Türk egemen sınıfları Kobanê’nin kuşatılması ve uğradığı saldırı karşısında bugünlerde endişe ile mutluluk arası bir duygu arasında gidip geliyorlar.
Endişeleri, Kobanê’deki gelişmelerin ne tür politik sonuçlar üreteceğine dair belirsizliğin hâkim olmasıdır. (IŞ)İD saldırılarının Kürtler tarafından püskürtülmesi ya da Kobanê’nin düşmesi durumunda da TC için ön görülemez, beklenmedik gelişmeler yaşanabilir. Bu durum onu hem endişeli kılıyor hem de kararsız. Mutlulukları ise Kürtlerin Kobanê’de düştükleri zorlu ve güç durumdur. Her durum ve koşulda Kürt düşmanlığını öncelik gören TC, şimdi gerek çözüm sürecinde gerekse de bölgesel politikalarında ciddi bir engel ve sorun olan Rojava kazanımının aşınmasından ziyadesiyle memnun. Ama ötesinde Kürt Ulusal Hareketi’nin Kobanê özgülünde aldığı konumlanma ve belli söylemleri TC’nin mutluluk sebebidir.
(IŞ)İD’in Kobanê’ye yönelik saldırılarından, TC’nin azami düzeyde verim elde etme siyaseti benimsememesi düşünülemezdi. Ki TC Devleti de gerek Kürt politikasına, gerekse de bölge siyasetine hizmet edecek bir yönelim içindedir. Ancak Kobanê’deki gelişmelerin öngörülemez sonuçlar çıkarması durumu da vardır. Kobanê’nin düşmesi diye bir durumun olmayacağı artık açığa çıkmıştır. Burada (IŞ)İD şehre girse bile uzun süreli ve kanlı bir savaş durumu yaşanacaktır. Deyim yerindeyse Kürtler Kobanê’yi (IŞ)İD’e meze etmeye niyetli değiller.
(IŞ)İD burada geçici bir askeri zafer kazansa da bunun Kürt meselesi ve bölgedeki dengeleri ciddi düzeyde sarsması ve etkilemesi durumu vardır. Tüm kartlar yeniden karılacaktır. Tersi de doğrudur. Yani Kürtler (IŞ)İD karşısında somut bir askeri başarı kazanırsa yani Kobanê direnişi kazanırsa; taşlar oynamasa da güç dengeleri ciddi düzeyde değişecektir. Birincisi (IŞ)İD “efsanesi” büyük yara alacaktır. Emperyalistlerin ve egemen güçlerin (IŞ)İD’i ölüm gibi gösterip kendine biat ettirme siyaseti de yara alacaktır. İkincisi, Kürtlerin stratejik konumu ve önemi kat be kat artacaktır. Özellikle Türk egemen sınıflarının bu durumda eli zayıflayacaktır.
Türk egemen sınıflarının (IŞ)İD tehdidinin Kürtlerin başına musallat olması ve Kürt bölgelerinde bu çatışmaların kararlı ve istikrarlı bir şekilde sürmesinde büyük bir çıkarı söz konusudur. Kürt sorununu kendi sınırları dışında karşılama gibi bir konumlanış kazanıp rolünü bu eksende kurmaya zemin sunmaktadır. Bu yaklaşımın kendi içinde Kürt sorununda gelişme kaydedilmemesi durumunda hiçbir karşılığı olmayacaktır. Ki Kobanê için 6 Ekim’de başlayan dayanışma eylemlerinde öfke devlete yönelmiş, devlet Türkiye Kürdistanı’nın birçok ilinde sokağa çıkma yasağı ilan etmek zorunda kalmıştır. TC devletinin başındaki belaları sınırları dışında karşılayıp “bir istikrar ve güvenlik adası” olma hevesi Kobanê deneyiyle ne düzeyde bir ahmaklıkla ele alındığını göstermiştir.
