Ezilenlerin egemenlere karşı mücadelesi çok farklı şekillerde sürüyor. Bu mücadele bazen kendiliğinden bir tarzda gelişmekte iken bazen farklı ideolojilerin önderliğinde örgütlenerek verilmektedir. Bu mücadelelerin nasıl sonuçlanacağını önceden kestirebilmek mümkün değil. Zafer; ideolojik-politik-askeri-ekonomik yaşamın bütün veçhelerinde düşmanına üstünlük sağlayanların olacaktır. Bunu sağlayabilmeleri de tüm bu alanlarda güçlü, donanımlı bir önderliğe ve iyi kadrolara, atak-yaratıcı militanlara sahip olmakla ilgilidir.
MLM’lerin tarihsel ve diyalektik materyalist bilgiyle dünyayı yorumlamaları en önemli ayırt edici yanlarıdır. MLM’ler buna dayanarak sınıf mücadelesinin komünizme kadar süreceğini kabul ederler. Komünizm hedefli bu savaş, içine girilen her yeni dönemde yeni şekiller alarak, yeni ittifak ve güç dengeleri ile sürecektir. Kaypakkaya yoldaşın reformizm ve revizyonizmden kopuşarak devrimci mücadelenin ilk kıvılcımını yakmasının üzerinden 43 yıl geçti. Mücadelemizin zafere evrilmesi için daha kaç yıl gerektiğini bilmiyoruz. Zaferi yakınlaştıracak olan, egemenleri zayıflatacak, onlara darbeler vuracak her çelişkiden yararlanmayı bilmek yani objektif koşullara vakıf olarak ortaya çıkan olanakları, krizleri örgütlenme ve düşmanı zayıflata için sonuna kadar kullanmayı becerebilmek kadar kendi hatalarımızla, eksikliklerimizle, dogmalarımızla mücadele etmeyi de başarabilmekle de ilgilidir. Mücadelede hiç yavaşlamamamız ve yukarıda bahsini ettiklerimizi ortadan kaldırmak için her türlü çabayı göstermemiz gerektiği kesindir. Başkan Mao’nun dediği gibi “on bin yıl çok uzun/sarıl güne/sarıl saate.”
Bizler Halk Savaşı veriyoruz. Yani kırlardan-şehirlere, semtlerden fabrikalara, tarlalardan zindanlara, okullardan camilere, meydanlardan sokaklara, sendikalardan kooperatiflere özcesi halkın olduğu her yerde yürütülmesi gereken askeri-politik-ekonomik-ideolojik (dinsel, mezhepsel, cinsel, ekonomik, kültürel) tüm alanlarda verilen ve bunları birleştirip sisteme karşı yöneltebilen bir stratejiden bahsediyoruz. Dolayısıyla “güne ve saate sarılmak” kendini tekrardan ibaret bir koşturmacayı değil tüm bu alanlarda derinliği yakalamayı, bununla paralel mücadeleyi günbegün büyütebilmeyi, yayabilmeyi ifade eder. Değişen zamana ve koşullara bağlı olarak Halk Savaşının kendi özgünlüğüyle kök bulması ancak böyle olacaktır.
“Şimdi”nin koşullarında geleceği görebilmeliyiz!
24 Temmuz’dan itibaren birçok yazımızda topyekun bir saldırı olduğu ve buna karşı da topyekün bir direniş-saldırı sergilenmesinin içinden geçtiğimiz dönemin en önemli özelliği olduğunu sıklıkla vurguladık. Buna yeterince cevap olunamadığı ortadadır. Bizim için temel mesele bu durumdan hızlıca dersler çıkarmak, nedenlerini bulmak ve “gelecek” olana hazırlamaktır.
Birinci olarak; legal illegal, silahlı barışçıl her türlü mücadele yöntemini birbiri ile uyumlu ve sürecin gerektirdiğine göre hızlıca, öne çıkaracak şekilde kullanmada ustalaşmak zorunludur. Devrimci bir yapı, görece sakin dönemleri, legal çalışmanın öne çıktığı zamanları, büyük çatışmalara, savaşlara hazırlık dönemi olarak ele almak zorundadır. Bu değişmez bir ilkedir. Bu tarz hazırlıklar yapılmadan, bu perspektife sahip olunmadan ilke olarak “farklı mücadele yollarını denemekten, açık olmaktan, ustalaşmaktan” bahsedilirse edilsin yerine getirilemez. Her şey sözde kalır, lafızda kalır.
İkinci olarak; faaliyetlerde gizliliğin esas olması gerekir. Açık faaliyet yürütmek; tüm ilişkileri, gidip gelinen her yeri, olanakları açık etmek demek değildir. Bu tür ilişkiler ve olanaklar konusunda her zaman en üst hassasiyetle yaklaşmak gerekmektedir. Bu gizliliğin bir yanı iken yeni açınılan alanlarda bazen uzun bir dönem belirli bir güce ulaşana kadar faaliyeti gizli sürdürmek zorunda kalabiliriz. Yaşamın karşımıza çıkardığı yeni olanakları, koşulları mücadeleyi güçlendirebilecek tarzda kullanabilmek savaşı kavrama yeteneğimizle ilgilidir. “Sıradan kişiler zafere götüren yolları bilir, ama onu elde etmeye yarayan şekli bilmez…” (Sun Tzu) Örgütlenme çalışmalarında her türlü adım atılmadan o bölgedeki çalışmanın bütünü ve amacı düşünülmeli ve muhakkak gizlilik sürecinden geçilmelidir. Her biraz toparlandığımızda, iş yapabilir hale gelindiğinde düşmanı darbesine maruz kalmak bu zaaflarımızın üstüne yeteri kadar gitmediğimiz anlamına da gelir.
