“Devrim bir koşu değil, uzun soluklu bir mücadeledir. Israrcı olun, sebat edin ve nihai hedefi asla gözden kaçırmayın: sosyalizmin kurulması ve nihayetinde sınıfsız, devletsiz bir toplumun gerçekleştirilmesi. Tarih bizim yanımızda. Yoldaşlar, güvenle ilerleyin, çünkü gelecek halkındır!”
-Yoldaş, Nepal Devrimci Komünist Partisi’nin davetini kabul ettiniz ve şimdi kapalı oturumları da yakından izliyorsunuz. Nasıl hissediyorsunuz?
Nepal Devrimci Komünist Partisi tarafından Birlik Kongresi’ne katılmak ve oturumları gözlemlemek üzere davet edilmekten onur duyuyoruz. Komünist partilerin birleşme kongresini gözlemlemek, sadece mücadeleye katılanlar için değil, uluslararası devrimci hareketlerin daha geniş yörüngesi için de son derece derin bir andır. Tarihsel olarak, devrimci güçlerin birliği kapitalizme, emperyalizme ve her türlü sömürüye karşı mücadelede her zaman kritik bir dönüm noktası olmuştur.
İdeolojik bölünmelerin üstesinden gelindiğine ve kitlelere kurtuluş mücadelelerinde önderlik edebilecek uyumlu, disiplinli bir gücün inşasında ileriye doğru bir adım atıldığına işaret eder.
Komünist partilerin birleşmesi, proletaryanın kapitalizme ve emperyalizme karşı tarihsel mücadelesinin bir devamı olarak görülmelidir. Marks, Lenin ve Mao’nun öğretileri bize devrimci güçlerin parçalanmasının yalnızca egemen sınıfın çıkarlarına hizmet ettiğini hatırlatmaktadır. Paris Komünü’nden Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne kadar tarih göstermiştir ki, proletarya ve ezilen kitleler ancak ideolojik netliğe dayanan ilkeli bir birlik sayesinde güçlerini pekiştirebilir ve sosyalizmin inşasına doğru ilerleyebilirler.
Günümüzün küresel bağlamında, bu güçlerin birleşmesi daha da derin bir önem taşımaktadır. Faşist eğilimler dünya çapında yükselirken ve emperyalist savaşlar tırmanırken, işçi sınıfı ve ezilen uluslar kendilerini amansız bir saldırı altında bulmaktadır.
Maoist partilerin birliği bu gerici dalgaya karşı bir denge unsuru oluşturmakta, sadece umut değil, direniş için somut bir yol da sunmaktadır. Bu, devrimci güçlerin disiplinli, ideolojik olarak sağlam ve kitlelerle bağlantılı olması koşuluyla devrimin yalnızca gerekli değil aynı zamanda mümkün olduğunun yeniden teyit edilmesidir.
Küresel kapitalizmin çelişkilerinin kaynama noktasına ulaştığı bir döneme tanıklık ediyoruz. Neoliberal politikaların şiddetlendirdiği ekonomik kriz, eşitsizliği derinleştirdi ve emperyalistler ile ezilenler arasındaki uçurumu genişletti. Aynı zamanda emperyalist savaşlar -ister doğrudan müdahale ister vekalet çatışmaları yoluyla olsun-, ulusları yıkıma uğratmaya, milyonları yerinden etmeye ve muazzam insani ve maddi zenginlikleri sömürmeye devam ediyor.
Böyle bir konjonktürde faşizmin yeniden canlanması tesadüf değildir. Faşizm, kapitalist sistem artık düpedüz şiddete ve baskıya başvurmadan kendini sürdüremediğinde egemen sınıfın başvurduğu son çaredir. Aşırı sağcı hareketlerin yükselişi, ilerici ve devrimci güçlere yönelik devlet baskısıyla birleştiğinde, kitleler arasında artan huzursuzluğa bir tepkidir. Bu, bölünme tohumları ekerek, şovenizmi teşvik ederek ve örgütlü muhalefeti ezerek statükoyu korumaya yönelik umutsuz bir girişimdir.
Maoist partilerin birleşmesi bu gidişata doğrudan meydan okumaktadır. Devrimci teori ve pratiğin sentezinin yanı sıra işçi sınıfı ve ezilen halkları faşizm ve emperyalizmin ikili tehditlerine karşı örgütleme kararlılığını sembolize etmektedir. Bu, Marksizm-Leninizm-Maoizm’in çağımızın krizlerini ele almadaki evrensel geçerliliğinin bir iddiasıdır.