Ahmet Davutoğlu’nun bölgede yaşanan tek olumlu şey olarak nitelediği “çözüm sürecinin” zaten pamuk ipliğine bağlı durumu bu politikayla bitmese de ağır yara alma ihtimali güçlüdür. Abdullah Öcalan ve PKK bunu ifade etmiştir. Ancak hükümet bunu “blöf” olarak nitelemiştir. TC çözüm sürecinin sonlanması ya da yara alması olasılığı karşısında endişe ve kaygı duyduğu kadar, gözünü kör eden bir ahmaklıktan da hiç kurtulmamaktadır. Bir yandan müzakerenin başlatıldığı belirtilerek süreç yürütülmeye çalışılıyor diğer yandan ise S. Kürdistanı ve özelde Kobanê’de en iyimser yaklaşımla (IŞ)İD saldırganlığına moral ve lojistik destek sağlanarak PKK zayıf düşürülüp Kürt kazanımlarını asgari düzeyde tutma hesabı yapılıyor. Yani TC “yediğim pekmez gittiğim Antep” demeye devam ediyor.
Kobanê Kuşatması: Kürdü Aşağılama Fırsatı!
TC bir yanıyla da yaşanan gelişmelerden dolayı mutlu ve büyük beklenti içindedir. Özellikle Kürt Ulusal Hareketi’nin legal ayağı ve PYD’nin kimi açıklamaları bu beklenti ve mutluluğu pekiştirmiştir. Kobanê’ye yönelik saldırı ile birlikte HDP yetkililerinin Kobanê direnişini geniş toplumsal kesimlerde meşrulaştırma ve Kürt düşmanlığı cephesinde gedik açma adına TC devletinden ve “uluslararası” (emperyalist güçler) kesimlerden yardım ve her türlü destek talep etmesi, Türk egemen sınıfları tarafından alçakça ve pervasızca bir karşı politik argümana dönüştürülmüştür. “Hem Kobani’ye yardım isteyip hem tezkereye karşı çıkıyorlar”, “Zora düşünce bizden yardım istiyorlar” gibi söylemler geliştirerek saldırgan politikalarına kendi açılarından meşruiyet katmaya çalıştılar. Ama daha da önemlisi Kürtlerin Kobanê’de sıkışmışlığı karşısında büyük, egemen ve ezen ulus şovenizmin en tiksindirici, mide bulandırıcı tavır ve davranışlarını sergileyerek yardımı, desteği Kürt ulusunun en meşru hak ve taleplerinden vazgeçmesine bağladılar. En hafif tabirle şantaj politikası izlediler.
Kobanê’nin düştüğü zor durum, TC’yi Kürtler karşısında o çok hayal ettiği ama bir türlü o düzeye gelmeyen “hamilik”, “büyük ağabeylik” rolüne girmesini kısa süreliğine de olsa sağlamıştır. Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a, Bülent Arınç’tan Doğu Perinçek’e, havuz medyasından Paralel ve “Merkez” medyasına ne kadar açıktan ya da örtülü Kürt düşmanı karşı devrimci varsa “Kanton sizin neyinize”, “Sıkışınca başınız yardım istersiniz ha”, “Kürtler Mehmetçiğin güvenli kollarına sığındı”, “Öp elimi gireyim Kobanê ‘ye” havasında “Kürtlerin nankörlüğü, zayıflığı ve köle gelmiş köle kalmalı” propagandasının yanına “Türkün şefkati, gücü ve Kürdün sabahtan akşama dua etmesi gereken korumacılığı(!)” eklenmiştir. Türk şovenizminin en aşağılık argümanları adeta dört bir yandan toplumun üstüne boca edilmektedir.
Kibar Feyzo filminde ağanın köylülere karşı tehdit olarak söylediği “Bak köyü satarım ha” repliği eksik kalmıştır. O derece aşağılık ve komik bir düzey ve söylem geliştirmişlerdir. Ama zor oyunu bozar kuralı bir kez daha geçerli olmuştur. O yüzlerde alaycı ifadelerle söylenen “Kobanê’nin düşmesini istemeyiz” (A. Davutoğlu), “Müslüman Kürt kardeşlerimize candan kolaylıklar diliyorum… ya sizi ancak Türkiye korur. Allah bin kere razı olsun diyeceğine, taş atıyor” (B. Arınç) sözleri 6-7 Ekim serhildanıyla kasılmış ve gerilmiş yüzlerde “misliyle yanıt veririz” (Efkan Ala), “vandallığa asla müsaade etmeyiz… Bu partiye (HDP, bn) herkes tepki göstermelidir (ki bu bir linç çağrısıdır, bn.)” (A.Davutoğlu) gerginliğine ve gerçek bir kâbusa dönüşüvermiştir. Kitleler kimseye mahkûm olmadıklarını, aşağılamaları kabul etmeyeceğini egemenlerin yüreğine tanıdık bir korkuyu salarak göstermiştir.
