Suriye’de savaşın boyutlarını görebilmek açısından bugün devasa boyutlara ulaşan mülteciler sorununa bakmakta fayda var. Suriye iç savaşı ile birlikte mülteci sayısındaki artış bugün özellikle Avrupa ülkelerinde ciddi bir “kriz” olarak yorumlanmaktadır. Ucuz iş gücü açısından patronların bir nimete dönüştürdüğü mülteciler aynı zamanda devletler tarafından bir tehdit olgusu ve silah olarak kullanılmaktadır. Bu ülkelerin başında ise Türkiye gelmektedir. Suriyeli mültecilerin en yoğun olduğu ülke olan Türkiye, Avrupa’ya karşı mültecileri bir silah olarak kullanmakta ve her fırsatta kapıları açma tehdidi ile çeşitli talepler ileri sürmektedir.
Avrupa Suriyeli mültecilerin akınını engellemek için 17 Eylül 2015’te başlattığı göçmenlere ilişkin bir dizi tartışmayı 4 Ekim 2015’te sonlandırdı. Bu tartışmaların başında mülteci akınının engellenmesi ve buna karşın özellikle Türkiye için vize muafiyetinin sağlanması geliyor. Türkiye ile Avrupa arasında sağlanan vize muafiyeti Türk devletinin mülteci şantajına bağlı bir yolla sağlanmış bulunmaktadır.
Avrupa devletleri açısından insani kriz olarak nitelendirilen mülteci sorunu Avrupa ölçeğinde, 2. EPS’den beri görülmemiş bir kriz olarak nitelendiriliyor. Mülteci sorununun vardığı boyutlar dile getirilirken bu sorunun boyutlanmasının esas nedeni olarak da Suriye gösterilmektedir. Ve ne DAİŞ ne de bölgede nüfuz sağlamaya çalışan emperyalist politikalar değil, doğrudan Suriye rejimi hedef gösteriliyor. Bu ise bir dizi muğlâklığa neden olmaktadır. Esad rejiminin bu krizdeki payı büyüktür ancak ortaya çıkan tabloda DAİŞ ve bölge devletlerinin politikaları ve her şeyden önce emperyalist ekonomi politikaları görülmemektedir. Bu ise özellikle mülteciler açısından ciddi bir boşluğu ifade etmektedir. Yani sonuç olarak bölgede Esad’ın devrilmesi için mülteci sorununun yeni bir politika olarak gündeme getirilmesi söz konusudur.
Bu tablonun ortaya çıkardığı gerçek ise şudur: Mülteciler asimetrik işgalin ve emperyalist politikaların bir silahına dönüştürülme çabası. Özellikle Rusya, Almanya ve ABD arasında süregelen Suriye konusunda nedense mülteciler baş gündem olmaya başlandı. Bunun en net ifadesi ise DAİŞ saldırısına maruz kalan Iraklı mültecilerin dikkate alınmaması ve onlara çeşitli hakların sağlanmamasıdır. Özelikle Almanya’daki düşünce kuruluşları Almanlara mülteci sorununun kaynağının Suriye devleti ve Rusya olduğuna dair bir dizi açıklamalar yapıyorlar. Avrupa Kosova savaşı sırasında Kelly Greenhill’in “göç sorununun savaş silahı olarak kullanılması” teorisi hayata geçirilmektedir. Bu düşünceler ise genel olarak Merkel Planı olarak tanımlanmaktadır. Öyle ki bu kapsamda Berlin, Ankara, İstanbul, Stockholm, Brüksel ve Lahey’de konferanslar düzenledi. Düzenlenen konferanslarda mülteci barındıran ülkelere destek sunulacağı vurgusu öne çıkarken Türkiye’ye bu kapsamda 3 milyar Euro destek sunuldu. TC devleti bu güne kadar mültecilere dönük 8 milyar dolar harcama yaptığını belirterek ülke içi harcama ve vergilerde bir dizi soygunu da gerçekleştirdi. Öyle ki vergilendirme kapsamında mültecilere destek kesintileri dahi gerçekleştirildi. Ancak TC’nin mültecilere dönük harcamalarının geneli Birleşmiş Milletler, Katar ve Suudi Arabistan tarafından verilen paralarla yapıldığı ortadadır. Öte yandan TC devleti Suriye’deki savaştan ciddi kârlar da elde etmiştir. Suriye’de gerçekleştirilen tarihi eser kaçakçılığı bunun en net örneğidir.
Mültecilerin kâra dönüştürülmesi bununla sınırlı değildir. Suriye’de savaşın başlamasının hemen ardından 2011 Aralık ayından bu yana Suriye pasaportları basan Fransız Ulusal Basımevi, Suriyeli olmayan birçok mülteciyi Avrupa’ya Suriyeli olarak götürmek üzere faaliyetlerde bulundu. Öyle ki bu pasaportlar genel olarak Türkiye üzerinden Ortadoğu’ya gönderildi. Tüm bu gelişmeler esas olarak mültecilerin ilerleyen dönemde bir savaş silahı olarak kullanımının artacağını gösteriyor.