Potemkin Zırhlısı:1925 Sovyetler Birliği yapımı olan filmin yönetmeni Sergey Ayzenştayn’dır.
Yıl 1905 emekçilerin çalışma koşulları ağırlaşmakta işçilere ücretleri verilmemekte, halk açlık ve sefalet içerisinde yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Binlerce işçi, kadın, çocuk sokaklardadır artık. İsteklerini iletmek için Çar II.Nikolay’ın sarayına doğru hareket etmişlerdir. Çar kitlenin üzerine ateş açtırmış yüzlerce insan katledilmiş bu olay Rus tarihine “Kanlı Pazar” olarak geçmiştir.
Potemkin Zırhlısı başkaldırının kıvılcımlandığı yerlerden olmuştur. Zırhlıda yüzlerce mürettebat bulunmakta ve yaşam koşulları gittikçe kötüleşmekte. En ufak bir isyanda, karşı duruşta cezalandırmalar uç noktalarda yaşanmakta, gaddarca işkenceler ve ölüm dayatılmakta.
Mürettebata kurtlanmış “et” yedirilmeye çalışılmaktadır. Sahne zırhlının doktoru “etin” kontrolü için çağrılmış, “eti” inceleyen doktor her bir parçada net şekilde görünen kurtlardan hiçbir şey olmayacağını, tuzlu su ile yıkanırsa problemin ortadan kalkacağını iddia etmesi güldürücü bir sahne olmuş açıkçası. Bu “etle” yapılan yemeği yemeyenlerin cezası ise kurşuna dizilmek.
Artık bu insanlık dışı uygulamalara katlanamayan mürettebat “Zalimlere Ölüm ve Yaşasın Özgürlük” sloganı ile gemide isyan başlatır, zırhlı da kızıl bayrağı göndere çekerler. 3. Havalimanı işçilerinin birlikte zaman geçirmeye zorlandığı tahtakuruları ve küflü yemekleri geldi aklıma. Buna itiraz etmeleri durumunda tutuklanmış, direnişlerini yok saymak için iktidar elinden geleni ardına koymamıştı. Anlayacağınız film evrenselliğini yitirmemiş, ilerleyen yıllarda birçok sanatçıyı ve seyirciyi de etkileyen bir yapıttır.
Ayzenştayn, “Sanatların ön safında yer alan sinema, dünya halklarının birlik ve özgürlük yolunda giriştikleri kavgaya ışık tutmalıdır” diyor. Potemkin zırhlısı tüm parlaklığı ile hem görsel hem de senaryo açısından bir aydınlık oluşturmakta.
Film 1925 yılında yapılmış, bu tarih Çarlık Rusya’sındaki 1905 devriminin yirminci yıl dönümüne rastlıyordu. “Bu tarihi yapanlar tek tek bireyler değil, bir devrim uğruna çabalarını birleştirmiş bireylerden meydana gelen insan kitlesiydi. Bundan dolayı Ayzenştayn sinema tarihinde ilk kez, filmin başkahramanı olarak kitleyi kullandı. (Bilgi Yayınevi sinema dizisi)
“1933 yılında Endonezya’ da Hollanda donanma sına bağlı De Zeven Provencien adlı zırhlıda çıkan isyana katılan denizciler mahkeme sırasında Potemkin Zırhlısı filminden esinlendiklerini söylüyor.” (Rekin Teksoy-Sinema Tarihi). Lenin, sinema en önemsediğimiz sanat dalı diyor. Anlaşılan şu ki kitleleri harekete geçirmede dünyanın dört bir yanındaki ezilenleri birleştirmede evrensel bir güç sinema.
Halkın Özgürlüğü Olmasa Gerek!
