Kadın mücadeleleri tarihi keşfedilmeyi bekleyen gizli bir hazinedir. Bu hazinenin büyük kısmına henüz hiç dokunulmamış iken, diğer bir kısmı ise on binlerce kadını içine almayı başarabilmiş hayat kitabı olarak bizlerin kendisini okumamızı beklemektedir.
Türkiye Komünist Partili (TKP’li) kadınların kurduğu İlerici Kadınlar Derneği (İKD) de bunlardan birisidir. Tarihin derinliklerinde kalmış ya da uzak coğrafyalar da yaşanmış bir deneyimden bahsetmiyoruz. İKD deneyimi canlı tanıklarıyla yanıbaşımızda duruyor.
1975-1980 yılları arasında faaliyet yürüten derneğin üyelerine başlarına örttükleri kırmızı örtülerden dolayı çatkılı kadınlar deniliyordu. Ülkemizdeki kadın özgürlük mücadelesinin ilk kitlesel adımlarını onlar attılar. Bugünden bakıldığında çok yeterli görünmese de erkek egemen sisteme ve örgütlerdeki bu türden anlayışlara karşı isyan bayrağını ilk onlar açtılar. Derneğin çalışmalarına dair bilgileri bizzat İKD’li kadınların yaptığı çalışmalardan öğreniyoruz. Kendisi de derneğin kurucu ve yöneticilerden olan Emel Akal’ın Kızıl Feministler adlı kitabı bunlardan birisidir.
Eser 1995’te yüksek lisans tezi olarak yayınlandığında dernek üyelerinin adları ve kişisel bilgileri gizli tutulmuştur. 12 Eylül faşizminin etkilerinin görece zayıfladığı 2003 yılında eser kitaplaştırılmıştır. Gizli tutulan bilgiler bu basımdan itibaren açık yazılmıştır. Kitabın son baskısı ise 2011 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkmıştır.
Dernek beş yıl kadar faaliyet yürüttükten sonra sıkıyönetimce kapatılmıştır. 1970’li yıllar dünyada olduğu gibi Türkiye’de de devrim ve demokrasi mücadelesinin hız kazandığı yıllardır. Bu mücadeleleri yükseltenler karşısında faşist güçler her türlü vahşeti sergilemiştir. 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi’nin ayak seslerinin yaklaştığı günlerde Maraş Katliamı darbenin provası ve göstermelik gerekçesi olarak devlet eliyle gerçekleştirilmiştir. Hemen ardından ilan edilen sıkıyönetimle birlikte dernekler kapatılmaya başlanmıştır. İKD de ilk kapatılan derneklerden olmuştur.
29 Nisan 1979’da resmi olarak kapatıldığında ülkenin her yanına yayılmış 33 şubesi, 33 temsilciliği, 20 bin üyesi ile o güne kadar ülkede kurulmuş olan kadın derneklerinin (ve örgütlerinin) en büyüğü ve en kitleselidir. İKD’li kadınların çıkardıkları Kadınların Sesi dergisi 35 bin tirajı vardır. 61. sayısına ulaşmıştır. Sadece metropollerde değil Diyarbakır’dan Van’a, Trabzon’dan Samsun’a kadar birçok ilde ve ilçelerde büyük kampanyalar ve protesto gösterileri düzenlenmektedir.
Resmi olarak kapatıldığı halde bir buçuk yıl kadar süre kadar faaliyetlerini gizlilik içinde ama aynı kitlesellikte örgütleyebilmiştir. İKD’li kadınlar politik öngörüleri ve titiz çalışmaları sayesinde dernek daha kapatılmadan tedbir almayı başarmışlardır. Üyelik kayıtlarını başka dernekler üzerinden yaparak üyelerinin pek çoğunu darbecilerin eline geçmekten korumuşlardır. Darbe döneminde sakladıkları arşivlerini bugün gün yüzüne çıkartarak kadın özgürlük mücadelesi yürütenlerin yararına sunmuşlardır. Tarih Vakfı’nda muhafaza edilmekte olan arşivin tamamından yararlanarak araştırma-incelemeler yapmak mümkündür.
Devletin tüm yasaklarına ve şiddetine karşı ayakta kalmayı başarabilen İKD’nin sonunu TKP’nin aldığı bir dizi karar getirmiştir. 12 Eylül 1980’le birlikte TKP tüm kadrolarına yatay ilişkilerini sonlandırma, sadece TKP hücre örgütündeki ilişkiler ile sınırlı kalma talimatı vermiştir. Akabinde kadrolarının tamamını yurtdışına çekmiştir. Böylece yöneticilerinin çoğu TKP’li olan İKD’li kadınlar TKP’nin bu kararının karşısında durarak kendi alternatiflerini kendileri geliştirmeleri gerektiğini o zamanlarda fark edememişlerdir. Ülkedeki faşist koşulların tüm ağırlığına rağmen yeni süreçte de mücadelede ısrar etme fırsatını kaçırmışlardır. İKD tarihinin kısa özeti bu şekildedir.
Kızıl Feministler kitabı ağırlıklı olarak sözlü anlatımlarda oluşmaktadır. Yazar bu anlatımları tarihsel ve diyalektik bir zemine oturtabilmek için ilk bölümlerde cinsiyet mücadelesinin enternasyonal cephedeki ve dünyadaki deneyimlerini vermiştir. Teorik perspektifin ve dünya deneyimlerinin üstüne Türkiye’de kadın mücadelesi tarihinin de kısa bir özetini eklemiştir. Arka plan sayılabilecek bu bölümler aynı zamanda İKD’nin hangi ihtiyaçtan ve hangi perspektifle kurulduğunu da açıklamaktadır. Derneğin kurulması tartışmaları dönemine bir de Birleşmiş Milletler’in (BM) 1975 yılına kadın yılı ilan etmesi eklenmiştir.
İKD’nin kurucularının büyük çoğunluğu TKP üyesi olmasına rağmen TKP politikalarının derneğe yön vermesini istememişlerdir. Dernek üyeleri dönemin ihtiyaçlarına uygun olarak kendi politikalarını yapmıştır. Derneğin bu düzeyde başarı göstermesine rağmen TKP her fırsatta İKD’nin iç işlerine karışmaya kalkışmıştır. TKP’nin yan örgütleri de bu müdahaleleri fazlasıyla kalkışmış, yer yer kadınların kılık kıyafetlerine saçına başına bile karışılmıştır. Dernek üyeleri bu erkek müdahalelerine karşı itirazlarda bulunsalar da tepkilerinin biçimi kendiliğinden ve dar deneyimlerden çıkartılan sonuçlardan şekillendiği için yetersiz kalmışlardır. TKP ile (diğer bir ifadesi erkek örgütü ile) çatışmalı süreçler yaşamışlardır. Bu çatışmalar kadınların cins bilinci edinme süreçlerini hızlandırmıştır. Örgütteki erkek egemenliği gözlerinin önüne ilk kez bu zamanlarda serilmeye başlamıştır.
İKD daha kuruluşundan itibaren; sadece TKP’lileri ve bu düşünceyi benimseyenleri değil, tüm kadınları politikaya çekmeyi hedeflemişlerdir. Ve her kesimden kadını arasına almayı önsel olarak istemiştir. Fakat bunun pratik yaşama yansıması pek de niyetlerdeki gibi olmamıştır. İKD başka kadın örgütlerine ve başka örgütlerden kadınlara kapısını yeterli düzeyde açmamıştır. İKD’nin etkinliklerinde bu kadın örgütlerinin yayınlarını satmaları bile engellenmiştir. Toplantılarda İKD politikalarına ters düşen eleştirel yaklaşan konuşmalarını fiili müdahalelerde bulunulmuştur. Bu gibi fikir ayrılıkları dernekten ihraçlara yol açabilmiştir. Hatta üyelerin ihraç süreçlerinde savunma haklarının ellerinden alındığı olmuştur. Kızıl Feministler kitabının ilgili bölümünde bu türden anti-demokratik ve hukuksuz uygulamalara dair örnekler dönemin farklı dergi ve gazetelerinde çıkan haberlerle verilmiştir. Böylesi olaylara bizler bugünden baktığımızda cinsiyet mücadelesinin özü ile pek bağdaşmadığını söyleyebiliriz. Zira dayanışma kadın ve cinsiyet mücadelesinin olmazsa olmazıdır. O dönemin ise sosyal ve politik koşulları dayanışmanın da ayrışmanın da örneklerini keskin olarak göstermiştir.
Kitabın ilerleyen bölümlerinde İKD’nin faaliyetleri örneklerle anlatılmıştır. Komisyonlar şeklinde örgütlenen İKD’de işçi, memur, ev kadını, öğretmen gibi çalışma ve yaşam alanlarına göre ayrıştırılmış komisyonlar bulunmaktadır. Bu farklı alanlar birçok ortak çalışmada yürütmektedir. Derneğin en öncelikli çalışmalarını eğitim ve araştırma çalışmaları oluşturmuştur. Araştırma konuları “Kadınlar aşağı yaratıklar mıdır? , Neden kadın örgütü- kadın hareketi tarihçesi” gibi başlıklardan oluşmaktadır. Temel eğitim konu başlıkları ise derneğin günceldeki farklı farklı olan politikalarına uygundur. “Kreş Sorunu”, “Konut Sorunu”, “Beslenme Sorunu”, “Aile”, “Genç kızların Sorunları”, “İşsizlik”, “Pahalılık ve Kadınlar”, “Barış Savaşımında Kadınlar”, “Köy Kadınları”, “Kadın ve Faşizm”, “Atasözlerinde Kadın”, “Fuhuş”, “Emeklilik Sorunu”, “Müzik Günü”, ”Şiir Günü”, “Reklamlar ve Kadınlar”, “Argoda Kadınlar”, “Sovyet Kadınları”, “Fotoromanlar Ne Anlatır”, “Kapitalist Toplumda Kadın”, “Yaşasın Sosyalizm” … gibi konuları kapsamaktadır.
Okuma yazma kurslarından sağlık taramalarına her türlü konuda çalışma yapılmış ülke gündemine giren olaylara dahil olunmuştur. Takvimsel günlerdeki anma ve kutlamalardan kültür-sanat etkinlikleri düzenlemeye kadar her konuda İKD’liler aktif olarak çalışmıştır. Ülkemizdeki ilk kitlesel 8 Mart kutlamalarında İK’liler düzenlemiştir. 8 Mart 1980’de tüm ülkede yaygın şekilde kitlesel salon toplantıları ile Emekçi Kadın Günü etkinlikleri düzenlemiştir. Dikkat edilecek olursa bu dönem İKD’nin resmiyette kapalı olduğu tarihtir. Böylesi büyük çalışmaları bile gizlilikle yürütüp geniş kitleler harekete geçirilebilmiştir. Aynı 8 Mart kutlamalarında İKD’liler Arjantinli kayıplar için protestoda yapmışlardır. Plaza de Mayo Alanında beyaz eşarplarıyla gösteri yapanlara destek amacıyla İKD’li kırmızı çatkılarını çıkartıp beyaz eşarp takmışlardır.
İKD’nin eğitim çalışmaları ve kampanyaları oldukça zengindir. Buna rağmen temel bazı konular tümden gündemlerinin dışında kalmıştır. Ataerki, erkek şovenizmi, kadın psikolojisi, kadına yönelik şiddet, “töre ve namus cinayetleri” gibi konulara girilmemiştir.
Devrimci ve ilerici gençlerin, muhalif aydın ve sanatçıların sokak ortalarında vurulduğu hapislere atıldığı işkence tezgâhlarından geçirildiği dönemdir. Tüm muhalif kesimlerin olduğu gibi İKD’lilerin gündeminde de anti-faşist mücadele daha fazla girmeye başlamıştır. Hatta kadın çalışmalarının bir kısmı bu nedenle yapılamamıştır. İKD bu dönemin ihtiyaçlarına uygun etkinlikler yapmaya başlamıştır. “Evlat Acısına Son” ismini verdikleri yürüyüş düzenlemiştir. Bu amaçla 17 Temmuz 1979’da İstanbul ve İzmir’den yola çıkan 500 kadın Ankara’ya yürümüştür.
İKD’nin etkinliklerini uzun uzun anlatmak mümkün. Kitabın sayfaları arasında dolaşırken kadının örgütlü gücünün yenilmezliği duygusunu sık sık yaşıyoruz. Bundan tam 40 yıl önce yola çıkmış İKD’li kadınlarla çok ortak yönümüz var. Onların başarılı çalışmalarında olduğu gibi yetmezliklerinde ve erkek egemen sisteme karşı eksik kaldıkları noktalarda da onlarla duygusal bütünlük kurabilmeliyiz. Kitabın son bölümündeki muhasebelerde fazlasıyla bunu hissettiriyor. Kadın mücadelesi için yola çıkan İKD’lilerin ilk yüzleştikleri gerçekliklerden birisi örgüt içindeki erkek egemenliğinin kadınlara etkileridir. İKD’de üst düzey yöneticiliği başarıyla yapan kadınların TKP’deki örgütsel pozisyonları çok geride bırakılmıştır. İKD kapatılıp TKP tek politik kimlikleri olduğunda bu kadınlar o güne kadar cinsiyetsiz gördükleri sınıf örgütünün hiç de böyle olmadığını tam anlamıyla bir erkek örgütü olduğunu görmüşlerdir.
O günün TKP’sindeki kadın gerçekliğinin durumu kadına yönelik şiddet karşısındaki yanlış tutumlarda da kendisini gösteriyor. Örgüt yöneticisi olan TKP’li eşlerinden yani “yoldaşlarından” dayak yiyen İKD’li kadınlar bunu açığa çıkartıp teşhir etmek yerine gizlemeyi seçmişlerdir. Hatta bunu öğrenen İKD yöneticisi kadınlar da bu geri tutumla hareket edip kadınların yaşadığı şiddet olaylarını gündem yapmakta ısrarcı olmamışlardır. Örgütteki evli kadınların eşleriyle ilgili sorunların çözümdeki yaklaşımlarda da benzer bir durum vardır. İKD’li kadınlar evlilik ilişkisinde baskı yaşayan bunalan, gerileyen kadınların özgürleşmesi adımlarını artırmak yerine, evliliklerini kurtarmaya girişmişlerdir. Sorunun çözümünde ailenin dağılmasını engellemeyi başarı olarak görmüşlerdir.
İKD kürtaj konusunda serbest bırakılması yönünde politika yapmıştır. Bu politikada da olgun devlet ve insan hakları ihlali yönü teşhir edilmekle sınırlı kalınmıştır. Kadın bedenine erkek egemen devletinde erkeğinde hükmedemeyeceğine dair netleşmiş bir bilinç düzeyi İKD’liler de o dönem henüz yoktur.
Özetle söylenecek olursa İKD’nin amacı kadınları politik yaşama çekmek ve orada iletilmektedir. Bunu muazzam bir örnekle başarmışlardır da. Ancak politik yaşamın basamaklarını henüz yeni tırmanmaya başlayan kadınların yolu çok uzun ve engellerle doludur. Bu engellerin kimisini aşmış olan İKD’liler bazılarını aşamamışlardır. Kadının politik yaşamdaki yerine dair bazı sorunlar bugün bizlerinde aynı şekilde önümüzde durmaktadır. Kitapta Şeyda Talu’nun verdiği bir örnek önemlidir. “İKD’nin sizin gelişiminize engel olduğunu düşündüğünüz yanlar var mı?” sorusuna şöyle cevap vermiştir:
“12 Eylül’den sonraki süreçte zaten farkında olduğumuz kimi dezavantajları gördüm. Şöyle ki, bütün gün İKD’lilere kreş, süt, evlat acısı üzerine bildiri yazdıktan sonra entelektüel konularla uğraşmazsın elbette. Entelektüel düzeyimiz geriledi, 500 kelime ile konuşulan bir deneyim yaşandı. Kısır yemeği yaparken politika konuşmaktan entelektüel düzeyimizi geliştiremedik. Günlük pratik işlerin yoğunluğundan okumaya vakit ayıramadık. Bu herkes için böyleydi, sanatçı, ressam, tiyatro artisti üyelerimiz bile mahalle çalışması yapıyordu. Bunu hem insanlar istiyordu hem de partinin çalışma anlayışı buydu.” (s. 264)
İKD deneyiminin bize öğrettiği en önemli sonuçlardan birisi de budur. Kadınların politik yaşamda kalıcı yer edinebilmesinin yolu dar pratiklere mahkûm olmaktan kurtulmaktır. Faaliyetlerle araştırma-incelemeleri birlikte ve birbirini geliştirecek şekilde ele almak gerekmektedir. İKD’li kadınlar o günkü koşullarda bunu başarabilselerdi örgütteki erkek egemenliği ile de kendi gerilikleri ile de daha fazla savaşabilirlerdi. Örgütün kaderini TKP’li erkeklerin belirlemesine izin vermeyecek bilinçte olurlardı.
İKD’lilerden ve bizden önceki tüm politik kadınlardan öğreneceğimiz çok şey var. Bunlardan öğrendiklerimizle bizle politik yaşamdaki kadının yerini daha ileriye, hep ileriye taşımaya, kalıcılaştırmaya karalıyız. Kızıl Feministler kitabı bu anlamda okunmalıdır. (Bir ÖG okuru)