R.T. Erdoğan’ın CHP’nin İş Bankası’ndaki hisselerine yönelik sarf ettiği, “…Siyasi partiler banka kurabilir mi? Hayır, kuramaz. Ama şu anda CHP, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü suistimal ederek, onun Cebi Hümayunundan dediğim, İş Bankası hisselerinin yüzde 28’inin sahibi durumunda. Oradan para alamıyor ama yönetim kurulunda dört üyesi var. Bu dört üye ne iş yapar? Buna bir bakılması lazım. Ben diyorum, bir defa Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu tür bir varlığı herhangi bir siyasi partinin etiketi altına giremez. Girse girse Hazine’ye girer…”(17 Eylül 2018) sözleriyle CHP’nin İş Bankasındaki hisseleri geniş kamuoyu tarafından konuşulmaya başlandı.
CHP, İş Bankası’ndaki hisselerin Mustafa Kemal’in vasiyeti olduğunu ve yönetim kurulundaki üyelerinin finansal işlemlerde herhangi bir müdahalesi olmadığını iddia ederken R.T. Erdoğan, CHP hisselerinin Hazineye (ya da Varlık Fonuna) devredilmesi konusunda ısrarcı. TC’nin en büyük ve köklü bankası durumundaki İş Bankası etrafından yürüyen söz konusu polemik, Türk hakim sınıfları arasındaki iktidar mücadelesinin ve çıkar dalaşının bir sonucu.
Anlaşılıyor ki, devletin, Başkanlık Sistemi modeli üzerinden tepeden tırnağa elden geçirilmesi ve yeniden yapılandırılması sürecinde AKP eliyle inisiyatif alan ve önderlik eden egemen sınıf klikleri, rakipleri karşısında elde ettikleri üstünlüğü İş Bankası üzerinden sağlamlaştırma amacında. Diğer yandan devletin içinde bulunduğu ekonomik krizden, İş Bankası’nın piyasadaki etkin konumu ve hali hazırda emperyalist sermaye ile sürdürdüğü güçlü ilişkilerinde yardımıyla çıkmanın hesabı yapılıyor. Blok şeklindeki hisseleri, AKP eliyle ele geçiren hakim sınıf kliğinin, rakipleri karşısında çok ciddi bir üstünlük sağlayacağı aşikar.
Zira, İş Bankası, Türk bankacılık ve finans piyasası dahası Türkiye’de Komprador kapitalizmin gelişiminde kilit bir yerde durmaktadır. İş Bankası’nın TC’nin kuruluşundan bugüne değin ortaya koyduğu icraatlar da bunu ispatlıyor.
Bankacılık İle Geç Tanışan Osmanlı…
Osmanlı döneminde bankacılık faaliyetleri büyük oranda Ermeni, Rum ve Yahudi bankerlerin elindeydi.
Osmanlı döneminde ilk kâğıt para, 1840 tarihinde basılmıştır. Ancak kâğıt para değerindeki düşmeler nedeni ile hükümet, 1845 yılında en tanınmış iki Galata Bankeri, J. Alleon ve Th. Baltazzi ile Osmanlı parasının değerinin korunması amacıyla bir sözleşme yapmıştır. Bu sözleşme ile 1847 tarihinde ülkemizdeki ilk banka olan İstanbul Bankası (Bangue de Constantinople) kurulmuştur.
Bankacılık faaliyetlerini üstlenen İstanbul Bankası çok ciddi kârlar elde etmesine karşın, açılış amacı olan Osmanlı parasının istikrarının sağlanması konusunda başarı kaydedememiş ve paranın değerindeki devamlı düşüşler nedeni ile 1852 tarihinde kapatılmıştır.
1856 Islahat Fermanı döneminde merkezi Londra olan Osmanlı Bankası (Ottoman Bank) kurulmuştur. Bu bankanın açılması pek çok yabancı bankanın Osmanlıda şube açmasını da tetikleyen bir gelişme olmuştur. Osmanlı Bankası, ilerleyen süreçte hükümetin kâğıt para basılması yönündeki talebi üzerine Bank-ı Osmanii Şahane adını almış ve devlet bankası statüsü elde etmiştir. Banka devlet görevlerinin yanı sıra ticari bankacılık faaliyetlerini de sürdürmeyi devam ettirmiştir.
