GüncelManşet

(Makale) Mesele IŞİD değil, anlamadın mı hala?

4-5 Eylül’de Galler’de gerçekleşen NATO toplantısında Ukrayna birinci gündem, Ortadoğu’daki gelişmeler ama özellikle IŞİD (şimdi İD) meselesi ise ikinci gündem olarak ele alınmıştır.

NATO, Ukrayna meselesini “terörle mücadele” kapsamında değil Rusya ile mücadele kapsamında ele aldı. Bu bağlamda NATO’nun 1990’lardan bu yana belirlenmiş şekilde bir düşman tanımı yapmada yaşadığı zorluk ve bir nevi “kimlik bunalımının” yavaş yavaş sonlanmaya başladığını görüyoruz. “Medeniyetler çatışması”, “terörle mücadele” vs. adı altında ezilen ulus ve halklar karşısındaki düşman konumunda hiç kimlik bunalımı yaşamayan NATO, bu kimliğinin yanına yeniden emperyalist güçler arası çatışma aygıtı rolünü vitrinine koyarak, bir nevi “tek kutuplu dünyanın da” resmen sonlandığını ilan etmiş oldu. Rusya’yı artık tanımlanmış düşman kategorisine yerleştiren ve esasına bunu alan NATO “terörle mücadele” eksenindeki görevlerini de eksik bırakmıyor.

Özellikle Ortadoğu’ya müdahale meselesi NATO için uzun zamandır ya “teröre destek veren devletlerle mücadele” ya da “terörle mücadele” ekseninde ki argümanlarla yapılmaktadır. Son NATO toplantısında da Ortadoğu gündeme bu defa IŞİD ile mücadele ekseninde geldi. IŞİD’nin her açıdan kontrol, denetim ve işbirliği zor olan radikal bir çizgiyi temsil ediyor olması, Suriye ve Irak ekseninde Sünni siyasi çizginin hızla bu karaktere bürünmeye başlaması, bölge egemenleri ve emperyalist güçler açısından da politik bir tehlike anlamına gelmektedir.

Mesele IŞİD’nin örgütsel olarak güçlü olması, onun tasfiye edilmesi vs. değildir. Zira bu egemen güçler için esas değildir. Esas mesele emperyalist güçlerin bölgedeki çıkarları doğrultusunda bir Sünni siyasi çizginin etkinlik ve hakimiyet kuramamış olması, tam tersi istikamette, bu çizginin yeni krizler üretecek özellikler kazanmasıdır. IŞİD üzerinden ABD’nin bölgede edindiği dert esasen budur.

 

Ortadoğu’da Sünni mezhepçiliği boğazına takıldı!

ABD bölgesel çıkarları için “ılımlı İslam” modeli ekseninde uzun zamandır bir çalışma yürütmekte, Sünni çizginin bu doğrultuda bir karakter kazanması ve bölgesel düzeyde esas eğilim olmasını sağlamaya çalışmaktadır. Bu eksende Türkiye “model ortaklık” adı altında uzun zamandır bu görevi yerine getirmeye çalışmaktadır. Bunun yanında Suudi Arabistan ve körfez ülkeleri üzerinden de bu “ılımlı” çizgiye kan taşıyacak en azından Vahabi etkinliğin tarihsel olarak zayıf olduğu Sünni coğrafyada bu ılımlı İslam çizgisine yol verecek, engel çıkarmayacak bir konumlanış içinde olmasını hedeflemiştir.

Ancak çıkar ilişkilerinin mezhepsel ilişkilerle egemenlik sağladığı Ortadoğu’da, Sünni inanç arasındaki farklılıkları bir potada toplamak ve eksen oluşturmak haliyle kolay olmayacaktı, olmadı da. Artık Vahabiliğin radikal yorumunun temsilcisi olan El-Kaide çizgisi içinde dahi yeni uç yorumların çıkarak (örnek IŞİD) ayrışmaların yaşandığı bir süreç yaşanmaktadır.

Ortadoğu’nun egemen mezhebi Sünniliğin tıpkı Şiilerin kendi içlerinde sağladığı gibi ortak bir eksen ve bütünlük oluşturması ve bunun siyasi bir forma kavuşturulması hedefi gelinen noktada tam bir kriz ve kaos içindedir. Sünni kesimin saflaştırılması adeta yeni ve daha derin çatlaklarla keskin ayrılıklara dönüşmüştür. Bu egemen güçlere karşı memnuniyetsizlikle beslendiği kadar, egemen güçlerin kendi konumlarını ve çıkarlarını pekiştirmek için toplumsal çelişkileri olabildiğince kaşıyan yaklaşımlar içinde olmasından da kaynaklıdır.

Sünni çizginin gelinen noktada bir ya da koalisyon oluşturmuş birkaç bölgesel devletin yönlendiriciliğinde bir eksene oturtulması yönelimi yara bere içinde kalmıştır. Sünni egemenliğine oynayacak birçok devletin varlığı ve aralarındaki keskin siyasal, sınıfsal, ulusal farklılıklar, bu politikanın hayata geçmesini mümkün kılmamıştır. Müslüman nüfus içinde azınlık ve birçok ülkede ezilen mezhep olan Şiilik gibi İran ekseninde bir genel ortaklık yakalanması zaten mümkün değildi. Ancak böylesi bir yönelime girip bu denli dağınıklık, bölünme ve farklılaşma ile ilerleyecek bir süreçte kuşkusuz ön görülmüyordu.

Sünni cephede bu denli bir yarılma ve sapma, (ABD emperyalizminin esas olarak bu toplumsal ve siyasal tabana dayandığı düşünülürse), başta Suriye ve Irak’taki çıkarları olmak üzere bölgesel hesaplarıyla kuşkusuz uyumsuz bir durum yaratmaktadır. Mesele basit bir güvenlik sorunu değildir. Mesele Ortadoğu sisteminin alacağı siyasal biçim ve onun emperyalizmin çıkarlarına uygun olmasıdır. Tehlikede olan budur.

 

Emperyalistlerin pek de istemediği zorunluluklara mahkumiyeti!

IŞİD bu tehlikenin görünür yüzü olmuştur sadece. Bu hareket ve ya onun temsil ettiği bu siyasi çizgi basit bir Şiilik karşıtlığı ekseninde yürüyen ve varlığını pekiştiren bir Sünni hareket değildir. Aynı zamanda emperyalizmin bölgesel çıkarlarına uyumlu Sünni çizgiye karşıtlık, düşmanlık ekseninde şekillenen bir siyasi karakteri vardır. Bu özellikle bölgedeki siyasi denklemleri alt üst etmeye yetecek bir toplumsal, siyasal gerçekliğin varlığından beslenmektedir. Bölgenin bu toplumsal yapısını IŞİD bir siyaset doğrultusunda kemikleştirmektedir.

Her ne kadar yönelimi birçok ülkenin siyasal hamlelerine yeni ufuklar, olanaklar sunsa da toplumsal yapıda oluşturduğu siyasal etki büyük tehlikelerin ve belalarında habercisidir. Emperyalist güçlerinde dönemsel işine gelen bir yönelimi olsa da IŞİD’nin, esasta onlarında orta ve uzun vadede yönetme sorununu derinleştirecek bir toplumsal yapının kemikleşmesine yol verdiği açıktır. Mesele IŞİD değil, IŞİD de temsiliyetini gösteren bölgenin ortaya çıkan toplumsal yapısı ve bunun siyasal biçimlerinin bu yapıyı besleyip büyütmesidir. ABD tamda bu toplumsal yapıyı karşısına almaktadır.

Bu durum ABD ve AB emperyalistlerinin bildik ezberlerini bozduğu gibi, istemediği noktalara da sürüklenmektedir. Suriye’de Esat rejiminin berhava edilmesi artık esaslı bir gündem olmaktan çıkmıştır. Söylem düzeyinde dahi bu istek artık asgari düzeyde dillendirilmemektedir.

Yine düne kadar “baş şeytan” olan ve ilk alt edilmesi gereken devlet olan İran artık menzilden çıktığı gibi, yakınlık kurularak etki gücü zayıflatılmaya çalışılan bir ülke konumuna geldi. İran’ın Irak’ta Şii milis güçleri ile IŞİD’ye operasyonlar yapmasına ve bu bağlamda objektif olarak etki gücünü genişletmesine ABD yol vermektedir. Bir yandan Sünniliğin Şii karşıtlığı üzerinden varlaşmasının ve siyasal çizgisinin bu şekilde oluşmasının çıkarları açısından daha iyi olacağı hesabıyla İran’a yol verirken, diğer yandan tarihsel hasmı olan İran’ın etki alanını genişletmesini bu şekilde kontrollü hale getirmeye çalışmaktadır.

 

Kürtlerin dişle tırnakla kazandığına emperyalizmin sınırlamaları!

Bunun yanında özellikle Kürt halkının bölgede en örgütlü, bütünlüklü ve mezhepsel karakterden uzak yapısı ile ulusal kazanımlarına yeni olanak sunan koşullardan faydalanması bölgenin tüm dengesini ve sistemini bozacak özelliklere sahip olmasından dolayı emperyalistleri zorlayan bir durum olmaktadır. Kürtlerin bağımlılık ilişkisi ekseninde oluşmuş statülerinin devam etmesi hiç kuşkusuz emperyalistlerin çıkarlarına daha uygundur. Zira Kürt meselesi dört parçada yaşanan bir sorun olmasından dolayı statü değişim talebi emperyalist sistemin istikrarını bozacak kudrettedir.

Kürtlerin kaçınılmaz olarak gelişen ulusal bilinci ve örgütlenerek, mücadele ederek elde ettiği kazanımlar emperyalistlerin Kürtleri artık göz ardı etmek bir yana aktör olarak görmek zorunda olduğu bir durum oluşmuştur. Bu bölgenin toplumsal dengelerini hem daha karmaşık hale getirmekte, hem de egemen güçler-emperyalistler ve ezilen uluslar arasında yeni denklem ve çelişkiler anlamına gelmektedir.

Kürtlerin (özellikle PKK ve YPG) kendi topraklarını IŞİD’ye karşı en verimli ve etkin şekilde korumasıyla birlikte siyasal etkisi daha da genişlemiştir. Kürt ulusal haklarının ve siyasal taleplerinin artık engellenemeyecek noktaya gelmesi emperyalistleri, egemen sistemi ve ezen ulus egemenleri eski tarzdan zorunlu vazgeçmeye hızla itelemektedir. Emperyalistler ezen ulus ve ezilen ulus arasındaki bu çelişkiyi şimdi politik ve mali sermayesinin çıkarları doğrultusunda yönetmeye çalışmaktadır. Kuşkusuz bu zorlu görev karşısında Kürtlerin haklarını olabildiğince geri düzeyde tutacak bir siyaset izlemektedir. Bu açıdan bile sistemlerinin temel yapısını bozacak özellikleri vardır. Ancak aynı zamanda Kürt gerçekliğinden kaçınılamayacak bir durumda söz konusudur. Son gelişmeler bunun altını daha güçlü çizmiştir.

Mesele bölgesel düzeyde tüm ilişkilerin ve denklemlerin değişiyor olması, emperyalistlerin ise bu denklemler içinde kendi çıkarlarını sağlama alacak yeni bir denge ya da yeni bir sistem kurma zorunluluğunu artık kavrayışa dönüştürmüş olmasıdır. Ama bunun kolay olmadığı aynı zamanda o yeni sistemin kendi mezarı olabileceği gerçeği karşısında duyduğu endişedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu