Dünya tarım ve gıda piyasaları henüz Covid-19 pandemisinin küresel ölçekte yaratmış olduğu sorunların üstesinden gelememişken bu yılın başında Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle başlayan savaşın ardından kapitalist gıda tedarik sisteminde yeni sorunlar boy vermeye başladı.
Dünya genelinde tarımsal alanda işler iyi gitmiyor. İklim krizinin sonucu olan ekolojik tahribat nedeniyle her yıl dünyanın değişik bölgelerinde yeni sorunlar oluşuyor. (İklim krizinden kaynaklı bu yıl dünyanın önemli tarımsal ihracatçısı ülkelerinden biri olan Hindistan’ın buğday ve şeker ihracatına sınırlama getireceğini açıklamasıyla küresel buğday ve şeker piyasalarında fiyatlarda artış yaşandı.) Yaşanan tüm bu gelişmeler bir bütünsellik içinde ele alındığında tarım 21. yüzyılda her zamankinden daha fazla biçimde stratejik değer kazanmış oluyor.
Emperyalist kapitalist sömürü rejiminin bitmek bilmeyen kâr hırsının dünya genelinde yaratmış olduğu olumsuz gelişmeler nedeniyle tarımın stratejik önemi artarken Türkiye’de siyasi iktidar tam tersi yönde politik hat izleyerek adeta tarımı bitirmek için elinden geleni ardına koymamaya yemin etmiş gibi davranıyor.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) açıklamış olduğu verilere göre Türkiye 1990’dan 2020’ye kadarki 30 yıllık süre zarfında 4.8 milyon hektar büyüklüğünde tarım arazisi (bağ, bahçe, tarla vb.) kaybetti. Bunun da büyük bölümü, yaklaşık 3.5 milyon hektarı, AKP iktidarının 20 yıllık icraatları döneminde kaybedildi. Bu 3.5 milyon hektarlık tarım arazisi istatistik rakam olarak yazıldığında küçük ve önemsiz bir rakammış gibi gözükebilir. Fakat reel olarak bahsettiğimiz alanın büyüklüğü Bulgaristan vb. gibi ülkelerin yüzölçümüne sahip onlarca ülkeden daha büyüktür. Dolayısıyla oldukça büyük bir alandan bahsettiğimiz bilinmelidir.
İktidarın rant ve talanı tarımı bitiriyor
Ülkemizde AKP iktidarının uygulamış olduğu neo-liberal emperyalist tarım tekellerini önceleyen tarım politikası nedeniyle her yıl on binlerce küçük üretici iflas ederek (ettirilerek) üretimden kopuyor. İflas eden küçük üreticinin terk ettiği topraklar ya bir daha ekilmemek üzere boş kalıyor ve tarımsal vasfını yitiriyor ya da şirketlerin, tüccarların, tefecilerin elinde toplanarak endüstriyel tarımsal işletmelere dönüştürülüyor. Köylüler iklim krizi, ekonomik kriz ve küresel etkenlerin neden olduğu tarımsal girdi maliyetinin yüksekliğiyle yeterince mücadele etmiyormuş gibi bir de siyasi iktidarın bitmek bilmeyen toprak talanına karşı mücadele ederek ayakta kalmaya çalışıyor.
AKP ve şürekasının tarım arazilerini talan etmek sevdasının en yalın örneği Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Hasan Büyükdede’nin (Haziran ayında) TBMM’de “Endüstri Bölgeleri Yasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa Teklifi” görüşmeleri esnasında yapmış olduğu konuşmadır.
Bakan yardımcısı gayet rahat bir biçimde Türkiye’nin 780 bin kilometrekare alana sahip olduğu bunun da 230 bin kilometrekaresinin (yani 23 milyon hektarının) tarım arazisi olduğunu, buraları Organize Sanayi Bölgesi (OSB) olarak tahsis etmek istediklerini ancak “burada mera var, burada ot var, burada kök var, bilmem ne var…” denilerek engellendiğini söyledikten sonra “keşke biz kamunun elindeki arazileri şu anda sanayicilere bedelsiz dağıtabilmiş olsaydık… Tarım tarım diye bağırıyoruz, çağırıyoruz da bize getirisi 50 milyar dolar sanayinin getirdiği para şuan 300 milyar dolar” ifadelerini kullanmıştır.
Amerikalı yerlilerin binlerce yıl üzerinde yaşadıkları toprakların beyaz adam tarafından vahşi biçimde yağmalanmasına karşı bir Kızılderili yerlisinin söylediği, “…ormandaki son ağaç kesildiğinde, göldeki son balık öldüğünde, topraktaki son hayvan gittiğinde beyaz adam paranın yenilmeyen bir şey olduğunu öğrenecek” sözünde olduğu gibi AKP’li muktedirler de paranın yenilmeyen bir şey olduğunu öğrenecekler…
Sanayi ve Teknoloji Bakan yardımcısının ifadeleri AKP’nin tarım politikasının tarımsal üretime yaklaşımının iz düşümü niteliğindedir.
Öte yandan bakan yardımcısının sanayi bölgesi olarak tahsis edilmesini istedikleri yerlerin tarım arazisi denilerek verilmemesi sözleri koca bir yalandan ibarettir. AKP iktidarı son 20 yıl içinde Türkiye’nin birçok yerinde en verimli tarım arazilerini uluslararası şirketlere ve komprador burjuvaziye sınırsız bir biçimde peşkeş çekmiş, sermaye ne istediyse AKP onu sermayeye vermiştir. Bu konuda yüzlerce örnek verilebilir ama çok uzağa gitmeye de gerek yok. Birkaç ay önce Balıkesir’de birinci derece verimli tarım arazileri hem de üzerinde buğday ekiliyken, köylülerin ekini hasat etmesine izin verilmeden iş makinalarıyla yerle yeksan edilmiştir. Bursa’da ceviz yetiştiriciliğinin yapıldığı bölge, bir kalem darbesiyle tarım arazisinin toprak vasfı değiştirilerek organize sanayi bölgesine çevrildi…
Kutsal olarak kabul edilen, Anadolu’da binlerce yıllık tarihi olan zeytin ağaçlarının katledilmesine ferman çıkartıldı. 1939 yılında çıkartılan 3573 sayılı “Zeytinliği Islah ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkında Kanun” uyarınca zeytinlik alanların 3 kilometre yakınına (zeytin fabrikası hariç) herhangi bir sanayi vb. gibi tesis kurulması yasak olmasına rağmen bu adım atıldı.
Bu yasa AKP iktidarı tarafından daha önce defalarca değiştirilmek istenerek zeytinliklerin maden ocaklarına, enerji santrallerine, otellere, konut imarına açılmak istendi. Ve her seferinde toplumsal mücadeleyle geri adım attırıldı. Fakat 28 Şubat 2022’de 83 yıllık Zeytin Yasası bir gece yarısı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile değiştirildi ve zeytin bahçelerine enerji şirketleri tarafından maden ocağı, santral vb. gibi tesisler kurulmasına onay verildi! Tarım arazilerinin talanına ilişkin liste uzadıkça uzuyor…
Emperyalist politikalar ve tarımın tasfiyesi
İklim krizinin tarıma etkisi, Rusya-Ukrayna savaşı, COVİD-19 pandemisinin küresel ölçekte etkileri, tarımın endüstriyelleşmesi, tarım-gıda rejiminin uluslararası tekellerin kontrolüne geçmesi ve diğer faktörlerin yol açtığı gıda krizi sorunu bugün başta Türkiye gibi yarı-sömürge ülkeler olmak üzere tüm dünyada tarımın stratejik önemini hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek biçimde açığa çıkarmışken ülkemizde çiftçilerin, köylülerin tarımsal faaliyetlerinden zarar ediyor olması ironi gibi dursa da siyasi iktidarın gayet planlı programlı uygulamış olduğu tarım politikasının sonucudur. Yani emperyalist kapitalist rejimin neo-liberal tarım politikasıdır. Bu politikanın özü geleneksel yerel bazlı köylü tarzı üretimin/küçük aile üreticiliğinin tasfiye edilerek yerine çok uluslu tarım tekellerinin piyasa merkezli tek tipleştirilmiş endüstriyel sanayi tarımının ikame edilmesidir.