Batı Cephesinde Yeni Bir şey Yok: Filme geçmeden önce çok değerli bulduğum bir araştırmadan bahsetmek istiyorum. Muzaffer Sherif 1954’te Oklahama’da bulunan Robbers Cave Milli Parkında 11-12 yaş aralığında 22 erkek çocuk “denek” ile bir çalışma yürütür. Bu deneyde Sherif ve arkadaşları çocukları rastgele iki gruba ayırır. İki gruba ilk aşamada birbirlerine ait hissetmeleri için yüzme, yürüme ve çeşitli oyunlar oynatılır. İkinci aşamada, ilk aşamada kaynaşan gruplar karşı karşıya getirilir.
Rekabeti ön plana çıkartmak için ödül oyunları oynatılır. Sürtüşmeler, saldırılar, kötü söz ve davranışlar ortaya çıkar. Durum o kadar kötü bir hal alır ki, ikinci aşamaya araştırmacılar erken son vermek zorunda kalırlar. Aynı gruba ait olanlar diğerlerini ötekileştirmekte ve ön yargının dozajı çok yüksektir. Üçüncü aşamada ise amaç kutuplaşmayı kaldırmak ve uzlaşmayı sağlamaktır. Ancak gruplar birbirine düşmanca ve güvensiz yaklaşmakta, çatışma unsuru olmasa dahi nefret ve öfke bitmemekte. Araştırmacılar bilinçli bir şekilde problemler oluşturmuş gruplar “ortak” bir amaç doğrultusunda çalışmıştır. Kampta bulunan su tankerini onarmak, bozulan yemek aracını itmek gibi. “Ortak” çıkar için eyleme geçtiklerinde nefretin azaldığını görmüşlerdir.
Sonuç olarak; ortak sorun ve hedefler çatışmayı çözmek için olumlu bir etki yaratmış sorunlara birlikte çözüm olmanın önyargıların miktarının azalmasında pozitif yönlü etki ortaya çıkmıştır.
Bu araştırmadan sonra filme geçecek olursak Eric Maria Remargue’nin, “Batı Cephesinde Yeni Bir şey Yok” isimli kitabından uyarlanmıştır. 1930 yapımı olan filmin yönetmeni Lewis Milestone’dir. Film, Paul isimli erkek lisesinde öğrenim gören bir öğrencinin dilinden aktarılmakta. Öğretmenleri tarafından Almanya için savaşa davet edilen yaşları 16-17 civarında olan öğrenciler ülkeleri için savaşa(I. Dünya Savaşı) giderler ancak savaşın kimin ve neyin savaşı olduğu sorusunu sorma noktasında çok geç kalırlar.
Filmdeki sesler gerçekten savaşı iliklerine kadar yaşatmakla birlikte bazen cephedeki askerler ile seyirciyi de çıldırtmakta. Okul denilen aygıtın egemen sınıfın varlığını devam ettirmek için kullanılan bir araç olduğu net bir şekilde ifade bulmuş. Yahut uzmanlaşmanın/profesyonelleşmenin insanı nasıl mekanikleştirdiği, bir nesneye çevirdiğini görmek, bireylerin yok oluşunu seyretmek derin izler bıraktı. Ezilen bir bireyin statüsünün bir anda değişmesi ile nasıl ezen hale geldiğini görmek ürpertici.
Film, Nazi Almanya’sın da sansüre maruz kalmış, bir çok kısmı kesilmiştir. Kitap ise Hitler tarafından meydanlarda yakılmıştır. Başrol oyuncusu Paul(Lew Ayres) II. Dünya Savaşı sırasında vicdani retçi olduğunu açıkladığında oyunculuk kariyerini bitirmek için sektör tarafından yok edilme politikası ile karşı karşıya kalmıştır.
Galiba filmi en iyi özetleyen şey aşağıdaki dizeler olacak;
“………….
Savaşa gitmemiz buyruldu
‘Özgürlük adına’ diyerek
Özgürlük adına! Ama kimin özgürlüğü
Söylenmedi bu
Halkın özgürlüğü olmasa gerek!
…………
Savaş kimisi için hayatla ödene fatura
Milyonluk bir kazançtır kimisine
Çocuklar daha ne kadar
Katlanacağız bu ağır işkenceye?”
Bir ÖG okuru