Siyaset sahnesi yine MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çıkışları, söylevleri ve attığı adımları tartışıyor, daha doğrusu çalkalanıyor. Bahçeli, son dönemin en popüler siyasetçilerinden. Herkes onun ne söyleyeceğine, ne yapacağına, yine hangi “şaşırtıcı” adımı atacağına kulak kabartıyor. Bahçeli, iktidar partisi dışında olup da en az onlar kadar yer kaplayan, kendini tartıştıran bir lider. Az sayıdaki milletvekiline rağmen adından söz ettirmeyi başarıyor. Peki, bunu nasıl yapıyor? Malum 7 Haziran’da aldığı oyla büyük bir başarıya imza atan HDP’nin eş başkanları, dokuz milletvekili, binlerce üyesi tutuklanırken bile bu kadar gündem olmayı başaramıyor. Vekil sayısı MHP’yi neredeyse ikiye katlayan CHP bile “sert” muhalefete, “sokağa çıkarım”,”çıkarsam fena olur” tehditlerine rağmen böylesine bir ilgiye mazhar olamadı, tartışıl(a)madı. Bunun sırrı ne?
Bahçeli, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde patisinin oy oranında ciddi bir düşüş yaşanmasına, yerel seçimlerde de benzer sonuçlar almasına rağmen, yıldızının parlamasını nasıl başarıyor? Bu sorunun yanıtı, popüler deyimiyle “zamanın ruhunda” gizli. MHP, “yeter ki devletimiz var olsun”, “partinin değil devletin bekasını” savunan, Devlet-i alinin çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan bir söylem ve çizgi izleyerek bugüne geldi. Özellikle 7 Haziran’dan sonra ortaya çıkan sonuçların “beyefendi” tarafından beğenilmeyerek tekrar edilmesinde oynadığı kilit rol hala hafızalarımızda.
MHP, kriz anlarında sahneye fırlayıp, sorun çözen, tıkanıklığı aşan bir parti profili çizmeye çalışıyor. Çözdüğü düğümün, açtığı yolun, kendisinden öte hükümet partisine yarıyor olması, onu güçlendirmesi, ekmeğine yağ sürüyor olmasını unutmadan, atlamadan söylemeliyiz bunu. Son iki genel seçimde aldığı oy oranı bu gerçeğe işaret ediyor. MHP’nin bu tavrının, kendisini hükümet partisi adına sahaya atmasının elbet nedenleri var. Ama buna geçmeden önce, anayasa değişikliği vesilesiyle yaşananlara bir göz atmak faydalı olabilir.
Kriz çözen parti!
Bilindiği üzere, her ne kadar bugün “aramız” bozulmuş gibi görünse de, müreffeh, uygar dünyaya ulaşmamızın biricik yolunun, sistemin değiştirilmesi olduğuna ikna edilmeye çalışılıyoruz. Özellikle son birkaç yıldır bu konuda giderek artan ve yaşamımızın her alanına zuhur eden bir propaganda söz konusu. Gezi İsyanı’yla, devamında 17-25 Aralık’la kesintilere, yol kazalarına uğrayan bu hedefe doğru melûn darbe girişimiyle daha hızlı yol alınmaya başlandığı bir gerçek. Girişim sonrası, arzu edilen sistem değişikliği hedefine varmak için önemli bir motivasyonun, rüzgarın ve yakıtın tedarik edildiği anlaşılıyor. Yavaşlayan, frene basmak zorunda kalan, vites düşüren aracın şimdi yeni bir devir tutturduğu ve hızını aldığı görülüyor. Anayasanın, yeniden değiştirilmesi adına atılan somut adımlarda buna işaret ediliyor.
Gelinen aşamada artık “dananın kuyruğunun” kopma noktasına çok kısa bir süre kalmış durumda. Yaptığı çıkışla hükümet partisine adeta can simidi atan MHP, böylece sahalara geri dönerek, az sayıdaki kadrosuyla top çevirerek, oyuna girdi. Gözlerin ona çevrilmesi, tartışmaların odak noktasında olması da bundan. Gelinen aşamada ismi her gün başka bir şekilde telaffuz edilen aslı aynı ama yeni düzenlemelerle ilgili görüşmelerde belli bir mesafe alınmış durumda. Anayasanın bir bütün olarak değiştirilmesinden öte bir kısım maddenin değiştirilmesinde mutabık kalındığı görülüyor. Basına yansıyan bilgilere bakılırsa, AKP’nin taslağı 12 maddeden oluşuyor. Genel anlamda görüşmelerin “olumlu” geçmiş olması Bahçeli’nin fiili tıkanıklığı mutlaka hukuki mücadeleyle açacakları “(23 Kasım Hürriyet) şeklindeki demecin ete-kemiğe büründüğünü gösteriyor. Yasama, yürütme ve yargı olarak ifade edilen erk’lerin tek bir elde toplanmasını Bakanlar Kurulunun dışarıdan, başkan eliyle kurulmasını, meclisin işlevsiz hale gelmesini kağıt üzerinde de), başkana olağanüstü yetkiler verilmesini içeren değişikliklerde ciddi sorunlar olmadığı yapılan açıklamalara yansıyor.
MHP açısından itiraz noktalarından biri Cumhurbaşkanı’nın partisiyle ilişkisi iken diğeri Cumhurbaşkanı’nın yüce divana gönderilmesine dair. MHP, Cumhurbaşkanı’nın partisiyle ilişkisi olmamasını, “tarafsız” bir zeminde kalmasını istiyor. Buna göre, Cumhurbaşkanı, parti üyesi olabilir ama başka herhangi bir görev ve makamda bulunamaz. Diğer başlıkta ise yüce divan için önerilen, meclis üye tam sayısının 4’te 3’üyle yani 413 oyun yeterli olması. MHP “yüzde 50 yeterli olmalı” diyor. En büyük “anlaşmazlık” meclisin feshedilmesi başlığında yaşanıyor. Cumhur “Başkan”ına verilen meclisi feshetme yetkisine karşı çıkan MHP, “ağır şart ve gerekçelerle” gibi “büyük” bir değişiklik yapılmasını istiyor. (24 Kasım Milliyet, Hürriyet) Mart 2107’de tüm bu sürecin tamamlanmasını ve referandumun yapılması, 2019’dan itibaren fiili olarak yeni sisteme geçilmesi gibi değişikliğin, tartışmaların ana halkalarını oluşturan konularda bir pürüz yok.
Özetle; MHP neredeyse taca çıkmak üzere olan topu kurtararak, güzel bir asistle topu kaleye en yakın forvete atmış oldu. Şu anda sahada karşılıklı top çeviriyorlar. Bu durum ne kadar sürer? İki takımın bu oyuna “taraftarlar”, “izleyiciler”den nasıl bir tepki gelir, bunu zaman gösterecek. Açık ki MHP bu yaklaşım ile hükümet partisinin bastonu olmayı sürdürüyor. Böylece aralarındaki geçişkenlik giderek artan tabanını da kaptıran bir MHP gerçekliği ortaya çıkıyor. Sahi, değirmenine su taşıdığı, adres gösterdiği bir güç, muhatap varken türevine, sahtesine taban niçin rağbet göstersin değil mi? Kaldı ki söylem ve pratikleriyle MHP’den hiç de geri kalmayan bir parti gerçekliği varken…
MHP’nin kırmızı çizgileri
