MakalelerPusula

Muharrem Yiğitsoy görev bilincinin adıdır!

Devletinin halka, ilericilere, devrimcilere olanca azgınlığıyla saldırdığı bir sürecin içinden geçiyoruz. Bir yandan işçi sınıfı ve emekçi halka yönelik saldırılar çeşitli biçim ve boyutlarda devam ederken, son süreçte ön plana çıkan başka bir gerçek de gerilla güçlerine yönelik imha amaçlı saldırıların yoğunlaşıyor olmasıdır. Hiç kuşkusuz ki bu, ülke devrimimizin karakteri gereği ve devletin faşist niteliğinden dolayı “anlaşılırdır”. Devlet faşist ve katliamcı yüzünü her fırsatta gösterir-gösteriyor.

Son süreçte Türkiye Kürdistanı dağlarında yapılan operasyonlar artık neredeyse süreklileşirken özellikle Dersim’de yaşanan operasyonlar ve gerilla kayıpları devletin yönelimini anlamak açısından önemlidir.

Dersim her dönem bu tür saldırı ve operasyonların ve de elbette buna karşı geliştirilen direnişin merkezlerinden biri olmuştur.  Bu yüzden Dersim topraklarında savaşın, mücadelede ısrarın, azmin ve inancın sembolü olan şehitlerimizi öne çıkan yönleri ile anlatmak bir de bu açıdan önemlidir. 2 Kasım 2004 tarihinde Dersim’de ölümsüzler kervanına katılan Muharrem Yiğitsoy da bu savaş tarihinin mütevazi bir aktörüdür.

Muharrem yoldaş, 1970 yılında Yozgat ili Şefaatli ilçesi Arife köyünde, orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş; Kaypakkaya düşüncesi ile ilk teması üniversite yıllarında olmuştur. Üniversite birinci sınıfta TMLGB saflarında örgütlenmiş, mezun olana kadar TMLGB içinde faaliyet yürütmüştür. Mezun olduktan sonra da örgütlü faaliyetini sürdürmüş ve verilen her görevi kabul etmiştir.  Bir dönem gazetemizde bir dönem de işçi sınıfı faaliyetinde yer almıştır. 2002’de Karadeniz ve ardından 2004’te Dersim’de gerilla faaliyeti yürütmüş; 2 Kasım 2004 tarihinde de yaşamını yitirmiştir.  

 

Kafa yorma, gözlem yapma, yazma ve Muharrem…

Muharrem yoldaşın örnek alınması gereken yönlerinden biri de okuma ve yazma konusunda kendini yeterli görmeyen ve geliştiren örnek tutumu idi. Saflarımızdaki genel tabloyu bu açıdan değerlendirdiğimizde diyebiliriz ki; uzun bir süredir hemen her vesileyle altını çizdiğimiz hususlardan birisini, araştırma-inceleme yönümüzün zayıflığı ve yazı yazma alışkanlığımızın olmayışı oluşturuyor. Bir kafa yorma, dert edinme işi olan bu husustaki zaafiyetimiz, ilgi derecemizin de ne olduğu hakkında fikir vermektedir. Durum elbette ki bu konuda yeteneğimizin olup olmadığıyla alakalı değildir. Zira biliniyor ki; araştırma ve yazma yeteneği, diğer pek çok olayda olduğu gibi pratikle edinilmekte, uğraş içine girmekle kazanılmaktadır. Bu uğraş içine girmenin en somut hali Muharrem yoldaşın pratikleridir. Muharrem, faaliyet yürüttüğü tüm alanlarda kitle ile süreklilik kazanmış bir ilişkinin önemine uygun hareket etmiş, örneğin Malatya büroda çalıştığı dönemde düzenli olarak köylük bölgeleri gezerek hem gözlemlerde bulunmuş hem de gözlemlerini yazılı hale getirerek kolektife sunmayı bir görev edinmiştir.

Sayfalarımızda neredeyse sürekli kavrayış sorunundan söz ediyor, devamlı araştırmaya ve analize vurgu yapıyor oluşumuz, bu konuda Muharremce bir duruşu sergileyemememizden kaynaklanmaktadır. Çoğunlukla teorik-politik çalışmanın önemine dikkat çekiyoruz. Elimizde hep birileri tarafından ortaya konulan araştırmalar, birileri tarafından yazılan belgeler var. Bizim de bunlara ekleyeceklerimizin olduğunu, bizim de sözümüze ihtiyaç bulunduğunu, özgüne dair sözün yalnızca tarafımızdan söyleneceğinin de farkındayız.

