Kıbrıs, Akdeniz’de bulunan ve coğrafi konumundan dolayı tarihin her döneminde egemen güçlerin dikkatinden kaçmayan önemli bir ada olmuştur.
Özellikle coğrafi konumundan dolayı adayı stratejik önem açısından öne çıkması, hakim güçlerin ilgisinin adaya yönelmesini de beraberinde getirmiştir. Kıbrıs, tarihi boyunca Akdeniz’deki çıkar ve güç ilişkilerinin odağı olmaktan kurtulamamıştır.
Kıbrıs, Doğu-Batı eksenli egemenlik ilişkilerini şekillendiren güç savaşlarının parçası haline geldi. Bu yüzden tarih boyunca birçok krallığın, imparatorluğun ve hakim güçlerin işgalleri, Kıbrıs adasının adeta değişmeyen kaderi oldu.
Kıbrıs tarihi, Antik çağlara kadar uzanır (burada elbette Kıbrıs’ın kaba tarihi üzerinden bir yazı kaleme alınmayacak ancak tarihine biraz olsun bakmak ada halkının bugün ki bölünmüşlüğünü anlamak açısından faydalı olacaktır).
Birçok medeniyet hüküm sürmüştür. Ama hepsinden Kıbrıs’a miras kalan ise işgaller ve işgallerin ağır yüküdür. Dünden bugüne kadar da bu yük taşınmaktadır ve bu taşınmasının bedelleri ödenmektedir, ödetilmektedir.
Kıbrıs’ın ada tarihi milattan öncelere kadar dayanırken ada önce Finikeliler’in işgaline daha sonra Yunan, Asur, Pers ve Doğu Roma’nın işgallerine uğramıştır. Adanın demografik yapısı ise yapılan her işgalin ardından değiştirildi. Bu işgallerle sürekli yağmalanan ada, dönemin Katolik ve Ortodoks çekişmesine de maruz kaldı.
Ada, 1571’de ise Osmanlı’nın işgaline uğradı. Osmanlı bu tarihten itibaren işgalci emellerine uygun olarak adanın sosyal, siyasal, kültürel ve idari yapısını çok yönlü olarak farklılaştırmıştır.
Adadaki ilk ve en önemli değişim adada bulunmayan Müslüman ve Türk nüfusun işgalle birlikte adaya getirilmesi oldu.
1878 yılına kadar devam eden bu sürecin ardından Osmanlı, adayı 87.676 İngiliz Sterlini’ne İngiltere’ye kiraladı. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda ise İngiltere adayı ilhak etti. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda ise Kıbrıs, emperyalistler için, yeniden dizayn edilen Ortadoğu’ya bir kapı görevi görmesinden dolayı yine ön planda olmuştur.
Başta ABD emperyalizmi ve İngiltere, Kıbrıs üzerinde fazlasıyla yoğunlaştırmıştır. Sovyetler Birliği’ne yakın olmasından dolayı adayı bir ‘füze rampasına’ çevirmek isteyen ABD, Türkiye ile Kıbrıs’ın ilhak edilmesi için temaslarda bulunmaktadır.
Tabii bu yoğunlaşma ABD’nin teşvikiyle 1974 yılındaki Türkiye işgaline yol açacak bir dizi olaya da sebep oldu. 1974’teki işgal de en az 200 bin insanın evlerinden göç etmesine sebep olurken, adayı neredeyse geri dönülemez bir ayrışmaya sevk etti.
Kıbrıs adası bugün ikiye bölünmüş halde; ‘garantör’ ismiyle Yunanistan ve Türkiye’nin gövde gösterisi için bir alan haline gelmiş durumda.
Adanın kuzey tarafında kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, günümüzde Türkiye için Avrupa ve Doğu Akdeniz’e yönelik bir koz, ada halkı ise ‘yavru vatanın’ yavru vatandaşları… TC’nin işgalden sonra gelen tüm iktidarları –Yunanistan’da öyle- Kıbrıs’ı bir sopa olarak kullanmış, ada halkının birlikte yaşama taleplerini kulak arkası etmiştir.
Bunun TC tarafından son örneği ise Kapalı Maraş (Varoşa) meselesi ve seçimlere müdahalesi ile AKP iktidarı olmuştur. Yoğun ekonomik buhran dönemindeki AKP iktidarı Kıbrıs’ı –öncülleri gibi- bir sopa olarak kullanmakla kalmayıp iç siyasete de alet etme çabası içine girmiştir.
AKP iktidarı 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından Ergenekon kliği ile başladığı iktidar yönetimine geçen 4 yılda harfiyen uyan bir pozisyonda devam ediyor. İç ve dış siyasetini de bu yönelim üzerine gerçekleştiren AKP iktidarı, isminde ‘Türk’ geçen her şeyin savunucusu rolüne bürünürken, o isminde ‘Türk’ geçenleri de aslında yok sayarak yayılmacı pozisyonunu da sürdürme gayreti içerisinde. Kıbrıs meselesi de diğer tüm dış politikalar gibi bunun bir tezahürüdür.
Son döneme bakılacak olursak (Libya Meselesi, Doğu Akdeniz kıta sahanlıkları, Navtex ilanları, Azerbaycan’a destek meselesi vs.) AKP iktidarının yaşadığı bu buhrandan çıkışı sahada savaşmak olarak gördüğü fark edilebilir.
İktidar emperyalist-kapitalist çekişmelerin hemen hepsinde bir rol kapmaya çalışırken, bu gayretin masada da karşılık bulmasını ummaktadır. Ancak yaptığı çoğu hesap elinde kalmıştır.
Kıbrıs meselesi ise özelinde ‘çözüm’ için sahada olmaktan çok iç siyasete dönük bir ‘milliyetçi’ damarı hoplatmaya çalışıyor. Bilindiği gibi Kuzey Kıbrıs 11 Ekim’de Cumhurbaşkanı’nı seçmek üzere bir seçime gitti.
Seçimden sadece 2 gün önce R.T Erdoğan, seçimlerde şahsının adayı olan Ersin Tatar’ı da yanına alarak 2 ayda bitirilmesi planlanan ancak ne hikmetse seçim öncesine kalan ‘KKTC’ye su taşıyan hattın açılış’ törenini yaptı. Açılışta ise yine bir ‘müjde’ vererek 46 yıldır kapalı olan Maraş’ı açtıklarını açıkladı. Erdoğan’ın bu hamlesi Kıbrıs halkı ve siyasetçiler için içişlerine karışılması olarak algılanırken Kıbrıs halkı kendi içinde de şoven ve milliyetçiliğin artmasına vesile oldu. (Kapalı Maraş 1974 işgalinden önce Rum halkının yaşadığı bir bölgeydi. Yaklaşık 200 bin Rum savaşla birlikte bölgeden ayrılıp Güney Kıbrıs’a gitmek zorunda kaldı)
Erdoğan’ın bu kozu Kuzey Kıbrıs’ta hükümet düşürürken, seçim yasağının da delinmesi anlamına geldi. Erdoğan, seçimde açık olarak Ersin Tatar’ı desteklerken, adanın en önemli adayı Mustafa Akıncı ise üstü kapalı olarak Türk medyası tarafından karalanmaya çalışıldı. Erdoğan’ın bu tutumunun nedeni ise Mustafa Akıncı’nın birleşik Kıbrıs siyasetinin öne çıkmasıdır.
Yapılan ilk tur seçimlerinde ise Erdoğan’ın adayı Ersin Tatar %32, Mustafa Akıncı ise %29 oy aldı ve seçim ikinci tura kaldı. İkinci turda yapılan seçimlerde ise Erdoğan’ın adayı Ersin Tatar kazandı.
Pekiyi iktidarın Kıbrıs seçimlerine bu denli müdahaleci bir pozisyonda olmasının amacı nedir? Şüphesiz her seçim döneminde TC bir adayı desteklemiştir ancak AKP iktidarı için bu seçimin önemi önceki diğer seçimlere nazaran daha fazladır. AKP iktidarı 2 yıldır ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizin oy kaybına neden olduğunu biliyor.
Bu krizden kısa vadede çıkış yolu olmadığını da biliyor. Döviz kurunun önlenemez yükselişi, enflasyonun halkı boğması ve işsizliğin yüzde 30’lara yaklaşması iktidara olan desteğin azalmasını da beraberinde getirdi.
Erdoğan’ın kendine bağlı düşük profilli olan Ersin Tatar’ın kazanması, Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs üzerindeki vesayetinin artacağı anlamına geliyor.
İktidar ise devreye koyduğu savaş ve yayılmacı politikalarıyla hem gündemi saptırmaya çalışıyor, hem de iktidar ortakları Ergenekon kliğiyle ortak hareket etmenin hesaplarını yapıyor. AKP hükümeti, ülke iç politikasındaki Ayasofya hesabına benzer bir hesapla Kuzey Kıbrıs’ın ilhakını bile düşünecek bir pozisyona geldi. Erdoğan’ın, Ersin Tatar’a verdiği destek de aslında bu politikanın bir parçasını oluşturdu. Yani Kıbrıs Erdoğan iktidarının elindeki son kozlardan biri!
Sosyalistlerin ise çözümü tektir; çözüm birleşik, bağımsız bir Kıbrıs! Bunun dışında ne Yunan ne de Türk devletlerinin ada halkları üzerindeki vesayeti kabul edilemez.