Demokratik bir devlette yaşamak önemlidir. Ve bu, o ülkede temel, dokunulmaz insan haklarına saygı duyulduğu ve güvence altına alındığı, eşitliğin garanti edildiği ve desteklendiği, temel insan özgürlüklerinin güvence altına alındığı ve desteklendiği anlamına gelir.
Demokrasi, bireylerin ve azınlıkların haklarıyla birlikte çoğunluğun iradesi ilkelerine dayanır. İnsanlar farklı ırklara mensup olsa da, farklı diller konuşsa da, farklı bir tanrıya inanıyorsa da ve farklı cinsiyette olsa da kanun önünde eşittir. Ama bu eşitlik, herkesin eşit olduğu veya olması gerektiği anlamına gelmez, ancak insanlar arasındaki farklılıkların ayrımcılığa ve farklılaştırılmış muameleye dayanamayacağı anlamına gelir. Örneğin, Müslümanlara ve ateistlere olduğu kadar Alevilere ya da Zerdüştlere de düşüncelerini ifade etme özgürlüğünün garanti ediliyor olması demokrasinin eşitlik ilkesine dayanır.
Bu eşitlik ilkesi, etkili eşitliğin önündeki hem fiziksel hem de ahlaki engellerin ortadan kaldırılması gerektiği anlamına gelir; bu da ülkedeki “adalet” kavramıyla yakından bağlantılıdır. Demokrasinin dezavantajlarından biri, geri bir çoğunluğun bize yol göstermesidir. Çünkü çoğunluğu sağlamak doğru tercihi bulmak demek değildir.
Yalnızca tek taraflı medyayı kullanan herkes savunmasız hale gelebilir ve bir siyasi tarafın kör bir destekçisi olma riski taşır. Aynı zamanda ülkemizde oy satın alma durumu maalesef yaygın ve bu sorunu ortadan kaldırmak zaman alacak.
Çünkü yüz ya da iki yüz lira artık halk için çok önemli. Hatta son seçimlerde bir gelenek haline geldi. Aslında oy satma tamamen ailevi ve ekonomik bir sorun. Eğer fakir doğduysanız, eğitim almadıysanız, özellikle zeki değilseniz ve aileniz size yapmaya çalıştığınız her şeyin başarısız olacağını öğrettiyse, seçimlerde oy satma riskiniz daha fazladır. Ama güçlü bir ailede doğduysanız, harika bir eğitim aldıysanız ve size ne isterseniz yapabileceğinizi söyleyen bir aileniz varsa seçimleriniz daha çeşitli ve sağlıklı olur.
Demokraside oy vermek bireysel değil, toplumsaldır. Nefes alıp vermek, kişiyi ülkenin geleceğinde rol alması bakımından bir ehliyet sahibi haline getirmemelidir. Bir ülkenin geleceği eğitimli bireylerin söz sahibi olmasından geçer. Ülkeyi yönetecek kişileri belirlemek ciddi bir konu. Oy kullanacak insanların belli bir eğitim seviyesinde olması ülkenin menfaati ve geleceği açısından büyük önem arz etmektedir.
Kendini eğitemeyen kişiler toplum ve devlet gibi önemli konularda söz sahibi olamaz. Tabi bu, her eğitimli bireyin iyi karaktere sahip olduğu anlamına gelmez. Yüksek eğitimli insanlar da bencil olabilir ve toplumdan faydalanabilir. Yolsuzluğa bulaşmanın yeni yollarını açmak için eğitimlerini ve bilgilerini de kullanabilirler.
Bir diğer tabirle okumamış bilinçli insan olabileceği gibi okumuş cahil insan olabilmesi de muhtemeldir. Seçmenin eğitiminden bahsettik de, peki ya seçilenin eğitimi ne düzeyde olmalı? Üzülerek belirtiyorum; bu ülke, daha okuma yazma bilmeyen Binali Yıldırım’ı başbakan yaptı.
Sadece Türkiye için demiyorum, birçok gelişmekte olan ülkede yaygın. Bir ülke için hiç iyi olmayan bir durum. Çünkü bu işin sorumluluğu çok büyük. Eğitimsiz, okuyup yazamayan biri milletvekili bile sayılamaz. Dosyaları okuma ve anlama becerisi olmayan bir bakan, düzenli olarak uygun kararlar alamaz.
Ülke için uygulanabilir yasaları yönetmeleri ve tasarlamaları gerekiyor. Zayıf eğitimli bir başbakan ya da cumhurbaşkanı, basit gerçekleri bilmiyorsa, danışmanlarına rağmen sık sık kendisiyle alay edilir.
Platon’un deyimiyle demokrasi, bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. Devam edilirse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler çıkar.
*Okurumuzun başka bir çalışmasından Özgür Gelecek’te yayımlanması üzerine düzenlediği bir bölümü. Gazetemizin yayın politikalarını yansıtmayabilir.