Üçüncü olarak; Hedefimiz he zaman çalışmaları yaygınlaştırmak, yeni bölgelere açılmak olmalıdır. Bu çok önemli bir ve bir türlü aşılamayan bir sorundur. Ülkenin sayılı illerinde ve dar alanlara sıkışmış bir faaliyet söz konusudur. Bilinen yerlerde, bilinen ilişkilerle yürütülen devrimcilik üretmeyen, yetinmeciliğin, ilişkilerde liberalizmin hakim olduğu bir tarzdır. Bu salt çalışma tarzıyla ilgili değildir. Tamamen ideolojik-politik bir sorundur. Belli illerde açılımlar olsa da kitleyle buluşamadığı için kökleşmemekte, saman alevi niteliğini taşımaktadır. Kitlelerle buluşabilmek, kök salabilmek ezilenleri kendi ideolojileri ile kabullenip yaşadıkları özgül çelişkileri yakalayabilmeyi gerektirir. Yeni alanlara açılmada gençlik faaliyeti her zaman önemli ve avantajlı bir noktada durmaktadır. Üniversitelere Türkiye’nin her yerinden gençler gelmektedir. Faaliyetin önemli bir kısmının açılmak istediğimiz yerlerden gelen gençlere ulaşmak, yoğunlaşmak olması gerekmektedir. Burada çok önemli bir husus bulunmaktadır. Üniversite faaliyetinde devletin toplumu yönetmesinin ana unsuru olan kutuplaşmayı aşacak bir perspektife sahip olmaktır. Bu yanıyla ülkenin farklı yerlerinden gelen “muhafazakar” diyebileceğimiz ezilen kesimlerle iletişim kurup, ilişki geliştirmenin, halkın içinde yaratılan kutuplaşmayı kıracak yegane yol olduğu görülmelidir.
Üniversite faaliyeti kadar önemli bir diğer faaliyet alanı da liselerdir. Yerel faaliyet buradan başlanarak güçlü bir şekilde örülebilir. Lise faaliyetçilerinin okulu bitirdikten sonra da ağırlıklı olarak yerellerde tutulmaları ve buralardaki üniversitelere yönlendirilmeleri önemli bir ihtiyacı giderebilir.
Bunların dışında farklı illerdeki emekçi semtlerine girecek çok farklı yol ve yöntemler geliştirilmelidir. Bazen tek bir tanıdık bile yeni bir mahalleye girmenin önünü açabilir.
Dördüncü olarak; İdeolojik mücadeleyi kesintisiz sürdürmeliyiz. Son on yılda Türkiye’de liberalizm ve hümanist devrimcilik tarzı güçlenmiştir. Güçlü bir rüzgar olarak esmektedir. Her türlü şiddeti birbiri ile eş tutma gibi yaklaşımlar yaygın olarak görülmektedir. Oysa ezilenlerin egemenlere karşı şiddetini her koşulda savunmak gerekmektedir. Bu çizgi devrimcilerin şiddetine karşıdır. Egemenlerin ve ezilenlerin şiddetini bir görmektedir. Bütün bu anlayışlara karşı ideolojik mücadele yürütülmelidir. İdeolojik netliğin olmaması bütünsel olarak tüm mücadelemizi zaafa uğratır.
Beşincisi; İçinden geçilen sürecin niteliği ne olursa olsun, eğitim çalışmaları düzenli yapılmalıdır. Aynı zamanda pratik politikanın ustaları da olan Lenin ve Mao, politika yapış tarzları da dikkate alınarak okunmalıdır. Bilim-politika-örgüt arasındaki ilişkiyi kavramak dogmatizme düşmemek ve karşımıza çıkan her yeni durumda geleceğin nüvelerini görerek hareket edebilmek için teorik eğitim zorunludur. Sadece içinde bulunulan anı kavramak bir devrimci içini yeterli değildir. Bu durum sadece günü kurtaran, kendiliğindenci bir yaklaşımdır. İçinden geçilen zamanın gereklerini kavramak kadar nihai amacımızı bilerek “gelecek” için hazırlık yapmak mücadeleyi büyütmenin anahtarıdır.
“Herkesin bildiği bir şey zaten olup bitmiş, su yüzüne çıkmış bir olaydır. Sağduyulu bir kişi ise daha olmamış, ortaya çıkmamış şeyleri bilir. Savaşla kazanılan zafer iyidir denilse de esas makbul olan gizli olanı görüp, belli olmayanı fark ederek yenmektir.” (Sun Tzu)