GüncelManşet

(Makale)Sol Gösterip Sağ Vurma Ve Şekere Bulanmış “Çözüm”(!)

Son haftalarda TC devletini yönetenler birbirinden ilginç açıklamaları yapar oldular. Bakanlar Kurulu Başkanı Ahmet Davutoğlu rüyalarında Hegel ve Gazali ile hasbıhal ettiğini ileriye sürerken; Tayyip Erdoğan’da din dersleriyle ilgili AİHM’in kararını yorumlarken, “Mademki fizik dersi, matematik dersi zorunlu olarak okutuluyor, niye din dersi de zorunlu olarak okutulmasın” diye sormakta ve “Din dersi okutulursa toplumda terörizm, ırkçılık, şiddet, antisemitizm, uyuşturucu bağımlılığı da olmaz” fetvasını vermektedir.

T. Erdoğan’ın bunların hepsini gerçekleştirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Hatta daha da fazlasını! Nitekim kendisi, “Dini bütün biri olarak”, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarında açığa çıktığı üzere, yüklü bir miktar parayı istiflemiş durumda yakalanmış ve sıfırlayabilmek için bayağı mesai harcamıştır. Erdoğan’ın bu veciz sözlerini hangi uyuşturucunun etkisinde yaptığını bilmemekle birlikte, bu sözleri söyleyen birinin kesinlikle bir uyuşturucu kullandığını ileriye sürebiliriz! Bugün TC’yi yöneten kadrolara yön veren anlayış, kendisi gibi düşünmeyenlere yönelik her türlü faşist devlet terörünü mubah gören, “Afedersiniz Rum, Ermeni” diyerek açıkça ırkçılık yapan, Yahudi düşmanlığını körükleyen ve açıkça kadınla erkeği eşit görmeyerek kadına şiddeti teşvik eden bir paradigmaya sahiptir! Faşist-feodal-gerici bir bilincin yön verdiği açıklamalar. Bu bilince sahip birinin ekstra bir uyuşturucuya ihtiyacı yoktur herhalde. İdealizmden daha iyi uyuşturucu olamaz herhalde!

TC’yi yönetenlerin son haftalarda gösterdikleri bu “üstün performans” bunlarla sınırlı değil elbette! Örneğin “Sözünün eri”, “Harbi Kasımpaşa delikanlısı” Erdoğan ABD’ye giderken kendisine (IŞ)İD’le ilgili sorulan soruya verdiği yanıtta bilinen açıklamalarını tekrarlarken; dönüşte ise (IŞ)İD’i “terör örgütü” ilan ediyor ve sadece hava saldırılarının yetmeyeceği, karadan da askeri harekât yapılması gerektiği ve ayrıca “güvenli bölge” olarak tanımladıkları ama gerçekte Suriye topraklarının işgal edilmesini öneren açıklamalar yapabiliyor! Bu türden keskin U dönüşlerinin gerek Erdoğan ve gerekse de TC tarihi açısından bolca örnekleri olduğu biliniyor!

Bu türden açıklamalar TC faşizminin ve onun sözcüsü konumundaki Erdoğan’ın kullandığı uyuşturucunun etkisiyle halk düşmanı yönünün ürünü olmakla birlikte aynı zamanda TC devletinin yarı-sömürge niteliğini de teyit eder durumdadır. Erdoğan, Birleşmiş Milletler toplantısı için gittiği ABD’de, (IŞ)İD’le mücadele konusunda “ikna edilmiş”tir! Ama Türk hâkim sınıfları her zamanki gibi postu pahalıya satmak istemekte, hizmetlerinin karşılığı olarak efendilerinden daha fazla şey talep etmektedirler! Erdoğan ve hempalarının derdi (IŞ)İD değildir. Erdoğan boşuna “Ey dünya, IŞİD gibi bir terör örgütü çıkınca ayaklanıyorsun da, PKK gibi bir terör örgütü ortadayken niye ayaklanmıyorsun? Orada niye sesin çıkmıyor, ona karşı niye bir ortak mücadele verelim demiyorsun” uyuşturucunun etkisinde gülünç duruma düşüp bütün dünyaya “ayar vermeye” çalışmıyor!

Aynı kökten beslenen, aynı uyuşturucuyu kullananların birbirine düşman olması beklenebilir mi? (IŞ)İD yaratan ve her türlü desteği verenlerin, ona karşı mücadele içinde yer alma sözü ancak ve ancak sözde olabilir. Türk hâkim sınıflarının ve somutta AKP’de temsil edilen kliğin derdi (IŞ)İD değil, Rojava’dır! Onların derdi S. Kürdistanı’nda Kürt ulusunun ilan ettiği demokratik özerkliğin çökertilmesi ve bölgede Kürt ulusu olmak üzere ezilen milliyet ve mezheplerin kazanmış oldukları mevziinin geriletilmesidir.

Aslında TC devletini yöneten kadroların son dönem dış politika bağlamında açıklamaları dikkate alındığında, bir kafa karışıklığı, bir arada kalma hali var gibi görünse de gerçekte pratikte attıkları adımlardan oldukça net bir siyasete sahip oldukları görülür: Tarihsel Kürt düşmanlığı! Bu politikada tek sorunları (tabi başta Kürtler olmak üzere bölge halkının direnişi dışında) emperyalistleri “çözüm projelerine” ikna etmektir. Bu konuda öylesine cüretlidirler ki, Yalçın Akdoğan gibi karikatür kişilikler doğrudan T. Kürdistanı Ulusal Hareketi’ne “senin bir şey yapmaya gücün yetiyorsa git IŞİD’e yap, Türkiye’ye ne meydan okuyorsun?” diye seslenebilmektedir.

TC devletinin bölgeye yönelik hesaplarının oldukça net olduğu, asıl hedeflerinin (IŞ)İD’le mücadele olmadığı, tam aksine S. Kürdistanı’nda elde edilen kazanımlar olduğu, 2 Ekim’de Meclis’e sunulan tezkerenin içeriğinden de net olarak anlaşılmaktadır. Mecliste tezkerenin kabul edilip edilmemesi önemli değildir. Önemli olan TC’nin T. Kürdistanı Kürt Ulusal Hareketi’yle “çözüm süreci” adı altında bir politika yürütürken, aynı paradigmayla hareket eden S. Kürdistanı Kürt Ulusal Hareketi’ne yönelik düşmanca tutumun devam ettirilmesi iradesinin ortaya konulmuş olmasıdır. Pratikte zaten bir dönem Hizbullah katillerinin T. Kürdistanı’nda kullanılması gibi, Suriye ve hatta Irak Kürdistanı’nda da başta (IŞ)İD olmak üzere her türlü İslamcı çetenin kullanılması söz konusudur. Başta Esad diktatörlüğüne yönelik olarak ihale edilen selefi katiller sürüsü, S. Kürdistanı’nda ortaya çıkan boşluktan yararlanarak kendi sistemlerini kuran, S. Kürdistanı Kürt ulusuna ve bölgede yaşayan ezilen milliyet ve mezheplere yöneltilmiştir. Sürecin en başından itibaren bu katiller sürüsünün Rojava’ya saldırmasının ardında, TC devletinin yönlendirmesi yatmaktadır.

Ama planlar her zaman tutmuyor. Bu işgalci faşist katil sürülerine karşı topraklarını can bedeli savunanlar, emperyalistlerin ve bölge gericilerinin hesaplarını bozuyor. Direniş bayrağı yükseltiliyor. Buna karşı yeni politikalar devreye giriyor. Emperyalistler kendi yarattıkları canavarı ıslah etmek için harekete geçiyor. TC faşizmi ise bu durumda iki arada bir derede kalma görüntüsü verse bile, kendini pahalıya pazarlayarak, ne koparırsam kardır hesabı yaparak, S. Kürdistanı’nı işgal planları yapıyor.