Osmanlının, 1875 tarihinde dış borçlarını ödeyemeyeceğini bildirmesi ve moratoryum (Borçların ödenemeyeceğinin ilan edilmesi) ilan etmesi üzerine 1878 yılında büyük kapitalistler tarafından düzenlenen Berlin Kongresi’nde İmparatorluktan alacakların tahsil edilmesi amacıyla bu süreci yönetecek bir kurulun oluşturulması kararı verilmiştir. 1881 yılına gelindiğinde ise Muharrem Kararnamesi ile Osmanlı Devleti’nin iflası belgeye bağlanmış ve çok uluslu bir iflas masası olan Düyun-u Umumiye idaresinin devlet gelirlerine el koyması karara bağlanmıştır.
1909-1918 dönemleri arasında İstanbul’da 15 adet (beşi yabancı sermayeli), Anadolu’da ise 11 adet banka kurulmuştur. Bu döneme ilişkin veriler İstanbul’da yer alan bankaların tüm bankacılık işlemlerini yürüttükleri, Anadolu’daki bankaların ise daha çok yerel tüccar örgütü niteliğinde olduğunu göstermektedir. II. Meşrutiyet sonrası milliyetçi politikalarında etkisi ile sermayenin Türkleştirilmesine yönelik proje kapsamında bankacılık çalışmalarının yanı sıra 1913 yılında Teşvik-i Sanayi Kanunu kabul edilmiştir. Ermeni, Rum ve Yahudilerin elindeki sermaye ve sanayinin el değiştirmesine yönelik adımlar için başlangıç niteliğinde olan bu kanun Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde de Kemalist kadrolar tarafından gözden geçirilmiş ve 1927 yılında yeniden yürürlüğe konulmuştur.
1924 yılında TC ekonomisindeki bankacılık faaliyetleri 17 yabancı banka, İtibar-i Milli Bankası, Ziraat Bankası ve çeşitli büyüklüklerdeki 16 Türk bankası tarafından gerçekleştirilmiştir. Mevduat büyüklüğü bakımından en büyük banka Osmanlı Bankası olmak ile birlikte, Türkiye Milli Bankası ve Selanik Bankası ise diğer önemli yabancı bankalar olarak sıralanmaktadır.
Osmanlıdan devralınan sosyo-ekonomik yapıda devleti yönetenler temel olarak; İstanbul tüccarı, Anadolu eşrafı ve toprak ağaları, “Kurtuluş Savaşı”na katılan subaylar, bürokrasinin üst kademeleri, ulema ve din adamları ile eski İttihatçılar olmuştur. Hiyerarşik ve bürokratik yapıyı bu zümreler meydana getirmiştir. İlk Meclisteki sandalye dağılımı Cumhuriyeti kuran kadroların yapısı hakkında bize yeterince fikir vermektedir: Kamu çalışanı sayısı 125, belediye görevlisi 13, asker 53 (10 tanesi paşa), din adamı 53 (14 tanesi müftü), aşiret reisi 5, tüccar 40, çiftçi 32, avukat 20, gazeteci 1, mühendis 1, zanaatkâr 1’dir.
Kemalist Kadroların Bankası; İş Bankası!
İş Bankası Türkiye’deki büyük sermaye grupları içinde özgün bir konuma sahiptir. Erken bir tarihe kurulmuş olması, kısa sürede birçok sektöre yatırımlar yapması, uzun yıllar devam eden yarı-resmi niteliği ve başlangıcından beri koruduğu “banka merkezli grup” karakteri İş Bankası’nın ayırt edici özellikleridir.
Banka, iştirakleri ve sağladığı kredilerle, Türkiye’de Komprador kapitalist üretimin gelişimine damgasını vurmuştur. Bünyesinde yer alan Şişecam Topluluğu ise başlı başına bir sermaye grubu hüviyetindedir.
Mustafa Kemal, 1924 tarihinde İş Bankası’nın kurulması talimatı vermiş, Bankanın kuruluş sermayesinin bir bölümü “Kurtuluş Savaşı” döneminde Hindistan alt kıtasında yer alan Müslümanların göndermiş oldukları paranın kullanılmayan bölümünden oluşmuştur. Mustafa Kemal, 1 milyon lira sermaye bedeli ile kurulan İş Bankası’na 250 bin lira hisse senedi parasını peşin ödemiş, 26 Ağustos 1924 tarihinde ise bankada yer alan 2 numaralı hesabına 207.400 lira yatırmıştır.
İş Bankası kurucu üye sıfatı olan 33 kurucu ortağın önemli bir kısmı Mustafa Kemal’e yakın, eskinin İttihatçı şimdinin Kemalist kadrolarından oluşmuştur. İş Bankası’nın bir diğer önemli özelliği ise tüm yönetim kurulunun milletvekillerinden oluşuyor olması ve yönetim kadrosunda iki adet bakanın da yer alıyor olmasıdır.