Birleşme kongresi tarihi bir olay olmakla birlikte, başarısı nihayetinde birliği eyleme dönüştürme becerisine bağlı olacaktır. Küresel işçi sınıfının soyut sloganlara değil, kendi maddi koşullarına hitap eden devrimci bir programa ihtiyacı vardır. Bu da sınıf mücadelesini yoğunlaştırmak, birleşik cepheler inşa etmek ve emperyalist saldırganlık ve faşist şiddete karşı stratejiler geliştirmek anlamına gelmektedir.
Dahası, Maoist partilerin birleşmesi uluslararası dayanışmanın bir işareti olarak hizmet etmelidir. Emperyalizm tahakküm savaşları yürütürken, devrimci güçlerin kendi kaderini tayin ve kurtuluş için mücadele eden tüm halklarla dayanışma içinde olması hayati önem taşımaktadır. Filistin direnişinden yerli halkların ve dünya çapındaki işçi ve emekçilerin mücadelelerine kadar, uluslararası proletarya kendi geleceğini emperyalizme karşı ortak mücadelede görmelidir.
Bu birleşme kongresini izlemek sadece tarihe tanıklık etmek değildir; bir sorumluluğa tanıklık etmektir. Kriz döneminde devrim meşalesini ileriye taşıma sorumluluğuna. Maoist/komünist partilerin birleşmesi sadece doğrudan katılanlar için bir zafer değildir; her yerde ezilenler için bir zaferdir. En karanlık anlarda bile devrim tohumlarının kök salabileceğinin ve kolektif mücadele yoluyla daha parlak bir geleceğin inşa edilebileceğinin bir hatırlatıcısıdır.
Emperyalist sömürünün ve faşizmin büyüyen gölgesinin hakim olduğu bir dünyada bu kongre, birlik içinde yatan devrimci potansiyelin bir hatırlatıcısıdır. Bu, mücadelelerimizi yoğunlaştırmaya, dayanışmamızı derinleştirmeye ve sosyalizm ve tüm insanlığın kurtuluşu için mücadelede asla tereddüt etmemeye yönelik bir çağrıdır.
-Lütfen bize TKP-ML ve NDKP arasındaki kardeşlik ilişkisinden bahsedin.
Komünist partiler arasındaki kardeşlik ilişkileri proleter enternasyonalizminin temel taşlarından biridir ve işçi sınıfının kapitalizme, emperyalizme ve gerici güçlere karşı sınırlar ötesindeki ortak mücadelesini yansıtır. Bu ilişkiler yalnızca ideolojik uyum üzerine değil, küresel bir sömürü sistemi karşısında dayanışma, kolektif öğrenme ve eşgüdümlü eylem ihtiyacının karşılıklı olarak tanınması üzerine inşa edilmiştir.
Günümüzün artan emperyalist saldırganlık, çevre felaketi ve büyüyen faşizm bağlamında, komünist/Maoist partiler arasındaki kardeşlik ilişkileri her zamankinden daha acildir. Kapitalizmin küresel doğası, komünist partilerin sistemin çelişkilerini açığa çıkarma ve bunlarla mücadele etme çabalarını koordine ettikleri eşit derecede küresel bir yanıt gerektirmektedir.
Neoliberal küreselleşmenin yükselişi, baskının birbirine bağlılığını daha da derinleştirmiştir. Dünyanın güney bölgelerindeki sömürücü emek uygulamalarından emperyalist merkezdeki kemer sıkma politikalarına kadar, dünyanın dört bir yanındaki işçiler ortak bir düşmanla karşı karşıyadır. Bu küresel savaş alanında, kardeşlik ilişkileri mücadeleler arasında köprüler kurmak, hiçbir devrimci hareketin izole edilmemesini ve hiçbir işçi sınıfı topluluğunun baskıyla tek başına yüzleşmemesini sağlamak için gereklidir.
TKP-ML ve NDKP arasındaki kardeşlik ilişkisi, proleter enternasyonalizmine ilişkin bu derin anlayıştan ve Maoist partilerin birlikte yakın çalışmasının tarihsel gerekliliğinden kaynaklanmaktadır. Temel ideolojik meselelere odaklanan ikili tartışmalar yoluyla taraflar, ortak ideolojik köklerin ve ilişkiyi güçlendirme kararlılığı gerektiren uzun vadeli görevlerin farkına varmışlardır.
