayıflıktan dolayı çözülmektedirler.
Herşeye karşın Devrimci Hareketimizin bu sorunların üstesinden geleceğine ve Türkiye Halklarının kurtuluş bayrağını oligarşinin burçlarına dikeceğine olan inancım tamdır.
Bu inançla sizleri selamlar, devrim yolunda başarılar diler ve satırlarımı büyük devrimci CHE’nin şu sözleriyle bitiririm:
“Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin
savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa
ve silahlarımız elden ele geçecekse,
başkaları mitralyoz sesleriyle,
savaş ve de zafer naralarıyla
cenazelerimize ağıt yakacaklarsa,
Bu uğurda ölüm hoş geldi, safa geldi.”
Gazete Yolculuk