İş Bankası’nın kurulması sürecinde “Müdür-i Umumi” olarak görevlendirilen Celal Bayar, Deutsche Orient Bank ve Ziraat Bankası’nda çalışmış, iktisat vekilliği görevini üstlenmiştir. 1921-1924 tarihleri arasında Mübadele ve İmar-İskân Bakanı görevini yürüten Celal Bayar, İş Bankası’nın kurulması ve bankanın kuruluşu ile İş Bankası genel müdürü olması nedeni ile vekillik ve bakanlık görevlerinden ayrılmıştır. Ardından 8 yıl boyunca genel müdürlük yaparak 9 Eylül 1932 tarihinde iktisat vekili görevi ile tekrar Bakanlar Kurulu’na atanmıştır.
İş Bankası bir süre sonra liderlerin yakınlarına dağıtılan krediler ile anılır hale gelmiştir. İş Bankası Grubu olarak tanımlanan bu kişiler Celal Bayar önderliğinde Mahmut Soydan, Muammer Eriş, Recep Zühtü, Salih Bozok, Kılıç Ali, Cevat Abbas ve Nuri Conker’dir. Osmanlıdan arta kalan ve kendilerini devletin gerçek sahipleri olarak gören bu sivil-asker bürokratlar, devlet yönetimindeki nüfuzlarını kullanarak kısa sürede çok yüksek kârlar elde etmiş ve palazlanmışlardır. “Genç Cumhuriyeti” kuran söz konusu kadrolar, bu emeklerinin karşılığını almayı ihmal etmemiş bu amaçla niteliklerine uygun ticari yapılanmalar kurmuşlardır. İş Bankası bunlardan en önemlisidir.
Bürokrat Burjuvazi olarak tanımlanabilecek bu kesim, büyük oranda devlet olanaklarını kullanarak, işçi sınıfı ve emekçilerin emeği ve alınterini gasp ederek büyümüştür.
1923-1929 döneminde aynı zamanda bazı tekeller, imtiyazlı olan yabancı ve yerli şirketlere devredilmiştir. Bu şirketlerin pek çoğunda ortak ve hissedarlar siyasi kadrolardan ve devlet kademesindeki önemli kişilerden oluşmuş ve tekel faaliyetlerden yüksek kazançlar elde edilmiştir. Aralarında Celal Bayar gibi üst düzey yöneticilerinde yer aldığı 30 kadar milletvekilinin bu dönemde yabancı sermayeli 32 adet şirkette, 52 yönetim kurulu üyeliği görevine getirildiği bilinmektedir.
Korkut Boratav’a (2012) göre, İş Bankası kuruluşu itibariyle yabancı ve yerli sermaye ile siyasi iktidar arasındaki bütünleşmede aktif görev almış ve bir takım iktisat politikası kararlarının alınmasında siyasi iktidarı, sermaye zümrelerinin istekleri çerçevesinde yönlendirme hususunda baskın çalışmalar yürütmüştür.
Başka bir deyişle de İş Bankası, son derece zayıf durumdaki Türk ticaret burjuvazisinin, toprak ağalarının devlet eliyle zenginleşmek ve büyüme için giriştiği bir oluşumdur. Böylece Türk hakim sınıfları sermaye birikiminin zayıf olduğu bir dönemde, sırtını devlete dayayarak olası tüm riskleri minimuma indirmiş ve girişimlerden doğan tüm zararlar İş Bankası/devlet eliyle halkın omuzlarına yüklenmiştir.
Bürokrat Burjuvazi, bir yandan korkunç kârlar elde edip büyürken diğer yandan İş Bankası ve onun devlet üzerindeki nüfuzu sayesinde, komprador kapitalistlerin sermaye birikimi sağlamasının da önünü açan bir politika izlemiştir. Dönemin koşulları içinde egemenler, sermaye birikimini, doğrudan özel teşebbüsler eliyle yatırım yaparak değil devlet eliyle tüm maliyetlerin halka ödetildiği ancak yüksek rakamlara ulaşan kârların sermayenin eline geçtiği bir modelle elde etmiştir.
Lozan Anlaşması’nın ticari hükümleri, 1929 yılına kadar serbest ticaret rejimi içinde ithal ve yerli mallardan çeşitli tüketim ve satış vergileri alınmasına engel oluyordu. Hükümet bu durum karşısında çeşitli arayışlar içine girdi.
Lozan anlaşmasıyla ortaya çıkan gümrük ve vergi sınırlandırmalarından kaçışın tek yolu, hükümetin ürünlerde yüksek fiyatlar belirlemekte serbest olduğu devlet tekelleri kurmak ve böylece temel tüketim ürünleri üretip devlet gelirlerini arttırmaktı. Bunun üzerine hükümet, ulusal ekonominin bazı alanlarını, yalnız üretimle değil idare ve satışla da ilgili olarak tekelleştirdiğini ilan ettikten sonra bu hakları özel sektöre devretti.