MHP’nin yukarıda bir kısmını açmaya çalıştığımız, bindiği dalı kesen Nasreddin Hoca misali çelişkilerinin birkaç nedeni üzerinde durulabilir. Yerel seçimler ve son iki seçimde ciddi oranda kan kaybeden partide büyük bir hoşnutsuzluk olduğu aşikâr. Meral Akşener’in son bir yılda iyice yüzeye vuran ve kamplaşmaya, çekişmeye, çatışmaya neden olan muhalefetinin de perde arkasında bu birikim yatıyor. MHP’nin iktidar partisinin bir bakanlığı gibi hareket ediyor olmasına duyulan bir rahatsızlık söz konusu. Akşener’in delegelerinin ezici çoğunluğunun desteğini aldığı, tabanda güçlü bir desteğe sahip olduğu anlaşılıyor. Bahçeli’nin kongre, kurultaylar sürecinde köşeye sıkıştığı biliniyor. Tam da bu dönemlerde Bahçeli’nin Akşener-FETÖ ilişkisini ortaya atması, mahkemeler yoluyla Akşener ve ekibinin önünün kesilmesi bir tesadüf olmasa gerek. Bu tartışmalara siyasal iktidarın taraf olduğu ve çok sayıda müdahalede bulunduğu da herkesin bildiği bir sır Bahçeli’nin Dolmabahçe’de ”beyefendi” ile yaptığı görüşmede Galatasaray-Fenerbahçe derbisinin konuşulmadığını tahmin etmek de zor değil. Bahçeli’yi ipten alma, koltuğu kurtarma operasyonunun düzenlendiğini söylemek yanlış olmaz. Bu bakımdan bir gönül borcu, kader birliğinden söz edilebilir.
Bu “gönül birliğinin” perde arkasında yatan stratejik neden ise MHP’nin temel kadrolarında gizli. Sosyal ve ulusal kurtuluş hareketlerinin filizlenmeye başlandığı bir dönemde tüm dünya ile paralel bir şekilde ortaya çıkan MHP’nin üzerinde yükseldiği ideolojik ve politik zemin bugünkü pratiğini yeterince açıklıyor. Toplumsal muhalefet güçlerine karşı bir koçbaşı, vurucu güç; düzenin kırmızıçizgilerinin bekçisi olarak büyütülen MHP, kendisi içerde olsa da fikirleri iktidarda bir parti olarak ün yaptı. Konjonktüre göre bir konumlanış, söylem ve pratiğe imza atan MHP’nin değişmeyen özelliği, önceliği devlet-i alinin bekası olmuştur. Her sistem partisinin bu ortak kaygısını oy “hesabı” yapmadan, en yalın, saf haliyle dile getiren, yaşama geçiren parti MHP olmuştur. Oy ve kitle korkusu yoktur zira düzenin sahipleri tarafından icraatları mutlaka mükâfatlandırılmaktadır. Alparslan Türkeş’in ölümünden, özellikle 2000’lerden itibaren MHP’nin, kırmızıçizgi bekçiliğini, saldırgan bir üsluptan öte yumuşak güç kıvamında yapmaya soyunduğu anlaşılıyor. MHP’ye çizilen çerçevenin, misyonun bu olduğu açık.
Geride bıraktığımız yıl içinde Bahçeli’nin hükümete yaptığı ve kısa sürede karşılık bulan öneriler de, taş üstünde taş bırakılmayan icraatlar da, bu ideolojik ortaklığın bir yansıması. MHP’nin geçmişi onun geniş emekçi yığınlara, ezilenlere yönelik sayısız suçla doludur. Emekçilerin temel hak ve özgürlüklerine, bu uğurda verdiği mücadeleye yönelik-dizginsiz bir saldırganlıkla, kanla yıkanmış bir tarihe sahiptir MHP. Türk-İslam senteziyle harmanlanmış bir şovenizm ve ırkçılık; topluma ait tüm değerleri, tekçi bir ideolojik kılıfa hapsetmeye çalışan, bu uğurda her türlü yol ve yönteme başvuran bir partiden bahsediyoruz. Bu yüzden olsa gerek siyasal iktidarla bir araya gelmeleri zor olmuyor. Açık ki emekçi yığınlar, halkımız yaşadığı acı tecrübelerle kimin dost, kimin düşman olduğunu bilince çıkarmıştır. Ezilenleri onlara sömürü ve açlıktan başka bir şey vermeyen düzene ve sözcülerine hak ettiği yanıtı verecektir.