“Umudu tohumca büyütüyoruz” şöleni yaklaşırken biz de Özgür gelecek gazetesi olarak çalışma kapsamında sanatçı dostlarımızla yaptığımız röportajlarımıza Marsis ile devam ettik.
Yaşayan bilir-anlar belki de acıların en ağırıdır anadilde konuşamamak, şarkı söyleyip, dans edememek, ağıt yakamamak…
Tek dil tek millet sloganı atan egemenlerin ülkemizde dillere-kültüre yıllardır estirdiği saldırıda, koyduğu yasakta bundandır sanırım. Tıpkı Kürtçe ‘de olduğu gibi Lazcaya karşı da sistemli olarak yapılan saldırıda ya da halkın öz kültürüne karşı oluşturulmak istenen ısmarlama kültür de aslında sanatçıya düşen sorumlulukları gösteriyor.
Marsis’le yaptığımız söyleşide bize bunu gösteriyor. Gösteriyor diyoruz çünkü bir kültürün özünü koruyarak ona bir şeyler katmak, yapılan bunca saldırı altında kolay olmasa gerek.
Bize Marsis’in yaptığı müzikten bahseder misiniz? Sizin yaptığınız müzik anlayışı etnik müziğin neresinde duruyor?
Biz kendi müziğimizde; Karadeniz’de yaşayan, halkların bütün melodisini aynı zamanda yüzlerce yıldır süregelen kültürel yaşanmışlıkları yaşatmaya çalışıyoruz. Tek bir halkın değil Lazların, Rumların, Ermenilerin dillerinde tabiki. Aynı zamanda o halkların kültürlerinin bütün özelliklerini yansıtmaya çalışıyoruz. Bunun yanında bölgesel müzik yapıp o bölgenin melodisini yansıtmanın dışında dünyadaki çeşitli müzik türlerinden de çeşitli öğeleri kendi müziğimize katıyoruz. O yüzden müziğimizi etnik müzik olarak adlandırmak doğru ama yeterli değil.
Çünkü geleneksel yapıyı korumak önemlidir fakat geleneksel yapıyı da ileriye taşımak gerekir. Bu her zamanda böyle olmuştur zaten örneğin kemençe bundan 200 yıl önce böyle değildi o dönemin sanatçıları geleneksel halini bozmayalım demediler ileriye taşıdılar. Ya da tulum bu şekilde şekil değişmezdi. Her şey bir değişme dönüşme içerisinde vardır.
Şimdi bizim yaptığımız müzikte bu değişimin dönüşümün bir parçası olarak ileriye aktarmaya çalışıyoruz. Dolaysıyla şimdi kattığımız öğe bizim en azından belki bir isyanın, belki bir savaş karşıtının, anti militarizmin olduğu bir müziği kendi müziğimizle harmanlayıp ortaya koyuyoruz. Amacımız evrensel olabilmek ama her zaman söylediğimiz yerel olmadan evrensel olunamayacağını da biliyoruz.
-Bilmediğimiz anlamadığımız bir dilde şarkıyı duyduğumuzda o kültürü, o dili hissedebilip, ağlayabiliyorsanız, gülebiliyorsanız ya da dans edebiliyorsanız, bu çok güzel bir duygudur. Bizde Bunun için çabalıyoruz.
Elektro kemençeyi de ilk defa siz kullandınız. Nasıl çıktı elektro kemençe?
Geleneksel bir kültür öğesinin ileriye verici bir hamle ile değişmesi dönüşmesi bugünün olayı değil 300-400 yıl önce de, her daim devam eden bir süreçti.
Sahneye çıktığımız zaman akustik kemençeye uygulanmış elektrik aksan sahne üstünde enstrümanın ötmesiyle sonuçlanan bir dez avantaj ortaya çıkartır. Zaten gelişimlerde bu yüzden, mecburiyetlerden olur ya hep. Problemleri çözmek açısından sonuçta sahneye çıkıyorsunuz ve yüksek volümlü müzik yapıyorsunuz. Yüksek volümlü müzikte kemençenin de sesini açmanız gerekiyor açınca da ötüyor. Bunu nasıl çözebiliriz dedik ve enstrümanda biraz değişiklik yaparak elektro kemençeyi ortaya çıkardık.