AKP, 2002’de hükümete geldiği andan itibaren altına imza attığı uluslararası anlaşmalarla (IMF, DB, DTÖ, AB programları) ülkemizde köylülüğün/küçük aile üreticiliğinin tasfiyesine yönelik birçok kanun çıkarmış ve daha önce hiçbir iktidarın yapamadığını yaparak köylülüğü bitirme noktasına getirmiştir.
Eski Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin 2021 yılında mecliste yapmış olduğu bir konuşmada 1 ton nohutun köylüye maliyetinin 5 bin 190 lira olduğunu açıklamıştı. Ve Tarım Bakanı aynı konuşmasında Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) aracılığı ile nohutun tonunu köylüden 4 bin 50 liradan alınacağını söyleyebilecek kadar pervasızlaşabilmişti. AKP’nin tarım politikası; 5 bin 190 liraya mal olan ürünü 4 bin 50 liraya almak olarak şekillenmiştir!
Bu ve benzeri uygulamalar nedeniyle çiftçiler, köylüler üretimden çekilmek zorunda kalıyor. Resmi rakamlara göre Türkiye’nin nüfusu 84 milyon, 6 milyon civarında göçmen de hesaba alındığında nüfusu 90 milyona ulaşıyor. Artan nüfusa karşı azalan tarım arazileri ve köylü nüfusu yeni sorunların habercisidir. Dünyada tarım arazilerini, tarımın önemi artarken AKP’nin ülke içinde faal durumda olan tarım alanlarını telafisi mümkün olmayacak bir şekilde talana açması, sanayi tesisleri için yağmalatması insanlığa ve doğaya karşı işlenmiş bir suçtur.
Sorun emperyalizmden bağımsız değildir!
Dünyanın milyonlarca yıl içinde oluşmuş olan evrimsel ekolojik yaşam sarmalı endüstri devriminin ardından kapitalizmin kâr hırsıyla hızlı bir biçimde tahrip olmaya başlamıştır. Ekolojik sistemin bozulmaya başlamasıyla birlikte canlı yaşamının tehlikeye girmesi tüm insanlığın ortak sorunu haline gelmiştir.
İklim krizinin yol açtığı doğa olaylarının artık dünya genelinde etkisini somut biçimde göstermesi ve ekstrem doğa hareketliliğinin eskiye kıyasla daha kısa periyotlarla ve daha sık tekrarlanıyor olması 21. yüzyılda kapitalist rejimin dünyaya verdiği zarar sınıf mücadelesinin bir parçası olarak vuku bulmuştur.
Emperyalist kapitalist rejimin tabiat üzerinde yarattığı yıkım, ekolojik sorun ile sınıflar mücadelesini iç içe geçirmiş olduğu gibi bu sorun da proletaryanın çözmesi gereken bir mesele haline getirmiştir. Ekoloji sorunu demokratik halk devriminin temel sorunları içinde çözüm bekleyen güncel bir sorun olarak önümüzde duruyor.
Bugün tarım topraklarının geleceği için kapitalist şirketlerin talanına karşı mücadele etmek tarımın, köylülüğün geleceği için harekete geçmektir. Ekoloji sorunu, tarım alanlarının şirketlerin talanına açılması sorunu doğrudan emperyalizmle alakalı bir meseledir. Çözüm adresi de DHD perspektifiyle emperyalist kapitalist düzene karşı koymaktır.