Kobanê Serhildanı Ve “Çekilen Ayar”!
Kürt siyasal hareketinin diyalog ve diplomasi gibi kanallarla mahkûmiyet görüntüsü veren, TC’yi “bakarız” havasına sokan ve ezen-egemen ulus gericiliğini körükleten durum, kitlelerin kalkışması ve serhildanının çektiği ayara maruz kalmıştır. Bu aynı zamanda Kürt hareketinin TC’nin “bir düşman” olduğunu unutarak biraz da abartarak kullandığı diplomasi ve diyalog biçimine yönelik ayar vermesi olarak da görmek gerekir. Yani kitleler hem TC’ye hem Kürt Ulusal Hareketi’ne ayar çekmiştir!
TC’nin, Kobanê serhildanına karşı bu derece öfke duyması, HDP ve Selahattin Demirtaş’ı hedefe koymasının bir nedeni de masa başında uzlaşma ve anlaşmanın yapıldığı (Kobanê’de Kürtlerin boğazına bıçak dayanmışken oyalama ve zaman kazanma taktiği olarak görmek lazım) ve Kürt hareketinin bunu beklememesine dönük tepkidir. TC masa başı ve diyalog sürecini kitlelerin hareketsizliği yani bir çeşit mücadelesizlik dönemi olarak algılıyor kuşkusuz. Faşist yapısı en demokratik eylemleri bile sürece yönelik “gizli sabotaj” olarak değerlendirmeye onu götürüyor.
TC, Kürt hareketinin Kobanê için destek arayışını kendi politikası için tepe tepe kullanacağı, hatta bir pazarlık unsuruna çevirdiği görülmektedir. Kürtler üzerinde bir psikolojik baskı aracına dönüştürülmesi zaten söz konusudur. Her an her saniye Kürtlerin kendilerinden nasıl yardım istediği, onların aynı zamanda ne kadar da zayıf olduğunu ispatlayarak kullanılıyor. Kürtlerin ezilen ulus olma gerçekliğini ezen Türk ulusunun gözünde bu son gelişmelerle meşrulaştırmaya ve büyük ulus şovenizmiyle körüklemeye çalışıyor.
Kürt serhildanına karşı ise devletten işaret almadan sokağa çıkmayacak ve organize olamayacak “faşistlikte duyarlı” kesimleri çıkarmıştır. TC’nin, sokak hareketine karşı gerici sivil unsurları harekete geçirmesi Kürt ve Türk ulusuna mensup halkı doğrudan karşı karşıya getirerek Kürtlerin toplumsal ve politik alanını daraltmak ve tecrit ederek yalnızlaştırma amaçlıdır. Bu şekilde Kürtlerle olası bir savaşın sadece devlet düzeyinde değil geniş kitlelerin katılımıyla gerçekleşmesine dair bir zemin oluşturmak ve bu eksende şimdiden Kürtlere politik mesajlar vermeyi amaçlamaktadır.
Barış yoluyla sorunları çözme ekseninde ilerleyen görüşmeler TC’nin Kürt düşmanlığı politikasını değiştirmedi, değiştirmez. Ama görüşme ve diyaloglar yoluyla Kürt siyasetçilerin iyi niyetli barışçılığını suiistimal etmektedirler. Kürt siyasetçilerin, devletin Kürt düşmanlığını unutacak gaflete düşmesi, Kürt Ulusal hareketine de Kürt ulusal çıkarlarına da politik ve tarihsel anlamda büyük zararları olacağı gibi Türk şovenizminin gıdası olacaktır.