Komünist partiler arasındaki kardeşlik ilişkileri soyut bir ideal değil, küresel işçi sınıfı için bir gerekliliktir. Emperyalizmin egemen olduğu bir dünyada, yalnızca devrimci güçlerin birleşik cephesi sisteme meydan okuyabilir ve sosyalizmin yolunu açabilir. Bu ilişkiler proleter enternasyonalizminin canlı bir ifadesidir ve birinin kurtuluşunun herkesin kurtuluşuna bağlı olduğu inancını somutlaştırır.
Lenin’in bize hatırlattığı gibi, “Sadece kendi ülkelerimizde birleşmekle kalmamalı, diğer ülkelerdeki yoldaşlarla uluslararası düzeyde de birleşmeliyiz. Bu, işçi sınıfının zaferi için vazgeçilmez bir koşuldur.” Önümüzdeki görev muazzamdır, ancak kardeşçe dayanışma ile komünist hareket bu görevin üstesinden gelebilir, kapitalizme karşı dalgayı tersine çevirebilir ve eşitlik, adalet ve barış dolu bir gelecek inşa edebilir. Bu bağlamda, partimizin NDKP ile olan kardeşlik ilişkisine derinden değer veriyor ve bu kardeşlik ilişkisini güçlendirmeye devam etmekten memnuniyet duyuyoruz.
-Sakıncası yoksa TKP-ML hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz? Türkiye’de kaç tane komünist parti var? TKP-ML’nin diğerlerinden farkı nedir?
TKP-ML; 24 Nisan 1972 tarihinde İbrahim Kaypakkaya tarafından kurulmuş, Marksizm-Leninizm-Maoizm’i rehber edinmiş çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryasının siyasi öncüsüdür.
TKP-ML, Osmanlı topraklarında işçi sınıfının gelişmesine bağlı olarak komünist hareketlerin ortaya çıkması sonucu Balkanlar, İstanbul ve Anadolu’da oluşan komünist hareketlerden gelen delegelerin katılımıyla Eylül 1920’de Bakü’deki ilk kongrede kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) devamıdır. Ayrıca bu kongrede 1917 Ekim Devrimi’nin ardından Rusya’da tutuklu askerler ve sığınmacılar tarafından oluşturulan komünist hareketlerden de delegeler vardı.
TKP-ML’nin Mustafa Suphi’nin ölümünden sonra kurulan revizyonist Türkiye “Komünist” Partisi ile hiçbir bağlantısı yoktur.
TKP-ML’nin ortaya çıkışındaki en temel etkenlerden biri, 1960’lardan sonra Türkiye’deki işçi sınıfı ve kitle hareketinin Çin’deki Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD) ve onun sarsıcı etkileriyle karşılaşmasıdır. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesinden sonra komünist hareket 50 yıl boyunca revizyonist bir sessizliğe bürünmüştür. BPKD bu sessizliğin bozulmasında ve Türkiye’de komünist hareketin yeniden canlanmasında belirleyici bir rol oynamıştır.
Stalin’in ölümünün ardından Türkiye’deki devrimci hareket, Arnavutluk Emek Partisi’ni (Hoxa) takip edenler ve Çin ideolojik çizgisine daha yakın olanlar olmak üzere iki ideolojik çizgiye ayrıldı.
Türkiye’deki devrimci hareket 12 Eylül 1980’deki askeri darbeden sonra büyük kayıplar verdi ve ciddi biçimde dağıldı. Bu askeri yönetim durumu, devrimci/komünist partilerin fiziki güçlerinin zayıflamasının yanı sıra çizgilerinde de sapmayı beraberinde getirdi. Bu dönem ve sonrasında parti, maddi gücü zayıflamış olsa da mücadelesinde ve Halk Savaşı’nda ısrarcı olmuştur.
Partimiz 8 Konferans gerçekleştirmiştir. 2015 yılında parti önderliğimize karşı Türkiye ile işbirliği içinde birçok Avrupa ülkesinin ortak operasyonu sonrasında partimiz 2017 yılında bir bölünme yaşadı. Partimiz bu bölünmenin ardından 2019 yılında kongresini gerçekleştirmiştir.
Bu bölünme nedeniyle partimiz, parti yapısını yeniden düzenlemeye ve birliği inşa etmeye odaklanmak zorunda kaldı. 1. Parti Kongresi esas olarak bu önemli göreve odaklanmıştı. Partimizin 2. Kongresi, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısının analizi gibi önemli bir konunun tartışıldığı 2024 yılının yaz aylarında tamamlanmıştır. Partimiz 2. Kongremize kadar ülkedeki toplumsal formasyonu yarı-sömürge, yarı-feodal olarak analiz etmiştir. 2. Kongremiz de partimizin yarım yüzyılı aşan mücadele tarihinde önemli bir tartışma konusu olan Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısını analiz etmiş ve belli sonuçlara ulaşmıştır. Partimizin 2. Kongresi, Türkiye’nin toplumsal formasyonuna komprador kapitalist ve feodal kalıntıların egemen olduğu bir ekonomik ve toplumsal yapının hakim olduğunu, buna bağlı olarak Türkiye devriminin niteliğinin ve yolunun değiştiğini tespit etmiştir.
Partimiz, Demokratik Halk Devriminin kendine has özelliklerinden yola çıkarak partimizin program ve tüzüğünü güncellemiştir. Günümüzdeki temel çelişkiler arasında baş çelişkinin emperyalizm, komprador kapitalizm, feodal kalıntılar ve geniş halk kitleleri arasındaki çelişki olduğunu; Demokratik Halk Devrimi sürecinde ise baş çelişkinin komprador kapitalizm, feodal kalıntılar ve geniş halk kitleleri arasındaki çelişki olduğunu tespit etmiştir.
Partimizin 7. Konferansında (2002) kararlaştırılan ve 8. Konferansta (2007) tartışılmaya devam edilen “Devrimimizin kendine özgü özellikleri olacaktır. Türkiye’de Halk Savaşı, gerilla savaşı önceki örnekler gibi olmayacaktır. Türkiye’nin kendine özgü özellikleri, bulunduğu coğrafya açısından farklılıkları vardır” anlayışı parti iradesiyle ortaya konulmuş ve mevcut durum doğru analiz edilmiştir.
Kongremiz, Demokratik Halk Devrimi mücadelesinde kentlerde ve işçi sınıfı içinde çalışmanın birincil; kırlarda ve yoksul köylüler arasında çalışmanın ikincil hale geldiğini; devrimci mücadelenin başından sonuna kadar silahlı mücadele temelinde yükseleceğini; silahlı halk ayaklanmasını hedefleyen ancak “küçük gruplar, büyük cüret” temelinde gerilla mücadelesinin devrimin başından sonuna kadar uygulanabilir olduğunu tespit etmiştir.
Sorunuzun ikinci kısmına gelince, Türkiye’de çok sayıda devrimci örgüt ve parti var. Ancak bizim bu konudaki görüşümüz, bunların komünist hareket ya da partiler olmadığı yönündedir. İbrahim Kaypakkaya’nın mirasından gelen ve kendilerini Marksist-Leninist-Maoist olarak tanımlayan ancak ideolojik, örgütsel ve pratik uygulamaları bu ideolojiyle örtüşmeyen çok sayıda parti vardır.
Partimiz, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısını, Ulusal Sorunu, Kadın Sorununu ve devrime giden yolu nasıl analiz ettiğimiz konusunda kendini farklılaştırmıştır. Bu konulardaki duruşumuz, yol gösterici ilkelerimizin açık bir yansımasıdır. Bu, partimiz ile diğerleri arasındaki temel farklardan biridir.
Dünya komünist devriminin zorlukları olarak neleri görüyorsunuz? Dünya komünist hareketinin savunmada olmasının temel nedeni olarak neyi görüyorsunuz?
Bugün dünya çapında komünist hareketin durumunu tarif ederek başlarsak, bir gerileme, dağınıklık ve savunma halinden söz etmek gerekir. Özellikle emperyalist kapitalist sistemin işçi sınıfı ve ezilen halklara yönelik sömürü ve saldırganlığının sürmesi, kendi aralarındaki çelişkilerin dünyayı savaşın eşiğine getirmesi, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki devrimci durumun sürekliliği vb. koşullarda tüm dünyanın bir devrimle alt üst olmaması, bu ülkelerdeki komünist partilerin ve uluslararası komünist hareketin gücü ya da zayıflığıyla doğrudan ilişkilidir.
Özellikle kapitalizmin yarattığı sorunlara itirazlar temelinde dünya çapında kendiliğinden hareketlerin, isyanların vb. yaşandığı sadece son 15-20 yıla bakacak olursak, komünist hareketlerin bu geri çekilişinin nedenlerini doğru analiz etmeliyiz. Uluslararası komünist hareketin emperyalizmin saldırılarına karşı savunma durumuna geçmesinin nedenleri üzerinde yoğunlaşmalıyız. Bu nedenle sorunuz çok önemli ve UKH’nin üzerinde ortak bir tartışma yürütmesi gerektiğini düşündüğümüz bir noktaya işaret ediyor.
Bu durumun en önemli nedeninin komünist hareketin bazı kesimlerindeki ideolojik yetersizlikler ve ideolojik sapmalar olduğunu düşünüyoruz. 1. Kongremizde de belirttiğimiz gibi;
“UKH’deki bu savunma hali, emperyalist-kapitalist sistemin saldırılarına yanıt verememe, işçi sınıfı ve emekçi halkın mücadelesiyle doğru temelde ilişki kuramama belli bir sıkışmışlık yaratıyor ve ‘çözüm’ adına farklı yollara giriliyor. “Yeni” şeyler gündeme geliyor; aslında yeni olmayan eski revizyonist tezler gündeme getiriliyor.
Diğer uçta ise Partimizin son sürecinde de görüleceği üzere yaşanan sorunlara çözüm olamama, sınıf mücadelesinin güncel sorunlarına yanıt verememe dogmatizmi doğurmakta, kendi öznelliğini nesnel gerçekliğin yerine ikame etmeye çalışan bir çizgiye zemin yaratmaktadır. Bu da komünist partileri içten vuran ve tasfiyeye yönelen çizgilerin ortaya çıkmasına ve gelişmesine yol açmaktadır. Her iki çizgi de UKH açısından mahkûm edilmelidir. Eğer MLM bilimi bir eylem kılavuzuysa, o zaman anın sorunlarının çözümü ve sınıf mücadelesinin sorunlarına cevap, ne MLM biliminin temel kavramlarını revize ederek ne de bu temel kavramları dogmatik bir şekilde savunarak gerçekleştirilebilir.”
Bu noktayı detaylandırmak gerekirse: ideolojik yetkinlik ya da sağlamlık, Marksizm-Leninizm-Maoizm’in temel çizgisinin donmuş bir tekrarı ya da komünist ustaların yazılarından alıntı yapmak için bir şablon değildir. Bilimsel yöntem olmadan ne değiştirmek istediğimiz dünyayı doğru analiz edebiliriz ne de bu doğru analizlere dayanan ideolojik çizgimiz doğrultusunda değişim (yani devrim) pratiğine girişebiliriz.
Yapsak bile başarısızlığa mahkûm oluruz. Öncelikle uluslararası komünist hareket hem kendi ülkesine hem de tüm dünyaya bilimsel yöntemle (tabiri caizse tüm fikirlerini, ideolojilerini, arzularını vs. kapının dışında bırakarak laboratuvara giren bir bilim insanı gibi) bakmak zorundadır. Tıpkı komünist ustaların yaptığı gibi diyalektik tarihsel materyalist yöntemle bilgiye ulaşmalı ve somutu analiz etmelidir. Bu illaki “Amerika’yı yeniden keşfetmek” anlamına gelmiyor elbette. Bildiğimiz her şeyi yok sayarak, tarihsel süreçleri görmezden gelerek, edinilen deneyimleri unutarak yapılabilecek bir şey de değildir. Bunu yapmak bilimsel yöntemin dışına çıkmak olur.
Bu somut bilgi temelinde komünizme ulaşmak için gerekli devrimin niteliği, yolu, araçları vs. üzerine bir tez ortaya koymak gerekir. Dünya komünist hareketinin iki noktada tıkanma, donma ya da hedeften sapma yaşadığını söyleyebiliriz. Ya mevcut gerçeklik bilimsel yöntemle somut olarak analiz edilmiyor, dogmatizm benimseniyor ve/veya devrime giden yolda revizyonizm benimseniyor. Elbette dogmatizmden revizyonizme, devrimi imkansız kılan “yanlış yola” onlarca sapmadan bahsedilebilir.
