AKP’li belediye başkanları beklendiği üzere teker teker istifa etti. Melih Gökçek’in tantanalı, gösterişli bir şekilde istifa etmesi ve gerekçesini “Erdoğan istedi” şeklinde duyurması, coğrafyamızda inşa edilmek istenen rejimime dair yeni ipuçları veriyor. AKP’nin “metal yorgunluğu” adı altında gerçekleştirdiği ve AKP il ve ilçe baş- kanları, belediye başkan yardımcıları vd. ile devam edeceği anlaşılan tasfiyeler, (AKP Genel Başkan Yardımcısı Öznur Çalık, istifaların ve görevden almaların sürdüğü partide 22 il başkanının daha deği- şeceğini açıkladı. Çalık, “İstifa bir son değil, bir başlangıç olacaktır” dedi. 25 Ekim 2017/Basın) açık ki ilk olarak 2019 baş- kanlık seçimlerine bir hazırlık amacı taşıyor.
Bugüne kadar FETÖ’nün siyasi ayağını “tespit edemeyen” AKP, gelinen aşamada siyasi kariyerinin en önemli virajını alırken, safları tahkim etmenin peşinde. Erdoğan/AKP, bugüne kadar birlikte iş kotardıkları Cemaatçilerin özellikle de siyasi alanda nerede konumlandığı, ne tür yetkilere sahip olduklarını ve en önemlisi de kimler olduğunu çok iyi biliyor.
15 Temmuz sonrası kılıçların çekilmesiyle düşman kardeşlere dönüşen bu iki klik arasındaki hesaplaşma ve çatışma, bugün siyasi alanda karşımıza çıkıyor. R.T.Erdo- ğan/AKP’nin bu süreci zamana yayarak, aynı zamanda kişi kültü ve iktidarın, tüm otoritenin tek bir makamda cisimleşmesi haline katkı sunacak bir şekilde ele almaya çalışıyor.
Belediye başkanlarıyla Başbakan Binali Yıldırım’dan öte doğrudan R.T. Erdoğan’ın polemik yapması bir yanıyla Erdoğan’ın kişisel karizması ve gücünün 2019 seçimleri öncesinde bu vesileyle bir kez daha tesis edilmesine hizmet ediyor.
Ne var ki istifacı belediye başkanları listesine eklenen son üç ismin, bu istifa sürecinin uzamasının AKP’nin prestiji bakımından azımsanmayacak sonuçlar yarattığı çok açık. AKP’nin iktidarını önemli oranda yerelde, belediyelerde kurduğu çıkar çarkı, yığınlarla doğrudan ilişki ve en önemlisi de hizmet söylemi üzerinden inşa ettiği biliniyor. İktidar partisinin, Bursa ve daha da önemlisi Ankara gibi büyük bir şehirdeki temsilcisini tehdit ederek istifa ettirmesi, icraatlarının karanlık yüzüne de ışık tutuyor.
Açık ki, AKP, iktidara geldiği günden bu yana, gerek merkezi yönetimde gerekse de belediyelerde bü- yük bir yolsuzluk rüşvet ve rant üçgeni içinde palazlandı.
17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarında açığa çıktığı üzere, AKP’li belediyeler, özellikle de kentsel dönüşüm adıyla yürüttükleri projelerle büyük bir rant yaratmış, kendisine yakın şirketlere kamu kaynakları peşkeş çekilmiştir.
AKP’ye Muhalefet Eden AKP!
Bugüne kadar Melih Gökçek’in Ankara’daki icraatlarına göz yuman, ona alan açan, koruyan ve bugüne taşıyan AKP yö- netiminin şimdi bir anda savcıların göreve çağrılmasıyla tehdit yoluna başvurması aralarındaki kirli pazarlıkların bir sonucudur. Biliyoruz ki rüşvet, yolsuzluk, yetkilerin kullanımıyla ortaya çıkarılan büyük rantın sermayeye peşkeş çekilmesi AKP iktidarının var oluş biçimidir. Bu anlamda Melih Gökçek’le aralarındaki dalaşta, tartışmanın bir türlü “Gökçek’i bitirecek” suçlara gel(e)memesi bu yüzdendir.
Kuşkusuz Gökçek biraz daha ayak direseydi raflarda saklanan dosyalar teker teker açığa çıkarılacak, birlikte yapılan yolsuzlukların tümü Gökçek’in üstüne atılacaktı. Yapılan anketler AKP’nin oy oranının ciddi biçimde düştüğüne işaret ediyor. (Araştırma sonuçlarına göre AKP’nin oy kaybı dikkat çekici… Ankete göre; kararsızlar dağıtılınca AKP yüzde 38.2, CHP ise yüzde 28.4 olarak hesaplandı./SONAR araştırma sonuçları)
Bir yandan OHAL ilanlarıyla daha bir derinleşen ekonomik kriz ve bunun yol açtığı yoksulluk, açlık ve işsizlik; her gün biraz daha düşen alım gücü. Diğer yandan KHK’larla yasal hale getirilen dizginsiz hak gaspları, baskı, gözaltı ve tutuklamalarla yaratılmak istenen korku iklimi ve devam eden savaş gerçekliği. AKP’nin “teröre karşı mücadele” adı altında Kürtlere, devrimci ve ilerici güçlere yönelik yürüttüğü haksız savaşın yarattığı tablo…
AKP’nin her alanda ciddi anlamda köşeye sıkıştığını söylemek yanlış olmaz. Ne var ki 20 Temmuz Suruç katliamından bu yana devrimci, ilerici güçlere, Kürt hareketine yönelik kesintisiz, gözaltı tutuklama, saldırı, katliam furyası ve IŞİD vahşetiyle korkutulan, pasifize edilen kitle hareketinin geri çekilmesi, bu objektif durumun değerlendirilmesini zorlaştırmaktadır.
