ABD’de tutuklu bulunan ve Türkiye’deki siyasal iktidar döneminde dahil olduğu yolsuzluklara ilişkin itirafta bulunacağını belirten Reza Zarrab’ın nasıl itiraflarda bulunacağı merak konusu. Gerçi hemen herkesin malumu olan yolsuzlukların gelinen aşamada itiraflarla beraber nasıl etkide bulunacağı konuşuluyor.
Özellikle AKP ve kamarasında ciddi bir telaşa dönüşen ve medya aygıtlarında tartışma konusu olan Reza Zarrab açıklamaları aslında öylesine basit ve gelir geçer bir konu değildir.
15 Temmuz sonrası Gülen Cemaati ve AKP arasında en üst raddesine ulaşan çatışkı AKP’nin FETÖ adı altında başlattığı operasyonlarla sürerken Gülen Cemati’nin de Reza Zarrab operasyonu ile karşılık verdiği bilinmektedir. ABD’nin malumu olan yolsuzluklara operasyonlarla dahil olması gerçekten dikkat çekicidir. Zarrab’ın avukatları soruşturmayı yürüten savcı ile yaklaşık bir yıldır çeşitli pazarlılar yürüttüğü bilinmektedir. Bu pazarlıkların netleşmeye başlaması ile Zarrab’ın ismi davadan çıkarıldı.
Zarrab davasının ekonomik olduğu kadar siyasal boyutları da bulunmaktadır. Ekonomik ayağın Halk Bankası ve Hakan Atilla üzerinden yürüyebilir. Zira Zarrab’ın ve o dönem buna dahil olan devlet bürokrasisinin bu süreci Halk Bankası üzerinden yürütmüşlerdir. Hürriyet Washington Temsilcisi Cansu Çamlıbel, “Zarrab davasının ayak sesleri… Kim bu hassas tanık?” başlıklı yazısında dikkat çeken birçok bilgiyi paylaştı. Haberde Zarrab’ın yaklaşık bir aydır savcılık makamları ile işbirliği içinde olduğunu belirterek mevcut davada hükümet içinden bir ismin tanık olduğu, bu kişinin isminin belli olduğu ancak mahkemedeki gizlilik kararı nedeniyle belirtilmediğini ifade ediyor.
Böylesi tanıklıklara ABD sisteminde “muteber tanık” deniliyor. Aydınlık gazetesinde çıkan bir haberde ise“Hassas ya da muteber tanık, halen Halk Bankası’nda görev yapan ya da eski bir çalışan olabilir. MİT’çi Mehmet Barıner’i kaçıramadılar ama ellerinde başka birisi olduğu anlaşılıyor. Çünkü muteber tanık, sistem içinden birisi olarak tanımlanıyor” (23.11.2017)
ABD operasyonu yaygınlaştıracak
ABD’nin Ortadoğu’da süregelen savaş politikasından bağımsız olmayan bu süreç genel anlamıyla TC’nin İran ambargosunu delmesi ile tanımlanmaktadır. Kuşkusuz sürecin bir görüngüsü budur, ancak esas değildir. Mesele bu kapsamda değerlendirilirse ABD’ye yolsuzluğa karşı mücadele eden bir ülke kimliği verilmiş olur. Meselenin esası TC ve ABD arasında süregelen ilişkinin almış olduğu boyuttur. ABD 2013 yılından bu yana TC’nin dış politikası ile
sorun yaşamaktadır. Özellikle çözüm sürecinin ardından Ortadoğu’ya ve özelliklede Rojava’ya dönük saldırı politikaları ABD’nin bölgedeki imtiyazlarını sekteye uğratmıştır. ABD emperyalizminin bu açıdan TC’yi hizaya getirme konusundaki planları bugün hayata geçiriliyor. Şurası gerçek ki TC devletinin dış politikası 2014 itibari ile giderek yalnızlaşmıştır. Bu durum onu belli koşullar ekseninde onu diplomatik ilişkilerde krize de sürüklemiştir. TC devleti açık bir şekilde koz politikası uygulamaktadır. Yani elindeki verileri ve jeopolitik ve jeostratejik rolünden gelen subjektif gücünü kullanarak belli çıkarlar ve güvence almak istemektedir.
Zarrab davası kapsamında ortaya çıkan ayrıntılara baktığımızda ise birçok veri açığa çıkıyor.
ABD’nin İran ambargosuna yönelik 60 milyon işlemi incelemeye aldığı bilinmektedir. Mahkemenin 60 milyon işlem için tek tek ceza mı keseceği, yoksa farklı bir sistemi mi kullanacağı ise bilinmiyor. 17-25 Aralık operasyonu kapsamında Halk Bankası’na yapılan operasyonda polislerin sadece İran le ticaretin yürütüldüğü bölüme girmeleri dikkat çekicidir. Dolayısıyla yolsuzluk operasyonu içerisinde ABD’nin belirli bir istihbaratının olduğu ve dolayısıyla 17-25 Aralık operasyonunun sona ermediğini gösteriyor.
Habertürk’ten Sefer Yüksel’in haberinde ise İran’a, Kuzey Kore’ye ve Sudan’a yaptırımları deldiği için ceza kesilen bankaların isimleri verilmektedir.
Fransız BNP Paribas: 8.9 milyar dolar
HSBC: 1.9 milyar dolar
Standard Chartered: 967 milyon dolar
Credit Agricole: 787 milyon dolar
Royal Bank of Scotland: 100 milyon dolar
Haklarında herhangi bir siyasal bir operasyon kararı bulunmayan bu bankalara sadece idari para cezası kesilmiştir. Zarrab operasyonuna baktığımızda ise bu durumun siyasal ayağının da bulunması nedeniyle ekonomik ve siyasa bir krize dönüşeceği de bilinmektedir.
Operasyonun siyasal ayağı: Siyasal iktidardır
Ortadoğu politikası kapsamında 2014 itibari ile ABD ve TC arasında süregelen kriz 15 Temmuz itibari ile artık aleni bir boyuta ulaşmıştır. Zarrab operasyonu sürecinde “burnuma pis kokular geliyor” diyerek açıklama yapan Erdoğan’ın burnuna gelen koku anlaşılmaya başlandı. Zarrab ile başlayan operasyon sürecinin ikinci ayağı da Zarrab2ın itirafçı olması ile başlatılıyor. Bu açıdan görünen şey Zarrab’ın verdiği ifadeler doğrultusunda yeni bir iddianame hazrılanacak. Bu ise açık bir gerçek ile operasyonun Erdoğan’ın ailesinden
başlayarak kendisine kadar ulaşacağıdır. Ambargoyu delmek amacıyla yapılan bütün faaliyetler mercek altına alınacak ve ambargodan sağlanan gelirlerin resmi kayıtlara giren bölümü ile şahısların kişisel hesabına geçen bölümleri üzerinden sanık listesi arttırılacak.
Bu olası gelişmeler ilerleyen günlerde TC’yi dış politika bağlamında bir iç krize sürükleyecektir. Bu durumun nasıl ve ne biçimde gelişeceği pek bilinmez ancak gelişecek olanın yaratacağı verili koşula hazırlıklı olmak gerekmektedir.