-Otantik müziğin içerisinde ya da akustik çalınan enstrümanlarda kemençe, bizim yaptığımız müzikte yüksek volümlü davul, bas gitar arasında kalınca tabiki o sahnede ezilebiliyor. Buradan çıkan problemler ve yaşadığımız tecrübelerle Ceyhun sonunda sorunumuzu çözdü.
Sorun çözmekle alakalı bir durum sonuçta o sorunla sahnede bir şekilde baş etmek zorundasın. Aynı şekilde tulumda da bazı şeyler değiştiriliyor nasıl daha iyi performans alırım, müziğin içinde onu nasıl daha iyi duyurabiliriz diye tulum için başka mikrofonlar araştırıyoruz örneğin.
Çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Karadeniz kültüründen, o dilden nasıl esinleniyorsunuz? Neler yapıyorsunuz?
Ben Karadeniz’de doğdum orada büyüdüm 14 yaşında İstanbul’a geldim yani direk Karadeniz kültürünün içinde büyüdüm Karadenizliyim, Lazım.
Örneğin 8 yaşına yani okula başlayana kadar Türkçe bilmiyordum. Karadeniz’deki eğlencelerde, söylenen şarkılarla, yakılan ağıtlarla, oradaki masallarla büyüdüm. Şimdide fırsat buldukça gidiyorum çünkü Karadeniz bizim nefes aldığımız yer.
Oradan ayrı olup Karadeniz müziği yapmak imkansızdır herhalde. Bence o başka bir şeye dönüşür. Sürekli gidiyoruz derleme çalışmaları yapıp, yaylalarda zaman geçiriyoruz, köylüleri dinliyoruz. Bazen de hiçbir şey yapmadan o doğada, köylülerle akraba, eş, dost ile sohbet ediyoruz.
Zaten orada bir fındık bahçesinde ya da çaylık da gezmek dahi yeni bir şarkı yaptırabilir insana.
Kazım Koyuncu’dan bu yana gençlik tarafından Karadeniz müziği ciddi oranda dinleniyor, yine Lazca, Hemşince, Gürcüce ürünlerin üretildiğini düşünüyorum. Lazcanın yaşaması ilerlemesi açısından sizin türküleriniz nerede duruyor?
Ülkemizde bir çok dil gibi Lazca da unutulmaya yüz tutmuş bir dil yıllardır süren asimilasyon politikalarıyla “vatandaş Türkçe konuş” kampanyalarıyla unutturulmak isteniyor.
Fakat son zamanda güzel çalışmalar yapılıyor Lazca’nın artık bir sözlüğü bir grameri oldu tabi ne kadar buradan öğrenilebilir bu tartışılır. Çünkü orada yaşamak o dili konuşmak gerekir.
Son zamanda çok fazla Lazca konuşan yok. Dilimizin yaşaması için Gençlerin daha çok öğrenmesi, konuşması gerekiyor. Tabi sanatçıların da müzikal anlamda yaptığı çeşitli çalışmalar umut verici. Bizde Marsis olarak Lazca ve unutulmaya yüz tutmuş bir çok dili yaşatmaya çalışıyoruz.
Kendinizi “Karadeniz’in içinden gelenler, içinden karedeniz gelenler” diye tanımlamışsınız bunu biraz açabilir misiniz?
Bir anda aklımıza gelen bir şeydi. Bu gerçekten bizi dinleyenler açısından da müziğimiz açısından da bir çok pencereden bakılabilecek bir cümle.
-Bence bu tanımlama bir Kürt içinde bir Laz içinde geçerli olan bir tanımlama. Sadece müzik açısından değil kültür açısından da böyle Karadeniz müziği yapıyorsunuz oranın içerisinden gelmeli bir şekilde oranın halkıyla diyalog içinde olmalısınız. O yüzden içimizden Karadeniz geliyor.
11 Kasımda umudu tohumca büyütüyoruz şöleni için gazetemiz okurlarına ne söylemek istersiniz?
Programa bakınca çok kalabalık ve güzel bir etkinlik olacağı görülebiliyor. Ve yine programa bakınca “yaşasın halkların kardeşliği” şiarını okuyabiliyorsun. Dolaysıyla herkesin katılmasını isteriz. Ve bizde Marsis olarak orada olmaktan mutluluk duyarız. Hep beraber ‘umudu tohumca büyütüyoruz’ ve tüm okurlarınızın şölene katılmasını isteriz.