Görülmüştür Kolektifi ve Redfotoğraf Grubu tarafından hazırlanan “Özgürlüğün Sesi” adlı sergi Taksim’de yer alan Karşı Sanat adlı mekanda sergilendi.
Sergide, farklı hapishanelerde kalan ve içlerinde Tutsak Partizan Haydar Sönmez’in de şiiri olan 50 tutsağın “Özgürlük” imgelerine 50 fotoğrafçının hayat verdiği eserler sergileniyor. Sergi salonunun hemen girişinde sizi “Düşünce, vicdan, umut, adalet, masumiyet içerideyken biz dışarıda mıyız” yazısı karşılıyor.
Sergide aynı zamanda ölüm orucu direnişinin 238’inci gününde ölümsüzleşen Avukat Ebru Timtik’in yıllar önce seslendirdiği belirtilen Nazım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” şiiri dinletiliyor.
Sergi salonunda ise tutsakların ‘özgürlük’ kelimesine karşı kendilerinde canlanan hissi yazıya dökmeleri güzel bir şekilde işlenmiş. Tutsaklar, birkaç cümle veya bir şiirle özgürlüğün kendileri için ne anlama geldiğini ifade etmişler.
Özgür Gelecek gazetesi olarak sergiye katıldık ve serginin mimarlarından Red Fotoğraf grubunun temsilcisi Özcan Yaman ile konuştuk. Serginin uzun bir çalışmanın ardından hazır hale getirildiğini vurgulayan Yaman’a ilk olarak tutsakların bu çalışmaya katılımları nasıl olduğunu sorduk. İlgilerinin yoğun olduğunu ifade eden Yaman şunları söyledi:
Tutsakların bu çalışmaya katılımları yoğun oldu. Aslında daha yoğun olabilirdi ama Türkiye hapishanelerindeki tecrit koşulları pandemiyle daha da arttı. Haberleşmenin daha da kısıtlanmasıyla serginin süreci uzadı.
Onun dışında yoğun katılımlar var. Zaten görülmüştür ekibi 10 yıldır içerideki tutsaklarla çalışma yapan ve görünür olmasını sağlayan bir kurum. Daha önceden de yapmış olduğumuz 2 sergi bunun altyapısını oluşturuyordu. Bu 3’üncü sergiye de katılımlar yoğun oldu.
Niye böyle bir sergi düşündüğümüzü soracak olursanız, görülmüştür.org hapishane gerçekliğini irdeleyen bir kurum. RedFotoğraf grubu da toplumsal muhalefette, toplumsal yaraların sarılmasında var olan bir fotoğraf topluluğu.
Bundan yaklaşık 5-6 yıl önce RedFotoğraf ve görülmüştür.org olarak ilk projemizi yaptığımızda biz de sonucun bu noktalara geleceğini tahmin etmiyorduk. İlk yaptığımız proje de bayağı ilgi görmüştü. Yurtiçi ve yurtdışında dolaştı, ve bunun kitabı çıkarıldı. İkinci proje aynı kolektif tarzı çalışmayla gerçekleştirildi.
Yaman, özgürlük kavramının serbestlikle karıştırıldığını ısrarla söylüyor. Bu sergide de ‘özgür’ olmadığını düşündüğümüz tutsakların aslında özgürlüğün ne olduğunu anlattığını söylüyor:
“Niye özgürlüğün sesi? Şimdi her projede bir konuyu sabitliyoruz. Bu projede konu özgürlük kavramı oldu. İçerideki insanın ve dışarıdaki insan için özgürlük ne ifade ediyor? Genelde özgürlüğün serbestlikle karıştırıldığı bir dünyadayız. Yani biz dışarıdayız, ne kadar özgürüz? Bu sorgulanmalı. İçerideki insan 4 duvar arasında olunca özgür değil diyoruz.
Bu yine dediğim gibi serbestlik kavramıyla alakalı bir şey. Biz içerideki arkadaşlara sorduk: Sizce özgürlük nedir? Onlar da bize cevabını bir satır, bir cümle, bir paragraf veya bir şiirle ifade ettiler.
Biz 50 tutsaktan topladığımız bu betimlemeleri dışarıda farklı kategorilerde çalışan fotoğrafçılara da sorduk. Dedik ki ey fotoğrafçı, ‘içerideki tutsak böyle bir şey betimleme yazmış. Sen istersen bu betimlemeyi al yorumla belgesel tarzında olsun, ister kolajla yap, istersen de montajlayarak yap ama bu ifade edilen betimlemeyi fotoğrafla uygun bir hale getir, görseli betimle. Yaklaşık 3-4 ayda fotoğrafçılardan fotoğrafların gelmesi beklendi.
Ocak ayında bütün çalışma bitti, sergilenmeye hazır hale geldi fakat en büyük problem bunları sergileyecek mekan sorunuydu. Daha önce yaptığımız sergilerdeki gibi bunları da foto blok halinde 50’ye 50 ebatında sergilemeyi düşünürken, pandemi süreci yaşanmaya başladı. Sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte bu tür mekanlarda da yasaklama ve kısıtlamalar başlayınca Eylül’e kadar beklemek zorunda kaldı.
Eylül’ün başında Karşı Sanat’a gelerek dedim ki arkadaşlar bizim bir sergimiz var ve sergiyi burada gerçekleştirmek istiyoruz. ‘Mümkün değil’ dediler. Zamanın çok kısıtlı olduğunu ifade ederek elimizdeki serginin ne olduğunu sordular.
Biz de gösterinde ‘İçerik çok güzel ancak bunu içeriğine uygun hale getirmek lazım.’ Bunun üzerine geçirgen kumaşlara baskılar yaptırıldı, yazı ve fotoğraf birleştirildi ve estetik bir şekilde sunumu yapıldı.
20 Eylül serginin son günü ama bu sergi Türkiye birçok ili ve ilçesinde yaygınlaştırılacak ve yurtdışına giderek orada da sergilenecek. Ve tabii bu serginin ardından yeni bir projeye de geçiş yapılacak.
Aslında pandemi koşulları da bir yandan devam ediyor. Buna rağmen sergiye katılım nasıl diye soruyoruz. Yaman da katılımın yüksek olduğunu ifade ederek şunları söylüyor:
“Pandemi koşullarında açalım mı açmayalım mı tartışması oldu. Birçok arkadaş bu koşullarda açmayalım, kimse gelmez dedi. Ama biz yine de açtık ve sergi beklediğimizin yok ötesinde bir ilgi gördü. Zaman zaman çok kalabalıklaştı ama sosyal mesafe denilen şey uygulandı. Bizim daha önce açtığımız sergilerde sosyal medyada sadece biz paylaşırdık.
Bu sefer galerinin de burada mekânsal bir işlevi oldu. Sanat dünyasında da eleştiriler ve tartışmaları oldu, sanat ve politika arasında. Amacımız tutsakların tutsaklarla dayanışma, onların görünürlüğünü artırma iken Eylül atından itibaren politika ve sanatın tartışılmasına da vesile oldu. Karşı Sanat yöneticilerinin söylediğine göre son 1 yıldır açılan sergiler içerisinde en yoğun ilginin olduğu sergi oldu.”
Serginin içeri ile dışarı arasında bir köprü olmasını istediğini vurgulayan Yaman, son olarak sergi ile ilgili şunları söyledi:
“Birincisi biz bu sergiyi 50 tutsak ve 50 fotoğrafçıyla, yani 100 özneyle gerçekleştirdik. Sergi açılış sürecinde tutsaklara biri daha eklendi. O da Bakırköy Kadın Hapishanesi’nde tutuklu olan Güzel Sanatlar öğrencisi Dilan Cudi. Tabii bütün tutsakların bir hikayesi var. Biz sadece 50 tutsak ve 50 fotoğrafçının monoton bir çalışması olarak düşünmüyoruz.
Buradaki yapılan çalışmada sanat bir araç oldu bizim için. Biz içeridekiler ve dışarıdakiler arasında bir köprü kurmayı istedik, içeridekilerle iletişim halinde olunmasını istedik. Bu sergiyle de bunu gerçekleştirmeye çalıştık. Yine hapishane gerçekliği ülkenin içinde olduğu anti-demokratik koşullar göz önüne alındığında büyük sıkıntılar yaşanıyor. Bugün ‘içeride kim var ki’ dediğinde ‘kim yok ki’ denilebilir. Yani gazeteciler, avukatlar, öğrenci gibi herkes var.
300 binden fazla inanın tutuklu olduğu bir ülke burası. Biz bunların temsiliyetini nasıl sağlarız diye düşündük ve bir gönderme anlamında Demirtaş’ın kitap kapaklarını ve Osman Kavala’nın 1000 günü aşan tutukluğunu sergilemek istedik. Yine 288 günlük ölüm orucu sonunda hayatını kaybeden avukat Ebru Timtik’in ironik bir yanını burada sergilemek istedik.
Bu çerçevede Ebru Timtik’in yıllar önce okuduğu ve bende kayıtlı olan Nazım Hikmet’in ‘Yaşamaya Dair’ şiirini ses olarak sergiyi gezenlere eşlik etmesini istedik. Bu şekilde ölüm oruçları eylemine de bir gönderme yapmak istedik.
Yani yaşamayı bu kadar seven birinin adaletsizliğe karşı adil yargılanma hakkı için kendi canını ortaya koyması ibretlik bir durum aslında. Bunları da sanatın diliyle ifade etmek için kullandık. Umarım bu sergi hapishane gerçekliklerinin görülmesini ve konuşulmasını sağlar.”