Belirlenen sistem içinde muhtemel zararlar devlete yüklenirken, bu imkândan yararlanan özel kesim rekabet korkusu olmaksızın kolay yoldan yüksek kârlar elde etti. Böylelikle devletin bir sermaye dağıtıcısı haline geldiği bu sistemde, devlet tekelleri yoluyla bir zenginleşme başladı. Özel teşebbüs için bir zenginleşme kaynağı olan tekel haklarının, teşekkülü içinde özellikle İş Bankası ve etrafının bulunduğu ortak şirketlere verilmesi önemli bir kaide oldu.
İş Bankası: Devlet Tekeli Yoluyla Sermaye Birikimi…
İş Bankası öncülüğünde kurulan şirketlere kuruluşlarından çok kısa bir süre sonra tekel hakkı tanınması diğer bir önemli noktaydı.
Devlet, tütün, tuz, şeker, petrol, kibrit, alkollü içki, ispirto, meşrubat ve PTT hizmetleri gibi tekeller oluşturdu. İlk oluşturulan tekellerde yabancı sermaye dikkat çekmektedir. Devlet, içinde yabancı hissedarların bulunduğu şirketler için de tekel hakkı tanımış, hatta bazı kalemlerin ithal ayrıcalığını da yabancı firmalara satmıştır.
Örneğin, İş Bankası’nın ilk iştiraklerinden biri olan Kibrit İnhisarı önemli tekellerden biriydi. Kibrit tekeli 1924 yılının aralık ayında bir Belçika grubuna verilmişti. Bu şirketin Kibrit İnhisarı içindeki payı %51 idi. İş Bankası Kibrit İnhisarı içinde yabancı sermayeyle ortak bulunmaktaydı.
İçki ve ispirto imal ve ithalat tekeli 1926 yılında Natchalna adlı bir Polonya şirketinin içinde olduğu aynı zamanda İş Bankası’nın da ortak olduğu bir inhisara verildi. 1927 yılında barut ve diğer patlayıcı maddelerin ithalat tekeli, patlayıcı madde imalatı yapan Fransız firması Minelite’ye verildi.
Bu alanlarda devlet tekelleri her ne kadar yabancı sermayenin de bulunduğu firmalara verilmişse de bu inhisarların hissedarları önemli oranda Bürokrat Burjuvazi’nin temsilcilerinden oluşmaktaydı.
Örneğin Celal Bayar, yabancı sermayeli Siemens, Zingal, Kibrit İnhisarı ve Ankara Palas şirketleri ile yabancı sermayeli olmayan 8 Türk şirketinden kimisinde hisse sahibi, kimisinde ise İş Bankası Genel Müdürü sıfatıyla kurucu üye veya yönetim kurulu üyesidir. Yine % 51.i yabancı sermaye ait olan Türkiye Kibrit İnhisarı T.A.Ş’in hissedarları arasında İsmet İnönü (200 Hisse), Yunus Nadi (Abalıoğlu), ve Cemal Hüsnü (Taray), gibi isimler bulunmaktaydı. Bir Polanya şirketi ile ortak kurulan İspirto İnhisarı.nın %45 hissesi hazineye aitti ve Hazine çıkarlarının izlenmesi görevi İş Bankası’na verilmişti.
Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası işletme tekeli Karako ve ortaklarına verilmişti.
Bu işletme tekelinde de İş Bankası iştirakçi olarak bulunmaktaydı. Bu ortaklık, İş Bankası yöneticilerinin onayıyla da fabrika mamullerini pahalıya satmakta, kendi ithal ettiği Polanya ve Alman mallarını piyasaya ucuza vererek büyük kârlar sağlamaktaydılar. Fiyatları suni şekilde yüksek tutan Paşabahçe Fabrikası zarar etmesine rağmen bu imkânı sağlayan grup ile Karako ve ortakları ciddi kazançlar elde etmişlerdi.
Devlet, şeker üretimini desteklemek için 1925 yılında kanun çıkararak muafiyet ve ayrıcalıklar getirmişti. İlk iki şeker fabrikası olan Uşak ve Alpullu Şeker Fabrikaları, anonim şirket olarak kurulmuş, şirketin hisseleri Cumhuriyet Halk Partisi’nin önde gelen bürokratları ile İş Bankası çevresinden mebus ve iş adamlarına satılmıştır.
Özel sermayenin iştiraki ile kurulan iki şeker fabrikasının en büyük hissesine sahip sermayedarlar, şeker satış tekelini de ellerine geçirmeyi başarmalarından sonra üretim faaliyetlerini asgariye indirerek, dışarıdan ithal ettikleri şekeri, yüksek fiyatla piyasaya sürmüşlerdir (TBMM, Kanun No:1709). Zararına çalışan fabrikaların açığı da Sanayi ve Maadin Bankası tarafından ödenmiştir. Hükümetin şeker fabrikalarına yaptığı ödeme 1930 tarihine kadar 4.080.000 TL. olup, bunun 2,5 milyonu iştirak bedeli, 1,5 milyonu avanstır. Daha sonra şeker ithalinin tekeli devlet desteğiyle kurulan özel şirkete devredilmiştir.
İş Bankası, hızla büyüdü ve birkaç yıl içinde en önemli özel banka durumuna geldi. Kurulduğu yıl ülkedeki toplam mevduatın yüzde 14,7 sini elde eden banka üç yıl sonra Ziraat Bankasından bile daha fazla mevduata sahipti. (İş Bankası’nın mevduatlar içindeki payı, 1930’ların sonlarına kadar genelde yüzde 30’un üzerinde oldu) Benzer biçimde bankanın verdiği kredilerde hızla artmıştı. İş Bankası’nın toplam krediler içindeki payı 1924 yılında yüzde 4’tü. 1929 yılına gelindiğinde ise yüzde 32,4’e yükselmişti.
Bankanın kurulduğu yıllarda Türkiye’de kayda değer bir sanayi yapısı bulunmuyordu. Üstelik bu dönemde iç ve dış ticaret hacmi de Birinci Paylaşım Savaşı öncesinin ancak yarısı kadardı.
Birçok mal ve hizmette yaşanan sıkıntı İş Bankası grubunun başta temel tüketim malları olmak üzere hemen tüm sektörlerde büyük kârlar elde etmesine neden oluyordu. İş Bankası gibi sırtını devlete dayayan ayrıcalıklı bir bankanın böyle bir ortamda çok sayıda “iş” yapması kaçınılmazdı. Nitekim 1930’lara gelindiğinde bankanın gıda(şeker), madencilik,(kömür-bakır) tekstil, liman işletmesi, ormancılık, gazetecilik, matbaacılık, otelcilik gibi birçok sektörde yatırımları mevcuttu. Bu yatırımların bir bölümü işletmelere sermaye desteği sağlamak ve kârdan pay almak için yapılmış ancak önemli bir kısmında da işletmeciliği bizzat İş Bankası üstlenmişti.
İş Banka’sı elindeki imtiyazları kullanarak işçi ve emekçilere çok daha ucuza sunabileceği hizmetleri tekel konumunu kullanarak yüksek fiyatlarla gerçekleştirmiş ve kasasını çok kısa sürede şişirmeyi başarmıştır. İş Bankası’nın sahip olduğu geniş kredi kaynakları diğer işletmeler üzerindeki egemenliği çok önemli dış ve iç ilişkileri onu sahip olduğu sermaye payından çok daha güçlü ve etkin bir duruma getirmekteydi.
İkinci Paylaşım Savaşının başladığı 1939 yılına kadar banka her yıl en az bir iştirak gerçekleştirmiştir.
1924-45 arası dönemde İş Bankası, Türkiye’de ekonomik ve siyasal yaşamın merkezindeydi. 1927 yılında İtibar-ı Milli Bankası’nı ele geçiren (bu banka ile birleşen) İş Bankası’nın yüzde 16 hissesi bu işlem sırasında Hazineye geçmiş böylece İş Bankası’nın yarı-resmi niteliği resmiyet kazanmıştı.
Bu konumu sayesinde çeşitli ayrıcalıklar elde eden banka sağladığı krediler ve iştirakleri ile Türkiye’de kapitalizmin gelişimine damgasını vuracak, yeni palazlanan burjuvazinin en önemli destekçilerinden biri olacaktı.
İş Bankası’nın İtibar-ı Milliye bankasını ele geçirmesi, Kemalist kadronun İttihatçı geçmişiyle hesaplaşmasının bir parçasıydı.
Milli İktisat yaklaşımı ile 1917’de kurulan ve çeşitli ayrıcalıklarla donatılan (bir anlamda İttihatçıların İş Bankası olan) İtibar-ı Milli, Birinci Paylaşım Savaşındaki yenilgi üzerine arkasındaki siyasal desteği yitirmiş ancak finansal sistem içindeki yerini koruyabilmiş önemli bir bankaydı.