Kuşkusuz emperyalist kapitalist sistemin her düzeyde yoğun bir saldırısı söz konusudur. Ancak en temel saldırılarını yürüttüğü alan, devrimin başarısının da anahtarı olan ideolojik saldırılarıdır ve açıklıkla belirtmek gerekir ki bu konuda önemli başarılar elde etmiştir. Ayakta kalma mücadelesi veren komünist partiler de egemen sınıfların fiziki saldırısı altında ideolojik sapmalara karşı durmak için “kendi başlarına” mücadele etmektedirler. Ve bu yolda başarıya ulaşmanın ne kadar zor olduğunu söylemeye gerek yok.
Bunun için uluslararası komünist hareketin ortak bir platformda tartışması, teorik ve ideolojik konularda tartışması gerektiğini düşünüyoruz. Nitekim Ağustos 2001’de [2022, ed.] kamuoyuna sunduğumuz ve siz yoldaşlarımıza da ilettiğimiz “Dünden bugüne enternasyonalizme ve enternasyonal faaliyetlere kısa bir bakış” başlıklı belgede görevlerimizi özetlediğimiz bölümdeki 2. maddeyi önemsiyor ve yerine getirilmesi için ortak bir çaba göstermemiz gerektiğini düşünüyoruz.
Bu yazıda şöyle demiştik:
“Bugün uluslararası komünist hareket örgütsel olarak dağınık ve ideolojik olarak yoğun bir kuşatma altındadır.
Bu kuşatmayı yarmak için asgari düzeyde ideolojik-politik birliğe dayalı bir örgütsel birliğin varlığına ihtiyaç vardır. Bu örgütsel birlik iç ideolojik mücadeleyi dışlamamalı, tam tersine içermelidir. Kuşkusuz, sadece ilkelerimizi değil, taktik farklılıklarımızı da gizlememeliyiz. Burada temel sorun birlik ve eleştiri silahını sonuna kadar yoldaşça kullanma becerisini gösterebilmektir. Bu bir niyet meselesi değildir. Aksine, uluslararası komünist hareketin birliğini sağlamak için yerine getirilmesi gereken enternasyonalist bir görevdir. Bu nedenle, farklılıklarımızı tartışabileceğimiz ve ortak bir zemin bulabileceğimiz, karşılıklı saygıya ve birbirimizi dinleme ve anlama eylemine dayalı tartışma platformları yaratmalıyız.”
-Nepal’in devrimci komünist hareketini nasıl değerlendiriyorsunuz? NDKP’nin bu birlik kongresinden beklentileriniz nelerdir?
Nepal’in devrimci komünist hareketi, Marksizm-Leninizm-Maoizm’in küresel tarihinde eşsiz ve önemli bir yere sahiptir. Nepal’in komünist mücadelesi, özellikle de 1996’da başlatılan Halk Savaşı, proletaryanın harekete geçme, örgütlenme ve halkı ezen feodal ve komprador kapitalist sistemlere meydan okuma kapasitesinin ilham verici bir göstergesiydi. Monarşinin kaldırılması ve cumhuriyetin kurulması da dahil olmak üzere elde edilen başarılar, sadece Nepal halkı için değil, aynı zamanda dünya çapındaki devrimci hareketler için de tarihi zaferlerdi.
Bununla birlikte, birçok devrimci hareket gibi, iç bölünmeler, stratejik sapmalar ve oportünizm ve revizyonizmin etkisi gibi karmaşık zorluklarla karşı karşıya kaldı. Bu aksilikler, devrimin ilerletilmesinde ideolojik netliğin, örgütsel disiplinin ve Marksizm-Leninizm-Maoizm ilkelerine bağlılığın sürdürülmesinin kritik öneminin altını çizmiştir.
Nepal’in devrimci hareketi küresel komünist hareket için birkaç kritik ders sunmaktadır. Komünist Parti’nin özellikle yarı-feodal bir toplumda köylülükle ilişki kurma ve onları harekete geçirme becerisi, kırsal kitle hareketlerinin devrimci potansiyelini bir kez daha teyit etti. Kırsal kesimi birleştiren ve sonunda şehirleri kuşatan uzun süreli halk savaşı stratejisi, Nepal’in kendine özgü koşullarında geçerliliğini kanıtladı.
Ancak yaşanan gerilemeler reformizmin ve devrimci ilkelerin terk edilmesinin tehlikelerini de gözler önüne serdi. Parlamenter siyasete geçiş, bir aşamada taktiksel olarak anlaşılabilir olsa da, nihayetinde devrimci hedefleri burjuva demokrasisiyle birleştirmeye çalışmanın sınırlarını ortaya koydu. Bu dersler, taktik esneklik ve ideolojik kararlılık arasındaki dengeyi anlamak açısından dünya çapındaki devrimciler için çok değerlidir.
Nepal Devrimci Komünist Partisi’nin (NDKP) Birlik Kongresi, Nepal’deki devrimci komünist hareketi yeniden canlandırmak için tarihi bir fırsattır. Özünde birlik, tarafların yüzeysel bir araya gelişi değil, Marksizm-Leninizm-Maoizm temelinde ilkeli bir ideolojik konsolidasyon olmalıdır. Birleşmek yeterli değildir; birlik, geçmişin hem başarılarını hem de eksikliklerini ele alabilen devrimci bir çizgi üzerine inşa edilmelidir.
Emperyalizmin sömürüsünü yoğunlaştırdığı ve faşist güçlerin kıtalar arasında yükseldiği mevcut küresel konjonktürde, Nepal’deki devrimci güçlerin birliği sadece yerel ya da ulusal bir mesele değil, uluslararası öneme sahip bir olaydır. Nepal’de yeniden canlanan bir devrimci hareket, dünya çapında ezilenler için bir fener görevi görebilir ve gerilemeler karşısında bile devrim ateşinin yeniden alevlenebileceğini kanıtlayabilir.
Bu nedenle NDKP’nin birlik kongresi muazzam bir potansiyel taşımaktadır. Nepal’i bir kez daha küresel devrimci hareketin ön saflarına yerleştirmek, her yerdeki komünistlere ilham vermek ve Marksizm-Leninizm-Maoizm yolunun gerçek kurtuluşa giden tek yol olduğunu kanıtlamak için bir fırsattır. Bu kongreye büyük bir umut ve dayanışmayla bakıyor, Nepal devrimci hareketini yeniden canlandırmasını ve sosyalizm ve insanlığın nihai kurtuluşu için mücadele eden herkes için değerli dersler sunmasını bekliyoruz.
-Günümüzün küreselleşmiş emperyalizm çağında sadece tek bir ülkede devrimi mümkün görüyor musunuz?
Bilindiği gibi, tek ülkede devrimin mümkün olup olmadığı tartışması çok uzun bir geçmişe sahiptir. Ekim Devrimi’nden önce de bu soru Lenin ve Troçki arasında bir polemik konusu olmuş, ancak Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesi, derinleşen kapitalist bunalım ve Avrupa devrimi beklentisi bu tartışmayı geri plana itmişti. Ancak Lenin’in ölümü, devrimci dalganın düşüşe geçmesi ve bu bağlamda bir Avrupa devrimi beklentisinin hayal kırıklığına uğraması bu tartışmayı hızla yeniden siyasi gündeme taşıdı.
Ve 1920’lerin ortalarında yeniden tartışılmaya başlandı. Burada da Lenin’in devrimin gerçekleştirilebileceği ve sosyalizmin tek ülkede inşa edilebileceği tezini savunan Stalin oldu.
O zamandan beri çeşitli örgütler ve partiler çeşitli zamanlarda bu konuyu tartışmaya devam ettiler. Bildiğimiz kadarıyla Nepal Komünist Partisi (Maoist), 2. Konferansı’nda tek ülkede devrimin çok zor ve sürdürülemez olduğuna karar vermişti. TKP-ML olarak o dönemki değerlendirme ve analizlerimizde bu kararı eleştirmiştik.
Bu teze ilişkin görüşlerimiz hala aynıdır. Kısaca ifade etmek gerekirse, siyasi ve ekonomik eşitsizliğin kapitalizmin temel yasası olduğu ve bu eşitsizliğin emperyalizm aşamasında daha da belirginleştiği bir gerçektir. Emperyalizm aşamasından önce, yani kapitalizmin serbest rekabet yoluyla yükseldiği dönemde, dünyanın bölünmesi henüz tamamlanmamıştı ve Lenin yoldaş bu dönemi “görece sakin, uygar, barışçıl, sürekli gelişen ve giderek yeni ülkelere yayılan bir kapitalizm” olarak tanımlıyordu.
Tekelci kapitalizm altında bu durum tamamen değişmiştir. Dünyayı aralarında paylaşan uluslararası kapitalist tekeller doğdu ve dünya pazarlarının bölünmesi tamamlandı. Bunun sonucunda emperyalistler arasındaki çelişkiler daha da keskinleşmiş ve birbirlerinin pazarlarına müdahale kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu da emperyalizm var olduğu sürece paylaşım savaşlarının kaçınılmaz olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
Bu paylaşım savaşları emperyalizmin dünya üzerindeki hakimiyetinde gedikler açmakta ve bir ya da birkaç ülkenin proletaryası ve ezilen halkları için -sadece savaş zamanlarında değil, görece barışçıl dönemlerde de- devrim imkanı sunmaktadır.
Bu olasılık, mevcut sistemin yapısal krizlerinin en yoğun olduğu, devletin buna bağlı olarak zayıfladığı (yani devrim için nesnel koşulların olgunlaştığı) ve proletarya önderliğindeki örgütlü güçlerin güçlendiği (devrim için öznel koşulların geliştiği) ülkelerde gerçekleşebilir.
Son olarak, tek bir ülkede devrim olasılığı ile dünya devriminin birbirine karşıt olmadığını vurgulayalım. Tek ülkede devrim olasılığını savunmak dünya devrimini dışlamaz. Aksine enternasyonalizmin gerekliliğine, dahası zorunluluğuna işaret eder. Unutmayalım ki bu teorinin öngördüğü pratik, Sovyetler Birliği’ndeki muzaffer sosyalist kuruluşu dünya devriminin kaldıracı haline getirmiştir. Muzaffer bir sosyalist Sovyetler Birliği bir dayanak, bir üs, bir itki merkezi olarak hizmet etti.
-TKP-ML gelecekte NDKP ile ne tür işbirlikleri yapabilir?
Bu sorunun yanıtı 4. soruya verdiğimiz yanıtta mevcuttur. Uluslararası Komünist Hareketin örgütsel olarak dağınık ve ciddi bir ideolojik kuşatma altında olduğu gerçeğinden hareketle NDKP ile kurabildiğimiz ilişkiyi önemsiyoruz. Bu noktada, Uluslararası Komünist Hareketi bir tartışma platformu oluşturmak üzere bir araya getirmek için ortak inisiyatif almak bizim için önemli bir adım olacaktır. Ancak bunun zaman alacağının ve daha geniş bir çerçeve ve katılımla başarılabileceğinin farkındayız.
Bir yandan bu inisiyatifle çalışarak, diğer yandan belirli ideolojik ve teorik konularda tartışmalar yaparak ve birbirimizden öğrenerek ülkelerimizin devrimlerine birçok düzeyde katkıda bulunacağımıza inanıyoruz.
Bugüne kadar ülkelerimizin gerçeklerini tartıştığımız ve partilerimizle ilgili önemli konuları paylaştığımız birçok ikili görüşme gerçekleştirdik. Gelecek için önerimiz, belirli tartışma noktaları üzerinde planlanan toplantılar gerçekleştirmemiz ve kardeşlik ilişkilerimizi daha da ilerletmemizdir. Bunun için gerekli koşulları yaratabileceğimize inanıyoruz.
-Son olarak, Nepal’in devrimci komünistlerine ne mesaj vermek istersiniz?
Yoldaşlar, devrime giden yol çetin ve zorluklarla doludur, ancak Marksizm-Leninizm-Maoizm’in yol gösterici ilkeleriyle aydınlatılmıştır. Nepal, zengin halk mücadeleleri tarihi ve Halk Savaşı mirasıyla, proletaryasının, köylülüğünün ve ezilen kitlelerinin devrimci coşkusunun bir kanıtıdır.
Devrim bir koşu değil, uzun soluklu bir mücadeledir. Israrcı olun, sebat edin ve nihai hedefi asla gözden kaçırmayın: sosyalizmin kurulması ve nihayetinde sınıfsız, devletsiz bir toplumun gerçekleştirilmesi. Tarih bizim yanımızda.
Yoldaşlar, güvenle ileri yürüyün, çünkü gelecek halkındır!
Yaşasın Marksizm-Leninizm-Maoizm!
Yaşasın Nepal proletaryası ve köylülüğü!
Yaşasın Proleter Enternasyonalizmi!
Kaynak: https://www.tkpml.com/tkp-ml-marksizm-leninizm-maoizm-yolu-gercek-kurtulusa-giden-tek-yol-olmaya-devam-ediyor/?swcfpc=1