TC faşizmi ihale ettiği İslamcı katiller sürüsünün yapamadığı işi meclisten tezkere çıkartarak yapmayı hedefliyor. İktidarın sözcüsü kalemleri tezkere öncesi Bakanlar Kurulu’na asker tarafından verilen brifingde “koalisyon ülkeleri ‘Güvenli Bölgeler’ kurulmasına destek vermezse Türkiye, tek yanlı olarak kendi güvenliğini gerekçe göstererek Suriye içinde ‘Güvenli Bölge’ ilan etmeli” denildiğini yazmaktadır. (A. Kadir Selvi, 1 Ekim, Y. Şafak) Hatırlanırsa bir dönem TC devleti tarafından, Irak Kürdistanı’na yönelik bazı “kırmızı çizgiler” ilan edilmişti. 2012 yılında ise T. Erdoğan S. Kürdistanı’na yönelik olarak “Suriye’nin kuzeyinde oldubittiye izin vermeyiz” diye açıklama yapmıştı. Görülmektedir ki TC’nin S. Kürdistanı’na yönelik politikası değişmemiştir. 2 Ekim tezkeresinde ifade edilenler ve pratik olarak gerçekleştirilenler, TC devletinin (IŞ)İD’le mücadele adı altında, “sol gösterip sağ vurma” politikasıdır. Tezkeredeki tali hedefin (IŞ)İD, esas hedefin PKK-PYD olmasının başka izahı var mıdır?

Açıktır ki TC devletinin T. Kürdistanı Kürt Ulusal Hareketi’yle yürüttüğü söylenen “çözüm süreci” tıpkı Başkan Mao’nun ifadelerinde olduğu gibi “şekere bulanmış zehirli mermi” halini almıştır. En azından “çözüm süreci” denilen süreçten, Kürt Ulusal Hareketinin hedeflediği ve beklentisiyle, TC devletinin hedeflediği ve beklentisinin birbirinden ayrı ve son derece farklı şeyler olduğu açığa çıkmış durumdadır. TC’nin “çözüm”den anladığını, S. Kürtlerine yaklaşımından çıkartmak mümkündür. TC hala “en iyi Kürt ölüdür, olmazsa Barzani gibisi tercih edilir!” çizgisindedir. Öyle ya sınırları dışında bir demokratik özerklik deneyimine bile tahammül edemeyen TC, kendi ilhak ettiği T. Kürdistanı topraklarında bu politikanın hayata geçmesine yol vereceğini sanmak fazla saflık olur. Bu haliyle Çözüm sürecinin şekere bulanmış mermi halini aldığı TC tarafından kendi güçlerini tahkim etmek (askeri amaçlı baraj-yol ve karakol ve kalekol yapımının yanında bölgede sivil örgütlenmelerin gerçekleştirilmesi) yanında S. Kürdistanı’na da taşeronları aracılığıyla müdahale etmesinden ve en sonu tezkereye yön veren siyasi iradeyle açığa çıkmış durumdadır. Kürt hareketinin bunu görmediğini sanmak saflık olur. Ne var ki her ağacın kurdu kendi içindedir. Bu gerçeğin İmralı’dan görülüp görülmediği ise ayrı bir tartışma konusudur ve hareketin önderlik sorununa (kapanına) işaret etmektedir.

Yaşadığımız coğrafya, (Başkan Mao’dan ilhamla) emperyalistler ve yerli uşaklarına karşı devrimin fırtına merkezlerinden biri olmaya devam ediyor. Emperyalistler ve TC’nin uygulamaya koyduğu politikalar çelişkileri çözmeyecek, daha da arttıracaktır. Türkiye halkı açısından bir yandan dolardaki yükselme sürer, doğalgaza ve elektriğe zam yapılırken; bir ekonomik krizin işaretleri ortaya çıkmışken; diğer yandan S. Kürdistanı’na yönelik olası bir müdahaleye karşı durmak ve mücadeleyi yükseltmek olmazsa olmazdır. 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu