ABD’de, önümüzdeki 4 yıl için başkanının kim olacağı sorusunun en çok konuşulduğu ülkelerin başında Türkiye’nin geldiğini söylemek yanlış olmaz.
Gerek ABD’nin yeraltı enerji kaynakları bölgesi olan Ortadoğu’ya ilişkin politikalarının Türkiye’yi de doğrudan ve dolaylı olarak etkileyecek olması gerekse de Suriye-Rojava’ya ilişkin ABD’nin tutumundan, R.T.Erdoğan-IŞİD ilişkilerinin yeniden uluslararası alanda gündeme gelmesine bir dizi önemli konudan kaynaklı Türkiye’yi doğrudan etkileyecek olması bunun ana nedeni.
D.Trump’ın göçmenlere, beyaz olmayan ırklara, farklı milliyetlere ve inançlara, kadınlara karşı dışlayıcı politikaları nedeniyle dünya genelinde pek çok insan da ABD seçimlerini ilgiyle takip etti. Türkiye’dekine oldukça benzer şekilde oy çalmaktan, ölülere oy kullandırtıldığı iddiasına kadar türlü spekülasyonlar eşliğinde geçen seçimin kazananı Joe Biden oldu.
ABD’deki yasama faaliyeti için başkan olan kişinin tek başına belirleyiciliği yok. Temsilciler Meclisi ve onun üstündeki Senato’da oylanan ve kabul edilen yasalar yürürlüğe giriyor. Ancak yine de oylanacak yasaların hazırlanmasındaki belirleyiciliği nedeniyle önümüzdeki dönem D.Trump döneminden farklı kimi politikaların uygulanmaya konulması bekleniyor. Bunlar içerisinde Türkiye devrimci–yurtseverlerini doğrudan ilgilendirenler; S-400 krizi, Rojava’nın statüsüne yönelik yaklaşım, Halkbank davası iken İran, Suriye ve Rusya ile ilişkilerin de kısmen değişikliğe uğrayacağı yorumlanıyor.
R.T.Erdoğan ve çevresi için J.Biden’in seçilmesi kendileri açısından işlerin bir miktar daha kötüleşecek olması anlamına geliyor. D.Trump döneminde sümenaltı edilen Halkbank Davası’nın yeniden ele alınması, Erdoğan ve çevresini ekonomik ve siyasi olarak zora sokacak bir durumun ortaya çıkacak olması oldukça kuvvetli bir olasılık.
Uygulanmaya konulacak kimi yaptırımlar borçla döndürülen Türkiye ekonomisi için daha derin bir krizin başlangıcını oluşturabilir. Benzer şekilde yine Trump–Erdoğan ikili ilişkileri nedeniyle S-400 alımına karşı bir yaptırımın uygulanmamış olmasının da şimdi J.Biden tarafından gündeme getirilerek Erdoğan ve TC aleyhine bazı yaptırımların uygulamaya konulabileceği ihtimaller arasında.
Türkiye devrimci–yurtseverlerini Rojava bağlamında etkileyecek politika değişikliği de beklenenler arasında. Buna göre; IŞİD ile mücadelede Kürtlere ve Rojava’ya daha fazla destek verilirken Türkiye ve Erdoğan’ın IŞİD ile ilişkilerinin uluslararası arenada tekrar açıkça konuşulacağı bir durumun ortaya çıkacağı olası senaryolar arasında.
Yukarıda anılan ve ABD seçimlerinin olası sonuçlarını değerlendiren analizleri okuyan hemen herkesin bildiği bütün bu olasılıklar ve beklentiler ne tümüyle reddedilmeli ne de gereğinden fazla önem atfedilmeli. Özellikle Rojava’da oluşturulan özerk yapının TC ve onun desteklediği cihatçı çeteler tarafından işgal edilmesi riski şu dönem için ortadan kaldırabilir.
Ancak diğer taraftan ABD’nin BOP bağlamında bölgedeki Kürt Ulusal Hareketlerini KDP çizgisine çekme ve KDP yönetimine bırakma siyasetinin devam edeceğini bu nedenle de Rojava’da TC eliyle değilse de ENKS (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) aracılığıyla devrimci özerk yönetimi hedef alacağını söyleyebiliriz. Yani evet J.Biden ile ABD’nin devrimcileri ve Kürtleri etkileyecek kısmi politika değişikliği olacaktır ancak esasen karşı-devrimci Amerikan siyaseti, Rojava ve Suriye genelinde devam edecektir.
Devrimci siyasetin, olası ABD yaptırımları karşısında tutumunun ne olacağı sorusu gündeme gelebilir. Anti-emperyalizm, devrimci siyasetin emperyalizm çağında önemli argümanlarından birisi olagelmiştir ve bundan sonra da öyle olmaya devam edecektir. Anti-emperyalizm kavram olarak salt emperyalist güçlere değil onlarla işbirliği halindeki, emperyalist şirket ve devletlerin yerli acentaları gibi davranan kişi ve kurumlara da karşı olmayı gerektirir.
Anılan bölgedeki kaynakların orada yaşayan işçi-emekçi halkın tasarrufuna bırakılmasını, emperyalist ve emperyalizmle ilintili sömürüden arındırılmasını içerir.
O halde Türkiye’nin kaynaklarını emperyalistlere peşkeş çeken, kabinedeki pek çok bakanı doğrudan emperyalist şirketler adına çalışan kişilerden oluşan, Türkiye işçi ve emekçisine düşmanca politikaları uygulamaya koyan AKP ya da benzer nitelikteki herhangi bir burjuva partisinin ya da çok daha genel olarak emperyalizme uşaklık halklara düşmanlıkta sivrilmiş TC devletinin anti-emperyalizm gereği desteklenmesini beklemek, istemek, bunu önermeyi düşünmek dahi şovenizmdir.
Herhangi bir yaptırım sonrası ortaya çıkacak ekonomik kriz ya da bir savaş halinde devrimcilerin tutumu ekonomik krizi siyasi bir krize çevirmek üzere faaliyet yürütmek olmalıdır. Önümüzdeki dönemin Türkiye ekonomisi üzerinde yaratacağı etkileri ve işçi ve emekçi halkın yaşamının nasıl zorlaşacağını şimdiden öngörebiliyorsak, AKP’li uğursuzlar çetesi kişisel menfaat elde eder ve zenginleşirken Türkiye halkının nasıl daha da yoksullaşmasına neden olduklarına yönelik anti-emperyalizm odaklı politikaları hayata geçirmenin tam zamanıdır.
D.Trump’ın öngörülemez politikaları uygulamaya koyduğunun ya da J. Biden’ın ise daha öngörülebilir olmasının Türkiye devrimcileri açısından anlamı son derece sınırlıdır.
Çünkü bizim istediğimiz, bütünüyle emperyalist müdahalenin, etkinin Türkiye ve Ortadoğu’dan sökülüp atılmasıdır. Emperyalizmin elinin değdiği yerde nasıl yüzlerce yıllık geriye gidişe neden olduğu Afganistan, İran örnekleri ve içinden geçmekte olduğumuz Türkiye’nin 1968’den beri ve artan oranda İslamcı siyaset uyarınca yeniden dizayn edilmesi pratiğinden açıkça görülebilmektedir.
Emperyalizmin en “ilerici” halinin dahi bölgemize ve işçi-emekçi halklara getirebileceği tek şey ölüm, yokluk ve yoksulluk olacaktır. O halde, ABD’nin genel siyasetini domine eden, hangi hükümetin iktidarda olması gerektiğine karar veren sermaye gruplarının kârlılığa ilişkin arzuları değişmediğine göre adı ne olursa olsun herhangi bir ABD başkanının önceliğinin bu kârlılığı korumak ve maksimize etmek üzere bir dizi programı takip edeceği unutulmamalıdır.