21 Eylül günü Astakos Haber’de yayımlanan bir haber Türkiye’nin gündemine oturdu. Tornacı İsmail Devrim, geçirdiği kaza sonrası kolundan yaralanmıştı ve bir süredir çalışamıyordu.
Oğlunun okul pantolonunun yönetmeliğe uygun olmaması nedeniyle derse alınmayışı bardağı taşıran son damla oldu ve yaşamına son verdi. Bu olayın yaygın bir biçimde paylaşımı işçi intiharlarını tekrar gündeme getirdi.
Diğer yandan aynı gün Urfa’da daha önce iş için defalarca belediye başkanı ile görüşmek isteyen işsiz genç, taleplerine bir yanıt alamayınca belediye başkanı ve milletvekillerinin etkinlik için bulunduğu alana gelerek kendini ateşe verdi.
Basında pek yer bulamasa da bu tip işçi intihar girişimleri de yaygınlaşma eğilimi gösteriyor. Konu ile ilgili belli değerlendirmeler de yapılıyor kuşkusuz.
Ancak gözlemleyebildiğim kadarıyla işyeri intiharları ile işçi intihar eylemleri birbiriyle karıştırılıyor. Aralarında geçirgenlik olduğu kuşkusuz ancak birbirinden ayrı ele alınması gereken iki olgu var karşımızda. Birisi ‘iş cinayeti kapsamında değerlendirilmesi gereken işyeri intiharları’ diğeri ise ‘işçilerin özsavunma eylemi olarak işçi intihar eylemleri’.
İşyeri intiharları
İşe bağlı olarak ortaya çıkan intihar, 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren Japonya’da görüldü ve ‘karojisatsu’ kavramı ile tanımlandı. Karojisatsu, işçinin fazla-aşırı çalışması sonucunda muhakeme yeteneğini kaybetmesi ve genellikle depresyona girmesi sonucunda meydana gelen intihar girişimidir.
Bu intiharın fazla-aşırı çalışmaya bağlı olarak gerçekleştiğinin kanıtlanması için işçinin, intihar öncesindeki çalışma saatlerine dair şu özelliklerden birinin ya da birkaçının birlikte olması gerekmektedir: Günde 10-16 saat arasında çalışmış olmak, 4 hafta üst üste ortalama 65 saat ve üzerinde çalışmış olmak, 8 hafta üst üste 60 saat ve üzerinde çalışmış olmak…
1970 sonrasında uygulanan neoliberal kapitalist politikalar sonucu günde 12 saati geçen uzun çalışma süreleri, ağır ve aşırı çalışma, yoğun çalışma, iş baskısı, performans sistemi vb. gibi çalışma koşulları işçilerin yaşamını ciddi olarak tehdit etmeye başladı.
İşe bağlı intiharlar uzun mücadeleler sonucu ilk olarak Japonya’da iş cinayeti olarak kabul edildi. Japonya Anayasa Mahkemesi’ne taşınan ilk örneği de Dentsu Karojisatsu Davası’dır.
Dentsu şirketinde çalışan bir işçi uzun, yoğun çalışma saatleri ve bunun doğurduğu zihinsel, fiziksel ve sosyal tükenme sonucunda, 1991 yılı Ağustos ayında intihar etti, ailesi işyerine dava açınca uzun çalışma saatleri ile intihar arasındaki ilişki Japonya’da yasal olarak kabul edildi.
İşe bağlı intihar girişiminde bulunmadan önce kişilerde depresyon, tükenmişlik sendromu, kronik yorgunluk ve muhakeme yeteneğini yitirme gibi zihinsel belirtiler görülmektedir. Bu belirtilerin beraberinde işçilerde baş ağrısı, mide ağrısı, ishal, kabızlık, hafif ateş gibi fiziksel belirtiler de ortaya çıkabilmektedir.
Fransa’da 2007 yılında Renault ve Peugeot araba fabrikalarında, Avustralya’da telekomünikasyon işçilerinde çalışma ile ilişkili olduğu düşünülen intiharlar görülmektedir.
Fransa’da 2008-2010 yılları arasında France Telecom şirketinde çalışan 34 işçi ardarda intihar etti. Yine Çin’de iPod, iPhone ve iPad üreten Foxconn fabrikasında işe bağlı intiharlar o kadar çoğaldı ve dünya basınına yansıdı ki Apple firması “İntihar etmeyeceğim, kendime iyi bakacağım” diye yazılı taahhüt almaya başladı.
Tabii ki bu örnekler buzdağının sadece görünen bir kısmıdır.
Bu noktada Türkiye’deki işyeri intiharlarının işkollarına, nedenlerine vb. bakmak önemli. Hem yasal mevzuata uyarak işyeri içinde (işe bağlı olan-olmayan) gerçekleşen hem de işyeri dışında salt işe bağlı intiharları bu kapsamda değerlendirmeliyiz.
İSİG Meclisi açıklamalarına göre 2013 yılında 15 işçi, 2014 yılında 25 işçi, 2015 yılında 59 işçi, 2016 yılında 90 işçi, 2017 yılında 89 işçi ve 2018 yılında şu ana kadar 52 işçi intihar ederek yaşamını yitirdi.
Japonya, Çin, Fransa, Avustralya vb. aksine ülkemizde işyeri intiharları sanayi işçileri yoğunluklu değil hizmet işkolu, çiftçi, inşaat işçisi ve işsiz intiharları yoğunluklu olarak gözükmektedir. Yine intiharların çoğunun nedeni bilinmemekle beraber bilinenler içinde üç ana neden borç, mobbing ve işsizliktir. Tabii ki bu durum güvencesiz çalışma koşullarının artmasıyla beraber derinleşmektedir. (Konuya şimdilik bir nokta koyalım. Özellikle dünya deneyleri ışığında Türkiye’de işyeri intiharlarının özgünlükleri mutlaka incelenmelidir.)
İşçi intiharları ya da geçinemiyoruz eylemleri
2018 yılında ‘Geçinemiyoruz’ haykırışıyla büyüyen bir gerçek var. Aklıma gelen ilk işçi intihar eylemlerini sıralıyorum:
- 2013 yılında Sinpaş Altınoran inşaatında 3. kattan düşen Sıtkı Aydın’a patron tarafından yalnızca 200 TL verildi. Beş senedir mahkeme devam ediyor, altı hâkim değişti. İşsiz kaldı. Bu süreçte ihtiyaçları için 30 bin TL kredi çekti. Sonunda TBMM önünde kendini yaktı…
- Balıkesir Belediyesi önünde kendini yakan işsiz Mustafa Birgül: “Öyle yapıyorum olmuyor böyle yapıyorum. Taş taşıyayım, çöpçülük yapayım ama işim olsun. İbreti âlem olsun diye kendimi yaktım…”
- Sivas’ta işsiz olduğunu ve geçinemediğini söyleyen 38 yaşındaki Mevlüt A, kent meydanında kendini yakmaya çalıştı…
- İstanbul’da simitçilik yapan İbrahim A., Bakırköy’de 5 katlı bir bankanın çatısına çıktı. İntihara kalkışan simitçi polislerden çay, yağ, şeker ve Karabük için otobüs bileti gibi isteklerde bulundu…
- Antalya’da Büyükşehir Belediyesi’ne ve Valiliğe iş için başvuruda bulunan ancak reddedilen yüzde 40 engelli raporu olan 44 yaşındaki M.N.Y., üzerine benzin döküp kendini yakmak istedi…
- Bursa’da borçlarını ödeyemeyince sinir krizi geçiren 26 yaşındaki simitçi İ.A. ambulansla Mudanya Devlet Hastanesi’ne getirildi. Sakinleştirici iğne vurulacakken kaçarak hastanenin çatısına çıktı. Vücudunu jilet ile keserek intihar girişiminde bulundu…
- Sakarya’nın Hendek ilçesinde işsiz olduğu için bunalıma giren 30 yaşındaki iki çocuk babası Ö.A., AKP İlçe Başkanlığı’nın bulunduğu binanın çatısına çıkarak intihar girişiminde bulundu…
- Taksim Camii inşaatındaki vince çıkan bir vatandaş işsizlik nedeniyle intihar girişiminde bulundu…
Yine benzer kapsamda değerlendirilmesi gereken başka eylemler de var:
- İzmir Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü önüne giden işçi Battal Sağır, üzerindeki kıyafetleri bina önüne fırlatarak “İşçiyim ben, aç işçi! Benim hakkımı savunmuyorlar, patronun avukatlığını yapıyorlar” dedi…
- Bolu’da işsiz Nihat Yıldıran belediye binasında asılı Tayyip Erdoğan brandasını “Açım aç” diye bağırarak indirdi…
- Mersin’in Tarsus ilçesinde bir çiftçi, tarım arazisine haciz koyan Ziraat Bankası Merkez Şubesi’ne silahla ateş açtı. Çiftçi polis merkezine giderek teslim oldu.
- Çalıştığı fabrikada işten çıkarılan 31 yaşındaki S.Ö. borçları nedeniyle kredi vermeyen Yapı Kredi Bankası’nın camlarını kırdı…
- Bursa’nın İnegöl ilçesinde bir mobilya fabrikasında çalışan 17 yaşındaki işçi K.D, işten atıldıktan sonra alacaklarının ödenmemesi üzerine fabrika önünde bulunan kartonları ateşe verdi…
İşyeri intiharları ile işçi intihar eylemleri arasındaki fark
İşyeri intiharlarında işçi yaşamına son verirken koşulların getirdiği ciddi sağlık sorunları söz konusudur. İşçi muhakeme yeteneğini kaybetmiş durumdadır ve çaresizlik hâkimdir.
İşyeri intiharlarının hepsinde tek başına dışa kapalı bir canına kıyma durumu söz konusudur. İsmail Devrim’in durumu bu kapsamda değerlendirilmelidir.
İşçi intiharları vb. eylemlerde ise bir pazarlık ve direniş söz konusudur. İşçi, yaşamına karşılık devletten asgari güvence istemektedir. Temel asgari güvence ise 1848’de işçilerin örgütlü olarak talep ettiği ‘çalışma hakkı’dır. Urfa’da kendini yakmaya çalışan genç işsizi ise bu kapsamda değerlendirmeliyiz.
Buradaki eylemleri salt işçi intiharı olarak değerlendirmek de durumu dar kapsamlı görmemize yol açar. Esasen bu durum “geçinemiyoruz” çığlığıdır.
İzmir’de hakkını isteyip soyunan işçi, bankaya ateş eden çiftçi ve taş atan işçi ile Cumhurbaşkanı’nın fotoğrafını indiren işsiz de aynı talepleri ifade etmektedir. Bu anlamda ‘geçinemiyoruz eylemleri’ demek daha doğru olacaktır.
Türkiye’de yeni sendikal eylem
Hal böyleyken sendikal hareket ne ücret ne işsizlik ne de iş cinayetlerine karşı bir politika geliştirebiliyor. Güvencesiz çalışma koşulları ve onun çıplak sonuçlarını değerlendiremeyen ve bir eylem hattı öneremeyen sendikal hareket OHAL ile birlikte tamamen nakavt oldu. Kadın, çocuk, göçmen, yaşlı gibi bileşenleri kapsayamayan sendikal hareket geleneksel olarak son kalan kamu işçilerine ve kısmen büyük ölçekli işletmelerde olan toplu sözleşme mücadelesine daralmıştı.
Ancak OHAL’le beraber grev ertelemeleri, artan enflasyon, işçi sınıfının çekirdeğini oluşturan TİS hakkına sahip işçilerin iş cinayetlerinde oransal olarak artan ölümleri ve eşitlik-özgürlük-barış konusunda sessiz kalınması ya da yeterince ses çıkarılamaması bu nakavtı tescilledi. 24 Haziran sonrası bir ölüm sessizliği hâkim…
Türkiye’de 1960’lardan beri süregelen sendikal hareketin bittiğini söylersek yanlış olmaz. Tam da bu noktada işçiler ilksel özsavunma eylemleri gerçekleştiriyor.
Bunlardan birisi de son ‘geçinemiyoruz’ eylemleri. İşçiler ‘çalışma hakkı’ için ‘borçlarının ödenmesi ya da ödeme kolaylığı sağlanması’ için ‘hukuksal haksızlıklar’ kimi zaman ise ‘çay, yağ, şeker ve otobüs bileti’ için isyan ediyorlar, bizzat devletle bireysel pazarlık yapıyorlar, direniyorlar.
Diğer yandan İsmail Devrim’in yaşamına son vermesi gibi olaylar toplumda büyük rahatsızlık uyandırıyor. Bu rahatsızlığı gören iktidar hemen Valilik aracılığı ile açıklama yapıyor, eylem yapanları gözaltına alıyor ve haberi yapan gazeteciyi, ziyarete refakat eden muhtarı gözaltına alıyor. Yani olay hemen kriminalize edilip yalıtılmaya çalışılıyor.
Devrimci işçilere ise büyük bir görev düşüyor. Emekçi kitlelerde büyük huzursukluk hakim. Ancak tarihsel olarak en örgütsüz olduğumuz bir dönem olduğu da açık.
İşçilerin bu ilksel tepkilerini de anlayan ve bir yol gösteren örgütlenme, birlik ve dayanışma hattını ‘neoliberal kapitalizme ve faşizme karşı direniş’ temelinde inşa etmek gerekiyor. Artık bizim için atalet sona ermeli…