“Durdum, gözlerimi kırpıştırdım, hiçbir şey anlamıyordum. Hiçbir şey hakkında hiçbir şey.
İnsanların, nesneler hangi nedenle böyleydiler, anlamıyordum, her şey son derece anlamsız ve absürttü. Gülmeye başladım. Bana garip gelen şey, neden bunu daha önce anlamadığım oldu.
O zamana kadar her şeyi olduğu gibi kabulede gelmiştim; trafik ışıkları, arabalar, posterler, üniformalar, anıtlar, dünyadan tamamen kopmuş şeyler; hepsi sanki bir gereklilik sonucu ortaya çıkmışlar, bir neden sonuç zincirinin halkasıymışlar gibi benimsemiştim.
Sonra gülmem dudaklarımda dondu, yüzüm kızardı, utandım. Ellerimi, kollarımı sallayarak kalabalığa ‘Durun! Bir dakika!’ diye bağırdım, ‘Bir yanlışlık var. Her şeyde bir terslik var. Dünyanın en saçma işlerini yapıyoruz. Nereye varır bu işin sonu?’ Etrafta insanlar durdu, merakla beni süzdüler. Orada, ortalarında durdum, kollarımı sallaya sallaya, ümitsizce anlatmaya, bir anda aydınlanmamı sağlayan ilhamımı açıklamaya çalıştım. Ve hiç bir şey demedim. Hiçbir şey demedim, çünkü kollarımı kaldırıp ağzımı açtığım anda, aydınlanmam geri gitti, ağzımdan bildik, eski kelimeler çıktı.
‘Eee, ne demek istiyorsun?’ diye sordu insanlar. ‘Her şey yerli yerinde. Her şey olması gerektiği gibi. Her şeyin bir sebebi var. Her şey diğerleriyle uyum içinde. Yanlış veya saçma bir şey göremiyoruz.’ Orada öylece durdum, çünkü şimdi her şeyi yerli yerinde görüyordum, her şey doğal, olması gerektiği gibi görünüyordu; trafik ışıkları, anıtlar, üniformalar, gökdelenler, tramvay yolları, dilenciler, geçit törenleri; ama bu beni rahatlatmadı, tersine bana acı verdi. ‘Pardon’ dedim. ‘Galiba benim hatam. Bir an öyle gibi geldi. Her şey yolunda elbette. Kusura bakmayın.’ Ve kızgın bakışların arasında yürüyüp gittim.
Yine de, şimdi bile sık sık bir şeyi anlamadığım zaman, ister istemez, aynı umuda kapılıyorum; yeniden o anı yaşayacağımı, yine hiçbir şeyden hiçbir şey anlamayacağımı, bir anda bulup kaybettiğim öteki bilgiye ulaşacağımı umuyorum.”(1)
Suyun kaldırma kuvvetini keşfeden Arşimed’in “Evreka”sı, bu kez 23 yüzyıl sonra Italo Calvino’da bir derecede uzar ve “Durun! Bir dakika! Bir yanlışlık var”ında hayat bulur. Ateş, tekerlek, suyun kaldırma kuvveti, yerçekimi, elektrik derken keşfedilecek pek bir şeyin kalmadığı düşün(dür)ülen dünyada, Calvino, gündelik hayatın işleyişinde bir yanlışlık olduğunu keşfeder. Ama heyhat!
Bu ilham dolu “öteki bilgiye ulaşma” anı kısa sürer ve gündeliğe tekrar döner(!)
Calvino, onu tanıyanlar açısından vazgeçilmez bir yazardır. Bir yazarın kendisinden yapıtlarının önemli olduğunu düşünen Calvino, bu düşüncesine uygun bir yazarlık yaptığından yaşamına dair bilinenler sınırlıdır. İtalyan bir ailenin çocuğu olarak 1923’te Küba’da dünyaya gelmiş, iki yaşında ailesi İtalya’ya geri dönmüş olan Calvino, ilk gençlik dönemlerini çok yönlü geçirir. Sinema, mizah, edebiyat ile ilgilenir ama kendi deyimiyle “Gençlikten, toplumdan, kızlardan, kitaplardan keyif almaya başladığımız zaman, 1938 yazıydı: Monaco’da bu dönem, Chamberlain, Hitler ve Mussolini’yle son buldu.”
Bu dönemde ilk olarak belirsiz bir ideolojik duruşa sahip olan Calvino, faşizmin Avrupa’yı bir pandemi gibi sardığı yıllarda giderek netleşmeye başlar. Bu yüzden 1943’te Salò Cumhuriyeti’nin(2) askerlik çağrısına uymaz, bir süre saklanmak zorunda kalır ve 1944’te de İtalyan Komünist Partisi’ne katılır. Daha sonra Garibaldi Tugayları’na(3) katılır.
Yirmi ay boyunca Deniz Alpleri’nde partizan mücadelesinde yer alır. Bu sırada anne ve babası Naziler tarafından tutuklanan Calvino, faşizme karşı verilen savaş sonrası da komünist kimliğini sürdürür, çünkü İtalya’nın yeniden yapılanmasında ve faşizme karşı çıkılmasında en gerçekçi programa Komünist Parti’nin sahip olduğuna inanır.
Calvino ilk yazılı eserlerini savaş dönemi üzerine yazar ve ciddi başarılar elde eder. O artık, dönemdaşları ile ideolojik, politik ve edebi tartışmaların öncüleri arasında yer alır, kendi yarasını sarmaya çalışan ülkesinde… Aynı zamanda bir editör olmanın faydasını görür, entelektüel düşüncenin devrimcileştirilmesi tartışmalarında Elio Vittorini ile birlikte Il Menabò adlı dergiyi kurar. Burada sol politik partilerin karşı karşıya kaldıkları ideolojik krizleri, aydınların rolünü tartışmış; sosyal, tarihî ve edebî sorunları çözmeye eğilmişlerdir.
Devleşen ayrıntılar, küçülen mertekler
Calvino’yu bu kadar tanımak yeterli. Her ne kadar kendisi “Yazar bir başına var olmaz. Ancak yazdığı yazılarla vardır. Onları çıkardığınızda geriye sıradan bir insan kalır” dese ve bunda haklı olsa da, onu bu kadar anlatma isteğini, bu yazıyı kaleme alanın onu yeni tanıyor olmasına verin.
Calvino’nun yapıtlarının en önemli yanı; çoğunlukla gündelik ayrıntıların arasında kaybolanları cımbızla bulup göz önüne sererken ve görmezden gelinen gözdeki merteği cımbızla bulunanın yanına sıradanlaştırarak iliştirivermesi… Hem de Akdeniz mizahıyla! Ve anlatımın eşsiz bir örneğini Marcovaldo Ya da Kentte Mevsimler’de bulmak mümkün.
İtalyan’ın bir şehrinde yaşayan, Marcovaldo isimli bir yoksul hamalın etrafında dönen, mevsimlere odaklanan mizahi öykülerden oluşan kitap oldukça eğlenceli… Saflığı, şehir yaşamından çok doğayla bütünleşen yanları, sakarlıkları ile Marcovaldo; adeta bir şehrin anatomisidir. Kırsaldan şehre, artan işgücü talebiyle gelen, şehrin en değersiz görülen (hatta görülmeyen) işlerini üslenen, şehrin en ücra ve yoksul mahallesinde yaşayan, şehrin kirli havasından hasta olan, kirasını ödemekte zorlanan, çok çocuklu ve çok sabırlı Marcovaldo 1960’lı yılların işçi sınıfının ve yoksul İtalyan halkının protipidir.
1960’lar dediysek, tarihsel bir yolculuğun mevsimlerine değil, günümüz mevsimlerine odaklıdır anlatımlar. “Modernleşen” şehrin ve inşa ettiği toplumun “yutmayı vaat ettiği” ama her seferinde yeniden ve yeniden ürettiği gettoları ve yoksulları temsil eder Marcovaldo ve Marcovaldo’nun mevsimleri…
Tavşanı sev, “kentli”yi koru!
Doğanın şehre isyanını her öyküsünde duyumsadığımız kitapta, bulaşıcı bir hastalığa ilaç üretmek adına üzerinde deneyler yapılan bir tavşanın Marcovaldo ve ailesiyle başlayıp tüm şehre yayılan macerasını anlatan Zehirli Tavşan, oldukça etkileyici. “Tavşan etrafında mermilerin sektiğini, bir tanesinin de kulağını delip geçtiğini duyumsadı. Anlamıştı; savaş ilanıydı bu; bir tür sağır değerbilmezlik saydığı bu durum karşısında yaşamla ilişkisini kesip atmaya karar verdi.”(4)
“İnsanlar on bir ay boyunca kenti seviyorlar, kente toz kondurmuyorlardı; gökdelenler, otomatik sigara satıcıları, panoramik perdeli sinemalar sürekli bir çekicilik kaynağı sayılıyordu. Bu duyguyu kesinlikle paylaşmayan tek kişi Marcovaldo idi; (…) Yılın belirli bir noktasında ağustos ayı başlıyordu. Birden genel duygularda bir değişiklik gözleniyordu. Kenti artık hiç kimse sevmiyordu; (…)
İnsanlar bir an önce kentten gitmekten başka bir şey düşünmez oluyorlardı; trenleri dolduruyor, otoyolları tıkıyorlar, ayın 15’inde hepsi gitmiş oluyordu. Bir kişi dışında. Marcovaldo kenti terk etmeyen tek kentliydi.” Kentte Tek Başına kitabın en hicivli öykülerinden biri. Salgın günlerinde “Evde Kal” çağrılarına uymayan işçi ve emekçilere çok benziyor Marcovaldo… Salgın ya da sıcak, işçinin “şehri (ya da sokağı) terk etmeyen tek kentli” olmasıyla ilgili değil, bir kere daha anlıyorsunuz.
Pandemi günlerinde mutlaka Calvino okuyun. Derin toplum biliminin serin mizahıyla toplumun damarlarında gezin. Ama eğer elinizin altında yoksa, erteleyin gitsin. Marcovaldo’yu tanımak isterken “kenti (ya da sokağı) terk edemeyen kentli” Marcovaldoları tehlikeye atmayın. Onun yerine “Üretimi durdur” ve “Herkese ücretli izin” ile Marcovaldo mücadelesini büyütün! Ha bir de doğanın bir parçası olduğumuzu unutmayın ve kendisine savaş açan insan yüzünden “yaşamla ilişkisini kesip atmaya karar veren” tavşanı sevin!
(1) Italio Calvino, Karanlıkta Sayılar ve Diğer Hikayeler kitabında yer alan İlham Anı isimli kısa öyküsünden…
(2) Nazilerin desteği ile 1943’te kurulan ve Mussolini’nin başkanlık ettiği kukla faşist hükümet, 1945’te anti-faşist direnişle tarihin çöplüğüne gömüldü.
(3) Garibaldi Tugayları: 1943’te İtalyan Komünist Partisi önderliğinde kurulan partizan savaş birlikleri.
(4) Yapı Kredi Yayınları, 7. Basım, Sayfa 58