Nihayetinde, kendi içinde hesaplaşırken güç kaybeden bir AKP gerçekliği ile karşı karşıyayız. Anlaşılan o ki bugüne kadar tabanını, “onlar ve biz”, “bizi yok etmek isteyen düşmanlar” retoriği üzerinden bir arada tutan Erdoğan’ın bugün bu yöntemi ciddi anlamda işlevsiz kalıyor.
Erdoğan’ın, sanki 15 yıldır devleti kendileri yönetmiyor muş gibi kendisine ve partisine muhalefet yapmasının bir nedeni de bu olmalı! Kuşkusuz bunun başka önemli nedenleri de var! Erdoğan’ın, MHP içinde verdi- ği iktidar kavgasında AKP yargısının doğ- rudan müdahalesiyle saf dışı bırakılan, tasfiye edilen Meral Akşener’in soluğunu ensesinde hissettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
MHP’den çıksa da geleneksel MHP çizgisinden farklı bir hatta yol alacağını öteden beri deklare eden Meral Akşener, merkez sağ olarak tabir edilen bir vizyonla AKP’ye ciddi biçimde alternatif olabilecek bir potansiyel taşıyor. Meral Akşener’in, partisinin ilanıyla soluğu Anıtkabirde alması akabinde başına türbanını takarak Hacı Bayram Veli Türbesine gitmesi oldukça sembolik anlamlar taşıyor.
İlkiyle Akşener, “laiklik” konusunda Ulusalcı Kemalistlere, ikincisinde de AKP tarafından bugüne kadar siyasetin etkin bir aracı olarak kullanılan türban simgesi üzerinden muhafazakâr tabana mesaj veriyor. Semboller üzerinden verilen bu mesajların zaman içinde ciddi sonuçlar üretmesi kuvvetle muhtemel.
Yeni Bir Cephanelik!
Meral Akşener ve ekibinin, AKP/ErdoğanMHP ittifakına karşın etkinliği yitirmeden yoluna devam etmesi, emperyalist metropollerde kendisi hakkında sarf edilen övücü sözler, arkasının sağlam olduğuna işaret ediyor!
Örneğin İngiliz Time dergisinde Akşener’e ilişkin bir makalede ge- çen şu ifadeler, İYİ partinin geleceğine iliş- kin emperyalistlerin beklentilerini de dile getiriyor: “Akşener, Erdoğan’a karşı eşsiz bir tehdit oluşturuyor çünkü onun siyasi damgası cumhurbaşkanı gibi iş dünyası destekçisi, muhafazakâr ve milliyetçi seç- menlerin havuzuna çok benzer bir havuzdan geliyor…”, “Erdoğan’a kafa tutan kadın”, “Türkiye’nin Demir Leydi’si”, “dengeleri değiştirecek güçlü kadın”.
Peki Akşener’in, AKP’nin karşısında güçlü bir muhalefet olarak çıkması ya da alternatif olması, özgürlük ve demokrasi güçleri, ezilenler için ne anlama geliyor? Başta T. Kürdistanı olmak üzere coğrafyamızın dört bir yanında yargısız infazların, faili meçhullerin, köy yakmaların, zorunlu göçlerin yaşandığı 90’ların karanlıklar prensesi Tansu Çiller’in hemen yanı başında olmaktan gurur duyan, devletin bekasını her şeyin üstünde gören ve üniter devlet yapısının korunmasını birinci hedefi olarak belirleyen bir siyasi partinin, emekçi yığınlara refah getiremeyeceği çok açık.
Akşener, AKP’nin artık işe yaramadığı günler için, ezilen yığınların özgürlük ve demokrasi mücadelesinin engellenmesinde deneyimli bir lider olarak özellikle de Kürt halkına yönelik imha, inkâr ve asimilasyon politikaları için yeni bir cephanelik olarak piyasaya sürülmektedir!
Nitekim, 6 Ekim 2014’ten bu yana ailesiyle, 5 Nisan 2015 tarihinden bu yana avukatlarıyla görüştürülmeyen, en son Eylül 2016’da kardeşi Mehmet Öcalan’ın gö- rebildiği PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki sistematik tecrit politikası içinde Akşener’in de dahil olduğu tüm düzen partileri tarafından onaylanmaktadır. Açık ki Öcalan’a yönelik her tutum coğrafyamızda Kürt sorununun çözümüne dahası Kürt halkına yönelik yaklaşımın bir yansımasıdır.
Görünen o ki TC devleti, Öcalan üzerindeki tecrit ile Kürtlerin, siyasal taleplerine, silah, bomba ve katliamlarla karşılık vereceğini ilan etmiş oluyor.
Ne var ki 12 Eylül askeri faşist cuntasından bugüne söz konusu yaklaşımın Kürt halkının direnişini büyütmekten ve örgütlüklerini geliştirmekten başka bir işe yaramadığı da bir gerçektir! Özgürlük ve demokrasi isteyen tüm güçler, Öcalan üzerindeki tecride karşı sesini daha fazla yükseltmelidir!