Hangi alan ya da sorunla ilgilensek sözü, araştırmaya, açıklamaya, teorik incelemeye getiriyoruz. Dosya çalışmalarını gündemleştiriyor, yüzleşme ve hesaplaşmayı tartışıyoruz. Bunun kafa yorma, yoğunlaşma sonucu ve illa ki yazmak suretiyle yapılacağını da biliyoruz. Ancak iş bu noktaya geldiğinde eline kalem alanlar ya da klavyenin başına geçenler yalnızca doğrudan sorumlu (zorunlu) görülenler/tutulanlar oluyor. Bir zorunluluk hali olmasa, yazı yazmaktan kaçtığımız kadar hiçbir şeyden kaçmıyoruz.

Aynı kapıya çıkan tavrımız, yazıları okumaya, teorik-politik çalışmaya geldiğinde de kendini gösteriyor. Okumak sıkıyor, her şeyden çok yoruyor bizi. Okuduğumuzu düzeyimiz yetmediği için değil, ilgisizlik nedeniyle anlamıyor, anlamadığımız için çabuk vazgeçiyoruz. Bazı yazılara ya da belgelere “tekrar” hükmüyle, kimisine “gereksiz” algısıyla yaklaşıyor, kendi gerçekliğimize bakmadan ukala bir tavır sergiliyoruz. Tam da bu halimiz kendi gerçekliğimizi ele veriyor…

Kendisi üretmediği gibi üretilenlere yaklaşımın bu “yukarıdan” hali korkutmalı bizi. Politikaya bu denli uzaklık alarm zilleri çaldırmalı. Ne var ki böyle olmuyor ve giderek kendini tüketen bir bilmişlikle durumu idare etmeye çalışıyoruz. Bunun sorumlu olduğumuz alanlardan kitlelere kadar bütün düzlemlerdeki karşılığı, etkisizlik, yetersizlik oluyor; bunun dahi farkına varmayan bir atalet içerisindeyiz.

Bu yoksunluk ve yokluk halinin üreteceği söz de boş oluyor haliyle. Kendini tekrarlayan tarzımızla en geri kitlelere dahi hitap edemez duruma geliyoruz bir süre sonra.

 

Değişime kendinle başlama ve Muharrem…

Konu ustalarımızın, önderlerimizin yaşamı olduğunda ya bunları hiç bilmiyor ya da okurken “enteresan” bulmakla beraber kendimize model olduklarını unutuyoruz. Örneğin İbrahim yoldaşın okumaya, araştırmaya, kültüre, sanata, edebiyata yoğun ilgi ve tutkusu yalnızca “hoşumuza” gidiyor ama kendimizle ilgisini kuramıyoruz. Kötü bir taklitçi dahi olamıyoruz yani. Böyle olunca kitleyle temasımız, yüksek değerler atfedilen sözlerle cilaladığımız “devrimci faaliyet”le sınırlı kalıyor.

Hayata tek yanlı ve tek yönlü bakıyoruz. Onun için de kendi şekillenişimiz tek yanlı ve tek yönlü oluyor. Bu durumdan çıkmak için gayret sarf etmiyor, bunu sorgulayan bir sürece izin vermeye niyetli görünmüyoruz. Çünkü okuma, bilinçlenme, gelişme düzeyimiz geri. Bunların farkına varmanın anahtarını suya attığımız için girdiğimiz kısır döngüden de çıkamıyoruz.

Ancak bu tablonun tersine çevrilmesinin oldukça zengin ve değerli örneklerine sahibiz. Özgür bir dünyanın harcı olarak toprağa düşenlerimizi andığımız bu anlamlı günlerde şehit yoldaşlarımızdan öğrenmeliyiz.

Yoldaşlarımız emekçi halkımıza ulaşmak için tüm olanakları seferber ederek bu uğurda canlarını verdiler. Onlar, zulme ve sömürüye karşı birer meşale olarak aramızdan ayrıldı. Bu meşaleyi daha da harlamalı ve ileri taşımalıyız. Şehitlerimizin idealleri için. Düşleri gerçeğe dönüştürmek için…

(Bir yoldaşı)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu