Sınıf mücadelesine ilişkin kritik bir mayalanmanın oluştuğu, devrimci hareket içinde ise komünist mayalanmanın nüvelerinin üretildiği bir süreçten geçiyoruz. Hakim sınıflar cephesinde kriz derinleşirken; egemenler ve ezilenlerden oluşan bu iki cephedeki verili durumun sınıfsal tahlili ve devrimci pratiği gelişip serpilmenin biricik kaynağı olarak bizlere görev ve misyon yüklemektedir.
Hâkim sınıf klikleri cephesinde ortaya çıkan kriz, kendini sürece ayak uyduramamakla göstermektedir. Zira emperyalist kapitalist sistemin içinde bulunduğu kriz onu daha fazla saldırganlaştırmaktadır. Kapitalizmin doğası gereği yaşadığı yapısal krizin etkileri kendisini özellikle Ortadoğu ve Afrika’da yağma ve talan ile göstermektedir. Son olarak Arakan’da ortaya çıkan katliam bunun en bariz örneğidir. Ancak Arakan’da yaşanan katliama dünyada sadece siyasal İslamcı hareket ve partilerin tepki göstermesi gibi bir durum da söz konusudur. (Arakan halkının sığındığı Bangladeş’teki devrimci hareketin eylemlilikleri sınırlı ve olumlu bir örnek olarak anılmalıdır.) Bu katliama karşı devrimci hareketler içindeki tepkisizlik, daralan kitle pratiği ve meseleye bakışta olgu ile değil görüngüler ile hareket edilmesi gibi bir sorunu ortaya koyuyor.
2008 yılında patlak veren ve dünyanın çatışma/savaş ortamını derinleştiren emperyalist krizin egemenler tarafından kontrol altına alınamaması, biriken sermayenin yayılmacılığında durgunluğun hala had safhada olması; yeni çatışmaların ve savaşların önümüzdeki dönemlerde dünya halklarının başına bela olacağına gösterge olmaktadır. Keza Arakan’da yaşanan katliam da bu krizden kurtulabilmenin yolu olarak faturanın halklara kesildiğini/kesileceğini ispat etmektedir. Arakanlar esas olarak emperyalist talana karşı durdukları için inançsal temellere dayandırılarak katledilmektedir. Meselenin esası Arakan’da petrol boru hattı ve bölgenin insansızlaştırılarak 13 bin 500 kapasiteli bir askeri üssün kurulmasıdır.
Kriz derinleşiyor
Ülkemiz açısından da emperyalizmin politikalarına bağlı olarak ortaya çıkan bir yapısal krizden bahsetmek mümkün. AKP nezdinde ortaya çıkan bu kriz, OHAL ve faşist uygulamalarla aşılmak, ülkedeki devrimci dinamikler bastırılmak istenmektedir. Krizler OHAL’in sindirme politikaları ile ötelenmektedir. Halk kitlelerinin biriken öfkesi faşist saldırganlık ekseninde bastırılsa da ciddi bir birikimin mayalandığından bahsedebiliriz. AKP nezdinde tartışılması gereken nokta, emperyalist politikalara ve onun imtiyazlarına ayak uyduracak bir misyonu kuşanamamasıdır. Zira bugün ortaya çıkan ekonomik kriz, ciddi bir pazar sorununu açığa çıkarmaktadır, ki emperyalizm buna uygun politika üretmeye çalışırken TC devleti buna ayak uyduramıyor. Bir yandan Kürt ulusal meselesi kapsamında palazlandırdığı faşist gericiliği beslemek diğer yandan da emperyalizmin asimetrik politikası kapsamında ılımlı politikaları hayata geçirmek zorundadır.
Dışa bağımlılığın ortaya çıkardığı iç yapısal kriz kendisini dış politikada da göstermektedir. Rojava konusunda ciddi korkular barındıran TC devleti, Kürt ulusal hareketinin büyüme evresini telaş içinde takip etmektedir. Öyle ki Suriye konusunda ortaya koyduğu tüm heves boğazında kalmıştır. Devlet bürokrasisi içine kadar sızan ve kâbusa dönüşen korkusu giderek büyümektedir. Rojava’nın Türkiye sınır yapısını “bozduğu” şeklinde bir gerçeklik söz konusudur. Zira TC devleti yanı başında kendi kırmızı çizgisini aşarak gelişen bir devrimin kendi yapısında ve kimyasında bozulmalar yaratacağının farkındadır. TC devletine hançer niteliği taşıyan Rojava iç politikayı da etkileyen önemli bir cephedir. Dolayısıyla bugün Rojava bir dış sorun, değil iç sorundur. Komünistlerin bu konudaki konumlanması da buna uygun olmak zorundadır.
Reza’dan Çağlayan’a ve…
Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere egemenleri tutuşturan bir diğer gelişme de Reza Zarrab’ın yargılandığı dava ile ilgili gelişmeler olmaktadır. İran’a dönük ABD ambargosunu deldiği gerekçesi ile ABD’de tutuklanan Reza Zarrab’ın iddianamesine Ekonomi eski Bakanı Zafer Çağlayan’ın da eklenmesini sıradan bir operasyon olarak okumamak gerekliliği ortadadır. Konuya dair Erdoğan’ın “Bizim İran’a ambargo gibi bir kararımız yok”, “Burnuma pis kokular geliyor” gibi açıklamalar yapması bu durumun Zarrab ve Çağlayan ile sınırlı olmadığını ortaya koymaktadır. Öyle ki İran’a dönük ambargonun delinmesi “kişilere indirgenecek”, basit bir gündem değildir. Dolayısıyla Erdoğan’ın bu durumu TC merkezli tartışması TC ve ABD arasında ortaya çıkan krizin bir göstergesidir.
Trump’ın seçilmesinin ardından Obama döneminden devralınan kriz, gelinen aşamada daha içten ve hesaplı bir TC operasyonuna dönüşmüş durumdadır. Erdoğan’ın korumalarına tutuklama kararı ve Trump’ın Erdoğan ile görüşmeyeceğine dair kimi açıklamalar yapması esaslı bir sorunu işaret ediyor. Bu krizin geldiği aşama ve neticesinde ortaya konulan politikaların öncelikli hedefinin Erdoğan’ı hizaya getirme ve Avrasya Ekonomi Birliği’ne yakınlaşma serüvenini engellemek için olduğu söylenebilir. Kendi yaşamsal ve siyasal varlığını 2015’ten sonra Rusya’ya yakınlaşarak korumak isteyen Erdoğan’ın 15 Temmuz sonrası ABD ile yaşadığı kriz giderek boyutlanmış durumdadır. Rusya ise bu gelişmeleri yakından takip ederken TC’nin iç politikasına dahil olmayı değil aksine TC’nin ABD ile mevcut krizini derinleştirmeyi tercih etmiş durumdadır. ABD’nin bölgesel imtiyazlarını sağlama ve politikalarını uygulama konusunda AKP artık yeterli cevap verememektedir. Tüm bu gelişmeler ilerleyen dönemlerde TC açısından ciddi bir krizin açığa çıkması muhtemeldir.
Saldırganlığın özü korkunun tezahürü ve Kemalizm
Gelişemeyen ve geri kalmış burjuvazinin evrensel özelliklerini ve kendine özgü zaaflarına baktığımızda birikimsiz, görgüsüz ve deneyimsiz yanını görebiliriz. Bu yapının emperyalizme sığınması da bundandır. Palazlanma evresi ise kendi mahdumları içerisinde süreklilik ve kalıtsal hastalıkları barındırmaktadır. Bu yüzden TC açısından korku, egemenlerin yüreklerinden eksik olmayan bir olgu halindedir. Bu korku belli evrelerde yönetememe krizine ve sonrasında sınıf içinde mayalanma, direniş odakları arttıkça bunalıma dönüşmüştür.
AKP’nin bugün yaşadığı kriz tam da bu bahsettiklerimizle uyumludur. AKP 2002 yılından bu yana elinde bulundurduğu iktidar sarsılırken kurtuluş olarak Kemalizm’e ihtiyaç duymuştur. 15 Temmuz sonrası mevcut politikalardan bunu görmek mümkündür. Bu açıdan bugün AKP karşıtlığını “İzmir’in dağlarında çiçek açar” olarak okumak faşizmin kendini üretmesi ve toplum nabzının boşaltılması olarak görmek gerek. AKP nezdinde somutlaşan şey siyasal İslamcı politikaların daha görünür olmasıdır. Bunu Mustafa Kemal’in 1. Meclis’te yaptığı konuşmamada kendisini şu şekilde tanıtmasından da görebiliriz: “Meclis-i Alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Türk değildi, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslamiyedir.” (Atatürk’ün söylev ve Demeçleri, C.1, Ankara, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, 1961, s.73-74)
Bu açıdan AKP ve Erdoğan nezdinde açığa çıkan çelişkilerin toplamı Türk devletinin yapısal sorununu ifade ediyor. Erdoğan’da bütünleşen siyasal duruş Kemalizm’in şu özünü ifade eder: “Demokratik, danışmacı çoğulcu kolektif siyaset yapmaya inanmaz; grup-parti-meclis gibi siyasal kurumların karar alma mekanizmaları değil, karizmatik liderin siyasi şefin iradesinin ve kararlarının sorgusuz sualsiz onaylayıcı ve uygulayıcı olmaları gerektiğini düşünür. Tüm kurallar, alt –şef ve izleyiciler (hatta millet) karizmatik liderin yönetiminin araçları ve nesneleri oldukça vardırlar. Kendi geçerli otorite ve meşrutiyetleri yoktur… kurallar ve başka kişiler şef ile millet arasına giremezler… Şefe (şahsına ve partisine) muhalefet, milletin yüksek çıkarlarına ve devlete muhalefetle eş anlamlıdır; millete idraksizce fenalık etmekten kötü niyetle ihanet etmeğe kadar gider. Muhalefet… bölücülük (tefrikatçılık) demektir.” (Türkiye Siyasal Kültürünün Kaynakları, Atatürk’ün Nutku, Taha Parla, İletişim Yayınları, s. 168)
Kemalizm’in AKP içerisinde vücut bulan biçimi Türk komprador burjuvazinin yapısını ifade etmektedir. Bu açıdan bugün AKP nezdinde ortaya çıkan korku, saldırganlık resmi ideolojiyi tarif etmektedir. TC nezdinde AKP’nin krizin büyütmek, ülkemizde hakim sınıflar saflarında önemli bir gedik açmak anlamına geliyor. İdeolojik ve politik kapsamda ortaya koyacağımız her politika faşizmin burçlarını sarma perspektifi taşımalıdır.